Notes
Notes - notes.io |
still; buna rağmen; she was too ill but she still went out
adjective; sıfat
adverb; zarf
subject; özne
awful; korkunç, berbat, çok kötü
awfully; müthiş bir şekilde, korkunç (zengin), sonderece; some awfully rich men came here to spend the weekend.
detriment; zarar, hasar; smoking too much is to the detriment of your health.(çok sigara içmek sağlığına zararlıdır.)
end; amaç; reading is not an end itself (okuma, başlı başına bir amaç değildir.)
knowledgeable; bilgili; to read daily newspaper keeps one knowledgeable about current issues. (günlük gazete okumak kişiyi güncel konularda bilgili tutar.)
approve; onaylamak
prove; göstermek, kanıtlamak, ispat etmek
appoint; tayin etmek, atamak
appointment; randevu, buluşma, atama
disappoint; hayal kırıklığına uğratmak, ümidini boşa çıkarmak
disappointment; hayal kırıklığı
disappointed; hayal kırıklığına uğramış kimse
disappointing; umut kırıcı
whether; yapıp yapmayacağı(-ıp, ıpmadığı); whether they will come is not certain yet. (onların gelip gelmeyecekleri henüz kesin değil.)
certain; kesin, muhakkak, mutlak
mystery; gizem, sır
claim; iddia etmek; ıt is claimed that she stole the money. That she stole the money is claimed. (onun parayı çaldığı iddia ediliyor.)
pronoun; zamir; ı, you, she
gerund; isim fiil; Ving
infinitive; mastar; to Vo
aspect; görünüş
progressive; süreç devamlılık belirten
developing; gelişen, gelişmekte olan; developing countries
adjectival; sıfat gibi kullanılan; the man who is reading the newspaper is my father, the man reading newspaper is my father.
adverbial; zarf niteliğinde
properly; doğru dürüst, uygun şekilde; If it is used properly, this computer will last at least three years. (Doğru kullanılırsa bu bilgisayar en az 3 yıl dayanır.)
last; sürmek, dayanmak; ıf it is used properly, this computer will last at least three years.(doğru kullanılırsa bu bilgisayar en az 3 yıl dayanır.)
intransitive; geçişsiz fiil, neyi-kimi neye-kime sorularına cevap vermez pasive olmaz; intarnsitive verbs (some unexpected problems arose. Bazı beklenmedik problemler ortaya çıktı)
suggest; önermek (propose, recommend); they suggested going on a long vacation
both; ikiside; I learned both.
neither; ikisine de olumsuz, ikiside değil; He believes neither.(ikisinde de inammıyor)
clear; açıklamak, netleştirmek; the prsident made it clear that the new law would protect all citizens.(başkan yeni yasanın bütün vatandaşları koruyacağını netleştirdi.)
object pronoun; nesne zamiri; me, him, her, it, us
fond; üşkün, meraklı, fan (devotee); I am not that fond of these(bunlara o kadara da düşkün değilim)
either; ikisinden biri, ikisinden hiçbiri olumsuzda; I don't know about either (ikisi hakkında da bilgim yok)
stubbornness; inat (spite, obstinacy, persistence)
stubborn; inatçı, dikbaşlı (obstinate, tenacious)
spite; inat, nispet
spite of; edat olan karşın
in spite of; rağmen; In spite of the fact that he is rich, he is not happy.(zengin olmasına rağmen mutlu değil) ayrıca of preposition olduğu için that kullanılmaz the fact that kullanılır.
concern; ilgilenmek, kaygılanmak; I am not concerned about where she was yesterday (dün nerede olduğuyla ilgilenmiyorum)
manage; halletmek, kıvırmak, başarmak; I don't know about how she managed to pass that test (o testi geçmeyi nasıl başardığını bilemiyorum)
permanent; daimi, devamlı, sürekli, kalıcı
treat; davranmak, muamele etmek; I don't want to be treated like this. (Bana böyle davranılsın istemiyorum.)
for the time being; şu an itibari ile
significant; önemli, anlamlı
rarely; nadiren, seyrek olarak, ayda yılda bir %25
barely; ancak, zar zor, hemen hemen, %25
hardly; zorla, ancak, neredeyse, hiç, güç bela,%25
seldom; nadiren, seyrek, arada bir %25
occasionaly; arasıra, bazen %50
hospitality; konukseverlik, misafirperverlik
inhabitant; oturan kimse, sakin; (occupant)
courteous; kibar, nazik, saygılı
amaze; hayrete düşürmek
native; yerli, doğal
graciousness; nezaket, zerafet
geniality; güler yüzlülük, sempatiklik
friendliness; samimiyet, dostluk (warmth)
struck; etkilemek (impress)
currently; şu anda
presently; şimdi, hemen; (currently)
presumably; (adv) tahmin edileceği gibi, büyük ihtimalle, muhtemelen
presume; varsaymak, farz etmek, tahmin etmek; (estimate, guess, conjecture)
presumable; (adj) tahmin edilebilir
large-scale; büyük ölçekli, geniş çapta
avoid; kaçınmak
blame; suçlamak
concern; endişe, kaygı
incidence of; sıkça oluşu
ancient; eskiden kalma
exhausted; tükenmiş, takatsiz, bitmiş, canı çıkmış
beating; kalp atması, vurması
tremble; titremek, ürpermek
trembling; (noun) titreme
sigh; ah etmek, iç çekmek
rigid; kaskatı, sert
marble; mermer
revive; yeniden canlandırmak, diriltmek, hayata döndürmek
servant; hizmetçi, uşak
fainted; baygın
fever; ateş, humma, telaş
tapestries; duvara asılan işli örtü
sofa; kanepe, sedir
chandelier; avize
enormous; büyük, azman
ornament; aksesuar, süs eşyası
loneliness; yalnızlık
abbey; manastır
devoted; sadık, bağlı, (loyal)
agony; (noun) acı çekişme, ızdırap
resist; direnmek, dayanmak
desperate; çaresiz, umutsuz; (hopeless)
pale; solgun, sararmış
determined; azimli, kararlı
expression; ifade, anlatım, eda
eyebrow; kaş
eyelash; kirpik
delicate; nazik, narin
confident; güvenli, emin; (certain, convinced)
interrupt; söze karışmak, sözünü kesmek
recognize; tanımak, fark etmek
constantly; sık sık, sıkça
desire; arzu etmek, istemek
fluently; (adv) akıcı biçimde
gradually; azar azar
invariably; değişmeden, her zaman, sürekli olarak
occur; cereyan etmek, ortaya çıkmak, oluşmak
unbearable; katlanılmaz, dayanılmaz
rare; nadir, bulunmaz (unique)
formerly; vaktiyle, önceden, eskiden
initially; başlangıçta, ilk olarak
notion; kavram, fikir
descend; inmek, alçalmak
deteriorate; kötüleşmek, fenalaşmak (aggravate)
borrow; ödünç almak, borç almak
upset; keyfini kaçırmak
expectancy; beklenti, umut
threshold; eşik, eğik
brink; kenar, kıyı, eşik, ağız
bankruptcy; iflas, batış
intention; niyet, maksat
prediction; kehanet
flu; grip
diagnose; teşhis etmek, tanı koymak
rehearse; prova yapmak
candidate; aday
crooked; çarpık, çurpuk
shrink; çamaşırın çekmesi, küçülmesi
promising; umut verici; (encouraging)
quite; epey; quite a lot
rug; kilim, halı
fling; atmak, fırlatmak, bırakmak; He flung himself into the chair with such force that it collapsed.
forsake; terketmek, bırakmak; She forsook a promising career in computer technology in order to study rug weaving.
knit; örgü örmek
arrange; düzenlemek, toplamak, ayarlamak
sink; batmak (geminin, güneşin); (sank, sunk) The sun was sinking rapidly.
wrap; sarmak, dolamak; (wind) I wrapped it up in a piece of paper.
flood; sel baskını
inevitable; kaçınılmaz
clear out; boşaltmak, tahliye etmek;
weed; yabani ot
pond; gölet, havuz
sip; yudumlamak; (sip my wine)
excess; aşırılık, ölçüsüzlük, para harcarken
obvious; besbelli, apaçık, aşikâr (apparent, evident)
furniture; ev eşyası
attend; katılmak (bale kursuna)
slip; kaymak buzda denge kaybı
shed; dökmek, akıtmak,
polish; cilalamak arabayı
maintain; sürdürmek
mistake; yanlış anlamak
spark; kıvılcım
rush; acele etmek, koşmak
dash; atılmak, fırlamak
rapidly; hızlıca
dust; tozunu almak, silkelemek
brigade; ekip, takım; (fire brigade)
beat back; geri püskürtmek; (beat back the flames)
beam; kiriş, ışın, huzme
sleeve; elbisenin kolu; sleeve of the jacket
insistence; ısrar, diretme
burst into; aceleyle girmek polis
essay; girişim, deneme
sulk; somurtmak
wonder; merak etmek
spill; dökmek, akıtmak damlatmak çay dökerken üstüme damlattı; (spilt or spilled is interchangable)
mourn; yas tutmak
vary; değişiklik göstermek; The blood pressure of healty person varys with exercise and emotinal stress
intense; şiddetli, aşırı, son derece; intense beam of light
beam; ışın, huzme; intense beam of light
grief; acı, üzüntü, keder; (sadness, deep sorrow) The grief we are experiencing at this sad moment is indescribable.
indescribable; anlatılamaz, tarifsiz; The grief we are experiencing at this sad moment is indescribable.
thick; kalın, yoğun duygu
pollution; kirlenme; Traffic causes pollution and the constant increase in traffic day by day is causing more and more air pollution.
constant; sürekli; Traffic causes pollution and the constant increase in traffic day by day is causing more and more air pollution.
provide; sağlamak, temin etmek; The National Health Service isn't providing the necessary level of care at the moment due to the flu epidemic.
epidemic; salgın; (flu epidemic)
stain; leke, kir
stained; lekeli, kirli
linen; çamaşırlar (çekmecedeki çamaşırlar)
affirmative; olumlu cevap
negative; olumsuz cevap
interrogative; soru, sorgu
peculiar;(curious) acayip, tuhaf; The man's peculiar behaviour aroused the police's suspicion.
carpenter; marangoz
boiler; kazan, su ısıtıcısı
envious; kıskanç, kıskanan; jealous
enthusiastic; hevesli, istekli, çoşkulu
craftsman; sanatkâr
go over; tekrarlamak
harsh; sert, katı (hava koşulu)
roll down; dökülmek (gözyaşı); Tears of joy rolled down her face.
attic; tavan arası
raise; yükseltmek (kim sorusuna cevap veren)
transitive; geçişli; The supermarket raised its prices twice last week. (raised, raised)
rise; yükselmek (ne sorusuna cevap verir)
intransative; geçişsiz; Prices rose three times alst week. (rose, risen)
realitionship; arkdaşlık, dostluk, ara (Onunla aran iyi miydi); Do you have a good realitionship with her.
horrid; korkunç, iğrenç (Korkunç yaratıklardır.) ; They are horrid creatures.
vile; alçak, değersiz; (disgusting, wicked)
loath; isteksiz
loathe; iğrenmek, tiksinmek, nefret etmek
loathsome; tiksindirici, menfur, iğrenç, müstehcen
loathing; iğrenme (n)
loathingly; tiksinerek, nefretle (adv)
loathsomeness; iğrençlik
hateful; nefret verici
contempt; aşağılama, hor görme
contemptible; aşağılık, adi
immoral; ahlaksız
prance; kasıla kasıla yürümek (O rezil kadın haftalarca laboratuvarımı arşınladı durdu.); For weeks that awful woman pranced around my lab.
apprehend; tutuklamak (arrest); We went to his house, ready to apprehend him
to what end; ne amaçla
participate; katılmak, ortak olmak (Yardım etmek ister misiniz.); Are you willing to participate
soothe; yatıştırmak (insan gönlünü yatıştırmalı); A man may soothe his soul.
raw; çiğ, olmamış, hassas (siirlerim biraz gergin); My nerves are a bit raw.
nerve; asap, sinir
nervous; sinirli, gergin (adj)
messy; dağınık, pasaklı, karmakarışık (dağınık yerlerden rahatsızlık duyuyor); Messy spaces bother him.
self-taught; kendi kendini yetiştirmek
fascinated; büyülenmiş, kendini fazlasıyla kaptırmış (kendini fazlasıyla kaptırmış); He's fascinated by the brian
divert; başka yöne çekmek, uzaklaşmak (Acılarından uzaklaşma ihtiyacı hissediyor.); He needs to divert himself from his misery
straight; come straight back
abusive; küfürbaz, kötü davranan (Bende bana kötü davranan bir ailede yetiştim); I also came from abusive home
you said so yourself; kendin söyledin
unoccupied; oturulmayan, boş, işsiz; It's been unoccupied over since.
occupy; oturmak, işgal etmek, meşgul etmek
occupied; meşgul, dolu (adj.)
he beat me for three days straight; Beni üçgün boyunca dövdü
gentle; kibar, anlayışlı
polite; nazik, terbiyeli; (gentle, courteous)
distinguished; seçkin, güzide
noble; asil
kind; yardımsever
sedate; yatıştırıcı, sakinleştirici vermek
sedated; sakinleştirici verilmiş halde
cognitive; idrak ile ilgili; cognitive ability
imprint; etki, izlenim; An imprint that can't be erased
figment; hayal ürünü, uydurma; You're just a figment
arouse; uyandırmak, canlandırmak; The man's peculiar behaviour aroused the police's suspicion.(aroused, aroused)
arise; kaynaklanmak; Their suspicion arose because of the man's peculiar behaviour. (arose, arisen)
set; koymak, yerleştirmek; We set the chair at the head of the table. (set, set)
sit; oturmak; My father sat at the head of the table (sat, sat)
lay; sermek (halı gibi); We laid the carpet after we'd painted the walls. (laid, laid)
lie; uzanmak, yatmak, yalan söylemek; I lay on the sofa after dinner and went to sleep. (lay, lain)
bind; bağlamak (tie up); He bound the dog to the fence with a long rope. (bound, bound)
bound; atlamak, sınır; Luxembourg is bounded by Belgium, Germany and France. The dog was bounding across the field. (bounded, bounded)
find; bulmak; I found your pen on top of the fridge (found, found)
found; temellerini atmak (ülkenin); Mao Tse-Tung founded the People's Republic of China. (founded, founded)
grind; öğütmek, ezmek; In the past people ground wheat into Hour using large stones. (ground, ground)
ground; hareket izni vermemek; The authorities grounded the plane for safety checks. (grounded, grounded)
wind; sarmak, dolamak, saati kurmak; He wound the string into a tight ball. (wound, wound)
wound; yaralamak; The gun shots wounded several people. (wounded, wounded)
fall; düşmek; She fell as she was getting off the bus. (fell, fallen)
get off; inmek otobüsden
fell; kesip devirmek ağacı; They felled the tree because it was getting too big. (felled, felled)
hang; suspend something; They hung a flag from the window for Republic Day. (hung, hung)
hang; adam asmak; The leader of the Pakistani military coup, General Zia ul-Huq, hanged the President, Bhutto, in 1979 (hanged, hanged)
thrust; içine sokmak (bıçak); Caesar's enemies thrust their knives into his back. (thrust, thrust)
lead; liderlik etmek, (zafere) taşımak; Because of his skill and judgement, Steve Bull led his team to victory.
swing; savurmak; The Viking warrior swung the axe over his head and let out a horrible scream before he rushed towards the enemy.
undertake; üstlenmek; After the death of her husband, Jane undertook the responsibility for the driving school and ran it herself. (undertook, undertaken)
weave; dokumak, örmek, elbise dikmek;
wring; döndürerek sıkmak; First she used a wet mop on the floor to get the dirt off. Afterwards, she wrung the mop out well and went over it again.
upset; keyfini kaçırmak; (upset, upset)
weep; ağlamak, iltihap akıtmak; When Judy won the competition last year, she wept with joy.
flee; kaçmak, sıvışmak, tüymek; After the end of World War II, the Latvian war criminal Konrad Kalis fled to Australia, where he became an Australian citizen. (fled, fled)
bear; dayanmak, katlanmak ; (bore, borne)
hide; saklanmak; For many years during the Second World War, Anne Frank and her family hid in the back rooms of an office building. Unfortunately, the Nazis discovered them in 1944. (hid, hidden)
lend; ödünç vermek; (lent, lent)
seek; araştırmak; After the manager left, they sought someone with similar experience but settled for a less qualified candidate in the end. (sought, sought)
settle for; razı olmak
withdraw; geri almak, çekmek (desteğini); (withdrew, withdrawn)
throw; atma, fırlatma (threw, thrown)
slide down; kayıp düşmek
hardship; zorluk, yokluk, cefa
plot; arsa
bent; eğik
pole; direk
tear; yırtmak, koparmak
canvas; çadır bezi
municipal; belediyeye ait; Municipal Building
permission; izin, müsade; I wanted to ask him for permission to marry you.
guess; tahmin etmek (v/n) (presume(v), conjecture, estimate)
trailer; karavan
miserably; sefil, rezil bir halde
pretend; yapar gibi görünmek, numarası yapmak; He had to pretend to love her.
nervously; sinirli bir biçimde, gergin olarak
abortion; kürtaj
break up; ayrılmak sevgililer
divorced; boşanmış
puzzled; şaşkın, kafası karışmış; (confused)
lecture room; konferans salonu
tear out; yırtıp çıkarmak; Tear out the page
despair; çaresizlik
pretend to; taslamak
envelop; zarf, kılıf
bulletin; duyuru; bulletin board
powder; pudra, toz, barut
bureau; büro, yazıhane
clerck; yazmanlık yapan, kâtip
story; bina katı
lean over; abanmak, üzerine eğilmek; He leaned over the wall of air shaft
closet; gömme dolap
divide; bölmek, taksim etmek, ayırmak
pleasant; hoş, sevimli, şirin
attorney; avukat, vekil
cruel; acımasız, gaddar
excitement; heyecean, çoşku
put down; telefonu kapatmak
silly; aptal, sersem
realize; fark etmek, farkına varmak
urgently; acilen
refuse; reddetmek
worn; eskimiş, yıpranmış
confess; itiraf etmek; (admit)
copper; bakır
greedy; açgözlü
brutal; yabani
consider; saymak, görmek; The King considerd them outlaws.
merchant; tacir, tüccar
nobleman; asilzade
cavern; büyük mağara; (den)
merry; neşeli, şen, mutlu; (happy, glad, joyful, cheerful, jolly)
friar; katolik rahibi, keşiş
riverbank; ırmak kenarı
quarrel; tartışma, ağız kavgası; I had quarrel with my abbot friar said;
furious; kızgın, öfkeli
maid; hizmetçi kadın
disguise; kılık değiştirmek
beggar; dilenci; He was disguised as a beggar.
abbot; başrahip
recognize; fark etmek farkına varmak, tanımak
loyal; sadık, vefalı; (devoted, faithful)
coward; korkak, ödlek
disgust; (loathe, detest, abhor) (n/v) tiksinme, nefret, iğrenme; He looked at the Sheriff with disgust.
peasant; köylü, cahil
crowd; kalabalık
contest; mücadele, karşılaşma
midday; öğle vakti, öğlen
bishop; piskopos
banquet; ziyafet, şölen; Wedding banqeut
excitement; heyecan, telaş
in disguise; kılık değiştirmiş halde
nephew; erkek yeğen
lorry; kamyon
roundabout; dolambaçlı yol
jam; kargaşa
talkative; geveze; He is the most talkative person, I have met in my life.
comparison; kıyaslama, karşılaştırma; I'm afraid I can't make a comparison between Turkish and Indian cuisine because I've never tried the latter.
cuisine; mutfak, yemek pişirme sanatı; I'm afraid I can't make a comparison between Turkish and Indian cuisine because I've never tried the latter.
latter; ikincisi, ikinci bahsedilen şey; I'm afraid I can't make a comparison between Turkish and Indian cuisine because I've never tried the latter.
apparent; belli, açık, aşikâr; (obvious, evident)
apparently; görünen o ki
throughout; baştan sona, süresince; Apparently, it was an easy victory for him because he ran first throughout the race.
proposal; teklif ihalede mesela; send proposal
deliver; teslim etmek; Has the postman deliverd the mail yet?
peel; kabuğunu soymak (meyvenin); I have been peeling fresh orange.
dye; boyamak, boya geçmesi; The juice of the fruit has dyed my hands.
scrub; ovalamak, fırça ile yılamak; I have been scrubing this floor for an hour.
gain; kazanmak, elde etmek (müşteri); gain lots of regular costumer
accommadation; kalacak yer; rented accommadation
leak; sızdırmak; the water pipe has been leaking.
inspect; kontrol, etmek, muayene etmek, teftiş etmek; The council has only just inspected the water pipe
temptation; şeytana uyma, ayartma; I have resisted the temptation.
consider; hesaba katmak, planlamak; I have been considering ordering a new carpet.
ordering; ısmarlama-yı; I have been considering ordering a new carpet.
persuade; aklını çelmek, kandırmak; My husband has been trying to persuade me
dine; akşam yemeği; dinner
coast; sahil; coast road
province; il, vilayet
mutineer; asi, isyancı (rebel, rebellious) ;The mutineers hanged the captain from the mast of the ship and whipped him until his back bled.
mast; direk (gemi); The mutineers hanged the captain from the mast of the ship and whipped him until his back bled.
whip; kamçılamak; The mutineers hanged the captain from the mast of the ship and whipped him until his back bled.
squirrel; sincap
beg; yalvarmak
settle; yerleşmek
recently; son günlerde (Perfect)
lately; son zamanlarda (Perfect)
vineyard; üzüm bağı
parcel; paket, koli
worship; ibadet etme, ibadet; Stonehenge, England, has been a place of worship since the Stone Age.
prescription; reçete, ilaç yazma; The doctor gave me presciption yesterday
incentive; teşvik edici, harekete geçirici şey; The government announced a new incentive for the unemployed yesterday.
invoice; fatura etmek, fatura; We have been writing invoices by hand for the last few days.
look after; bakmak, ilgilenmek; This time last year I was looking after a new-born baby.
gossip; dedikodu yapmak; While Lucy and I were gossiping during our maths lesson, we noticed that the teacher was observing us.
notice; fark etmek, farkına varmak, gözlemlemek; While Lucy and I were gossiping during our maths lesson, we noticed that the teacher was observing us.
observe; kızarak dikkatle bakmak; While Lucy and I were gossiping during our maths lesson, we noticed that the teacher was observing us.
steadily; durmadan, mütemadiyen, ısrarla; As the performance of our vacuum cleaner has been deteriorating steadily for the last week.
sort out; halletmek, icabına bakmak (handle, manage) ; I have been trying to sort out this problem for a long time.
habitually; daima; He always has bright ideas, but habitually, he doesn't follow them through.
through; direkt, kesintisiz, sayesinde; He always has bright ideas, but habitually, he doesn't follow them through. Cattle and pigs were domesticated 9000 years ago an through selective breeding have become main sources of animal food for humans ever since
awkward; beceriksiz, sakar, ters, uygunsuz; I decided not to visit them at such an awkward time.
millennia; bin yıl; Humans have been painting and drawing the animals and landscapes around them for millennia.
approximately; aşağı yukarı, tahminen, yaklaşık olarak; We have been trying to start my car for approximately an hour.
complain; şikayet etmek, şikayetçi olmak, yakınmak;
privatization; özelleştirme
afterwards; ondan sonra, daha sonra
afterward; sonradan
pram; çocuk arabası
strap; kemer, kayış
purpose; amaç, maksat, niyet, (intention)
temper; ruh hali; I never lose my temper on purpose.
regret; teessür, üzüntü, üzülmek, hayıflanmak, pişman olmak; I never lose my temper on purpose, of course, but sometimes I just explode though I always regret it afterwards.
launderette; çamaşırhane
laundry; çamaşır
hurry; acele etmek; She hurried onto the train because the station guard was blowing his whistle.
pedigree; safkan cins; They have been breeding pedigree dogs for three generations.
negotiator; görüşmeci, arabulucu; The negotiators have been trying to bring the two sides together for months, but so far they have failed.
lottery; piyango; I started to play the lottery about twoyears ago, but I haven't won anything yet.
rein; dizgin (bridle) ; The first time I went horse riding, I was very nervous and held the reins very tightly.
immensely; ciddi anlamda, son derece, pek çok; Life has changed immensely since Thomas Edison invented the first light bulb in 1879.
landslide; toprak kayması
profession; iş, meslek, uzmanlık alanı
disease; hastalık, rahatsızlık, illet
bury; defnetmek, gömmek, cenazeyi kaldırmak
fruitless; verimsiz, kısır, sonuçsuz, meyve vermeyen
wealthy; zengin, paralı, varlıklı
eventually; sonunda, nihayet; He founded a little business which eventually became quite prosperous and, by the time he retired, he was a wealthy man.
prosperous; kazançlı, başarılı (adj)
time consuming; zaman alan, zaman isteyen
consume; harcamak, bitirmek
flavour; tat, lezzet
spice; baharat, çeşni, bahar, heyecan
according to; göre
withstand; dayanmak; According to the producer's claim, this emergency earthquake cage can withstand eighty tons of pressure.
welder; kaynakçı, kaynak makinesi
vigorous; güçlü, kuvvetli, dinç, zinde
anxious; endişeli, kaygılı, huzursuz, worried
jealousy; kıskançlık
wrinkle; kırıştırmak, buruşturmak
fold; katlamak
crease; katlamak, sıyırmak
drop; düşüş
sheer; dimdik, diklemesine
effect; etki, tesir (influence, impact)
reside; ikamet etmek, yerleşmek (settle)
grant; vermek, bahşetmek, (burs, bağış)
salute; selam vermek, selamlamak
bump; çarpmak, bindirmek, toslamak
encounter; karşılaşmak, rastlamak, yüz yüze gelmek; (come across)
celebrity; ünlü, tanınmış kimse
mingle; araya karışmak; Louise and Sophie crept passed the security guards at the entrance unnoticed and mingled with the celebrity guests at the party.
unnoticed; fark edilmeden, göze çarpmadan
inconvenience; rahatsızlık, külfet, sıkıntı vermek; (trouble, disturb)
delay; erteleme, geciktirme
applaud; alkışlamak, el çırpmak;
commit; teslim etmek, emanet etmek
brag; övünmek, böbürlenmek
braggart; kendini öven, övünen
bragging; övünme
note; kâğıt para; a twenty pound note
change; bozuk para
deliberate (adj); kasti, planlanmış; (adv:consciously)
describe; tanımlamak, ifade etmek; An abnormally high body tempature is described as a fever.
temperament; huy, yaradılış, mizaç
temperature; sıcaklık
proposal; öneri, teklif (suggestion)
row; kürek çekmek, sandalla gezdirmek
scrub; fırça ile ovmak; As a cabin boy, every day Norman and the others scrubbed the deck of the ship until it was spotlessly clean.
spotless; lekesiz
spotlessly clean; tertemiz
peak; zirve, uç; mountain peak
worship; tapmak, ibadet etmek; In the fifteenth century, South American Incas worshipped many gods.
envy; gıpta etmek, imrenmek
pensioner; emekli
cut down; azaltmak (decrease); Since police officers in London have cut down on the number of stop and searches they carry out, there has been a significant increase in crime
carry out; uygulamak, gerçekleştirmek, yapmak, tatbik etmek (accomplish, execute,succeed in); Since police officers in London have cut down on the number of stop and searches they carry out, there has been a significant increase in crime.
devote; ayırmak, tahsis etmek, adamak
refreshment; hafif yiyecek, serinletici içki, atıştırmalık
separately; ayrı ayrı; She sold half of garden separately.
cane; sopa, değnek, haydar
pupil; öğrenci, stajer; Teachers used a cane to punish pupils.
immense; engin, muazzam;
bolt; sürgülemek (kapıyı); First you have to unbolt the gate.
unless; olmadıkça, +olumsuzluk -isen; Because sugar sinks to the bottom of a tea cup, unless you want the last mouthful to be sickly sweet, it is a good idea to stir your tea well.
step off; inmek, (get off); I stepped off the minibus straight into a pile of snow, some of which went inside my boots.
straight; dümdüz, dosdoğru; I stepped off the minibus straight into a pile of snow, some of which went inside my boots.
pile; yığın; pile of snow
niece; kız yeğen, * nephew
due to; -den dolayı, yüzünden, nedeniyle (because of, an account of, caused by); I often play 'snakes and ladders' with my niece, but due to the fact that she cheats she always wins.
objection; itiraz, karşı gelme (disapproval); We would like to send you some information about our products and services if you have no objection to us doing so.
suggestion; teklif, öneri, fikir;
possessions; mal mülk, varlık, servet, elde ne varsa
auction; açık arttırma yeri, açık artırma ile satmak; After their mother died, the children decided to hold an auction and sell all her possessions to the highest bidder.
funeral; cenaze töreni;
bumpy; sarsıntılı; Pilot made a bumpy landing.
bumpkin; dangalak, ahmak, hödük
sew; sökük dikmek
mouthful; ağız dolusu, yudum; Because sugar sinks to the bottom of a tea cup, unless you want the last mouthful to be sickly sweet, it is a good idea to stir your tea well.
pair; çift, iki adet olan
hire; kiralamak, tutmak; hired a taxi
prime; kullanıma hazırlamak; Prime rear thrusters.
shred; parça, dilim; if that's Valdack, he'll rip us to shreds.
rupture; kırılma, yırtılma, çatlak; major rupture to cargo bay
cluster; salkım, demek, küme; take us into that asteroid gas cluster.
hull; kabuk, çerez, geminin gövdesi;
breach; gedik açmak, yarmak, delinmek; his hull's breached, shields gone.
hail; seslenmek, selamlamak; he's already hailing us.; zaten bize sesleniyor
reflect on; iyice düşünmek; reflect on that while you can. Fırsatın varken bunu iyice bir düşün.
ease; rahatlatmak, kolaylaştırmak; at ease (rahat)
plot; plan üzerine işaretlemek, grafiğini çizmek; you want me to plot a pursuit course, captain? (takip rotası oluşturmamı ister misiniz kaptan?)
pursuit; kovalama, takip
course; yön, gidişat, rota
jolly; son derece, fazlasıyla, (adj)neşeli, şen, keyifli
jolly good; mükemmel
immersive; sürükleyici; Prepare to enter the most immersive gaming experience in years (Yıllardır yaşadığınız en geniş kapsamlı oyun deneyimini tecrübe etmeye hazır olun.)
skim; yağsız; skim milk
good call; iyi seçim
pass on; I just wanted to, uh, pass on my admiration to the person who actually designed Infinity (Infinity'yi tasarlayan kişiye olan... ...hayranlığımı dile getirmek istedim.)
pass out; bayılmak; (faint)
tribute; övgü
damsel; genç kız; mini-skirted damsels (mini etekli kızlar)
close in; kısalmak, günler, yaklaşmak; Christmas is closing in like a goddamn meteor. (Noel lanet bir meteor gibi yaklaşıyor.)
gonna be up; hazır olacağını; Tell me it's gonna be up and running before the weekend.( Hafta sonundan önce hazır olup kullanılacağını söyle bana lütfen)
alter; değiştirmek; if we had time, we could alter the trading mechanics
I’m on it; ben ilgileniyorum.
pathetic; acıklı, dokunaklı, zavallı;
disgraceful; rezil
no room for errors; hata payımız yok
at once; derhal, hemen
I was just gonna fix a coffe; bir kahve yapacaktım
are you settling in?; Alışıyor musun?
sublime; yüce, ulu, olağanüstü; his coding is sublime
stare; gözlerini dikip bakmak;
starey; dikizci
berth; manevra alanı, açıklık; wide berth (çok yakınlaşma, kaçın)
later guys; görüşürüz millet
go away; mekandan ayrılmak
tolerate; müsammaha göstermek
give away; açığa vurmak, bağışlamak, hediye vermek
dead give away; apaçık delil
call for; istemek
discharge; görevden almak
urge; ısrar etmek
extend; genişletmek, yaymak, uzatmak
blunt; azaltmak, köreltmek, patavatsız
choke; boğularak öldürmek, boğulmak, nefesini kesmek
cut in; sözünü kesmek
cut down; (sigarayı, yeme içmeyi) azaltmak
so that; onun için
rubber; plastik
absolutely; tümüyle (entirely, totally)
suddenly; ansızın, birden bire ; (all at once)
postpone; ertelemek; (put off)
regret; pişman olmak
put up with; tahammül etmek, katlanmak
stay up; desteklenmek
hold your horses; be patient
assemble; bir araya getirmek, birleştirmek
by way of; yolu ile, -şuradan; (via) John traveled to San Antonio by way of Atalanta
due to; yüzünden, dolayı
in case; -dığı takdirde
hesitate; tereddüt etmek, duraksamak; (waver)
regardless of; -e aldırmadan, -, düşünmeden
examine; gözden geçirmek
take after; fiziki olarak birine benzemek, birisi gibi davranmak
keep up with; ayak uydurmak, yetişmek; How can you keep up wtih a teenager’s boundless energy?
malfunction; teklemek, bozuk çalışmak
combustion; yanma, tutuşma
overhaul; bakım, tamirat
nevertheless; bununla beraber, yine de; (however)
apart from; -den başka, bir yana
for instance; mesela, örneğin
even though; -e rağmen, -diği halde
in order to Vo; (görmek) için
insulate; tecrit, izole etmek
thus; bu yüzden, böyle; There’s no electrictiy, thus we can’t use the PC.
come across; birine veya bir şeye rastlamak; He came across some of his old love letters in his wife’s drawer.
come about; olmak, meydana gelmek; (happen, occur, come to pass, take place)
tributary; kol, uzantı; The Tennessee River is the largest tributary of the Ohio River.
polar; kutup
shallowest; en sığ
peninsula; yarımada
northhern; kuzey
upland; dağlık
inflation; enflasyon
rely on; -e güvenmek; I know I can rely on your discretion
discretion; sağduyu
break out; başlamak, patlak vermek; Worl War I broke out in 1914
end up; sonuçlanmak, -ile neticelenmek;
expand; genişlemek
mercury; civa
spend; harcamak, vakit geçirmek
resolve; karar vermek, kimyada çözmek
vapor; buhar
hand down; kuşaktan kuşağa devretmek; The idea of handing down our knowlegde from generation to generation is important to us.
bring about; meydana getirmek, sebep olmak; (lead to, arouse, cause) What brought about the change in his attitude, onun davranışlarındaki değişime ne sebep oldu
inspector; müfettiş
proposal; öneri; (proposition, suggestion, tender)
accuse; suçlamak, itham etmek; (blame)
populous; kalabalık, yüksek nüfuslu
look after; -e bakmak, ile ilgilenmek (take care of); My mother loves looking after her grandchildren
point on; belirtmek, ifade etmek; (pass on)
therefore; bu nedenle; (hence, consequently)
eagerly; hevesle, can atarak
eager; hevesli, coşkulu, istekli; (ambitious, desirous, anxious for/to, enthusiastic)
appearance; görünme; I was awaiting the appearance of the book in the shop (Kitabın dükkânlara gelmesini bekliyordum)
imitate; taklit etmek; (mock, impersonate)
lecture; öğütlemek, azarlamak
find out; öğrenmek, anlamak; (discover, learn)
pick up; kaldırmak, toplamak, pratik yaparak öğrenmek
wrongdoer (n); haksızlık yapan, günahkar, zalim; tyrant
wrongful (adj); insafsız; (cruel)
wrongfully; haksız bir şekilde
indeed; gerçekten, hakikaten
no indeed; hiç de öyle değil
tribal; kabile, kabileye ait
tribe; kabile, boy, oymak
disturbance; rahatsızlık, karışıklık; (disorder, chaos)
dirorder; düzeni bozmak, karıştırmak, sağlığını bozmak
burglar; hırsız; (thief)
stifle; boğmak , birinin soluk almasını zorlaştırmak; (choke)
rot; çürümek (ceset); (decay, spoil)
spoil; bozmak; mahvetmek, içine etmek; spoil a joke
be spoiling for Vo; bir şey için şansını zorlamak, fight kavga çıkartacak kadar
bruise; morluk
clutter; yığmak, düzensizce atmak, çöp yığını, gürültü, patırtı
hickeys; ısırık izi, zımbırtı, ıvır zıvır
obnoxious; iğrenç; (disgusting, repulsive, revolting)
revolt; isyan çıkarmak
revolt at/against; iğrenmek , tiksinmek; (loathe)
chew; çiğnemek
barf; kusmak, kusmuk
stoned; sarhoş, uyuşturucu almış
den; mağara
poltergeist; hortlak, musallat olan ruh
you drive me nuts; beni delirtiyorsun
restrain; alı koymak, engellemek; (curb, hinder)
you must take my word for it; sözüme güvenin
clairvoyant; görülmeyen şeyleri görebilen
clairvoyance; görme yeteneği, basiret, sağgörü
consciousness (n); bilinç, şuur
conscious (adj); bilinçli, kasti
self-conscious; mahcup, sıkılgan; (ashamed)
consciously (adv); bile bile
presence; varlık
flimsy; dayanıksız; (fragile, frail, weak, feeble, delicate)
imply; ima etmek; (allude, hint)
perpetual; sürekli, daima, aralıksız; (eternal, permanent, unending)
linger; (gitmesi gerekirken) kalmak, ayrılamamak
betrayal (n); ihanet; (treachery)
betrayer; hain; (treacherous)
serenity; sükûnet
lather; sabunlamak, köpürtmek
suburban; kenar mahalleli, oraya ait
captive; esir, tutsak (imprisoned(adj), prisoner(n))
demand; talep etmek, istemek
hastily; aceleyle; (urgently)
debate; tartışmak, tartışma; (argue, dispute, arguement, discussion, quarrel)
tell off; azarlamak; (The boss was angry with us and she told us off for not finishing the work on time)
stand for; anlamına gelmek; I know that UN means, but what does NATO…..?
stand in; vekalet etmek; Sam was away last week so I had to stand in for him during the meeting.
look up; sözlükte aramak; If you don’t know the meaning of the word, I suggest you look up it in the dictionary
set off; yola çıkmak; In order to avoid the rush-hour traffic, they set off early.
in recent years; son yıllarda
cultivate; işlemek, ekip biçmek; These lands have been cultivated since time immemorial.
immemorial; çok eski (zamanlar), hatırlanması zor
adjoining; yan yana, bitişik; We have bought adjoining land and will build our new house there.
adopt; evlat edinmek
come out; ortaya çıkmak, piyasaya çıkmak; The new edition of dictionary hast just come out.
accomplish; başarmak, becermek, tamamlamak, üstesinden gelmek (manage, complete, fulfil, perform, carry out); Has he accomplished his goal yet?
gather; toplamak, bir araya getirmek (collect, assemble, accumulate); I haven’t not yet gathered enough material fort he article.
major; önemli, başlıca, geniş kapsamlı (vital, important, crucial)
scholar; alim, bilim insanı
phenomena; fenomen, olay, olgu
satisfactorily; tatmin edici tarzda, layıkıyla
merge; birleştirmek (combine, coalesce, join, amalgamate)
staff; personel
annually; her yıl , yılda bir (yearly)
outstanding; üstün, seçkin (distinguished, prominent, eminent)
prominent; çıkık, fırlak, hemen göze çarpan
eminent; ünlü, seçkin
jaw; çene
ache; ağrımak
extract; çekmek, çıkarmak; My jaw has been aching since that tooth was extracted
rumor; söylenti, dedikodu; (hearsay)
peaky; bitkin, zayıf düşmüş (exhausted)
interview; görüşmek, röpartaj yapmak
vulgar; müstehcen
make up; düzenlemek, hazırlamak
come to a decision; karara varmak, adını koymak
profoundly; derinden, son derece (deeply, intensely)
fluctuate; yükselip alçalmak, ticarette dalgalanmak; (vacillate, vary, change) Through the winter the bank rates were steady, but they have started to fluctuate again.
look through; incelemek, gözden geçirmek; I have looked through a few catalogues
break down; bozulmak, ruhen çökmek
superficially; yüzeysel
fruitful; verimli
concerning sth.; (preposition) ile ilgili , -e dair
ample; yeterli, bol (plenty, much)
provisions; erzak (supplies, food)
abet; kışkırtmak, azmettirmek; The jury found that his wife had abbeted him in the murder.
plot; kumpas kurmak, planlamak
reveal; belli etmek, açığa vurmak, ortaya koymak; Until the witnesses revealed the truth, the robbers had been denying their guilty
regard; göz önüne almak, kabul etmek, saymak, düşünmek, kanısında olmak (esteem, thought)
regarding; hakkında, e ilişkin (concerning)
wane; azalmak, eksilmek (diminish, decrease, decline)
diminish; azaltmak, eksiltmek
measure; ölçmek, tartmak, önlem
pharaohs; firavun
consul; konsolosluk
board; yönetim kurulu
consider; ele almak, değerlendirmek, görüşmek
witness; şahit, tanık
to witness; bizzat görmek, şahit olmak
look after; e bakmak, ile ilgilenmek; (care for, take care of, watch over) (hemşire-hasta, bakıcı-çocuk)
amuse; eğlendirmek, oyalamak
conduct; yönetmek; At tomorrow’s concert orchestra will have conducted by Carl von Braun
restrict; kısıtlamak, sınırlamak
restriction; kısıtlama, şart, koşul
rule out; bertaraf etmek, reddetmek, göz ardı etmek; Police have not rule d out the possibility that the man was murdered.
hold back; tutmak, zapt etmek, çekinmek; Her parents worried that her classmates were holding her back
deal with; ile ilgilenmek, üstesinden gelmek (cope with, manage, handle); They will dealing with the preparations for the festival next week.
on the supposition; olduğunu varsayarsak
before long; çok geçmeden
long before; çok daha önceden
a day from now; önümüzdeki bir gün
billion; milyar
surpass; geçmek, aşmak ; According to some scientist, the global population, which currently stands at about 6 million, will have surpassed 13 billion by the year 2050
make up for; -i telafi etmek; How can I make up for all the bad things I said about
account for; açıklama getirmek, sebebi olmak; Womens till account for two-thirds of the world’s illiterate people. We must generate a new theory to account for these phenomena
illiterate; okur yazar olmayan
lead to ; - e yol açmak, sebep olmak; (cause)
entirely; bütünüyle, tamamen, baştan sona
vital; yaşamsal, hayati; (crutial, critical, foremost)
acutely; zeka ile
individuals; bireyler
sustain; desteklemek, ayakta tutmak (support, provide for, finance)
quarry; toş ocağı
submerge; -i suyun içine batırmak, daldırmak, sular altında bırakmak; The floods destroyed farmland and submerged whole villages
associate; birleştirmek, ortak olmak
introduce to; ile tanıştırmak, - i tanıtmak
intimately; içtenlikle, samimi bir şekilde; (warmly, closely)
investment; aytırım
lack of sth ; bir şeyin eksikliği
foreseee; önceden görmek
foretell; önceden söylemek
surveillance; gözetim, nezaret
affect; etki etmek, etkilemek; (influence, impact)
such; az önce bahsedilen ki şey gibi, bu gibi
contribute to; -e katkıda bulunmak
stroke; inme, felç, çarpıntı
digestive; sindirim
besides (adv/pre); (adv) ayrıca, (pre) –den başka, bunun yanında
simmer down; sakinleşmek, yatışmak
here are; işte size; Here are some expert tips on how to simmer down
on; üstünde, hakkında; Here are some expert tips on how to simmer down
tailgate; başka bir arabanın ya da kişinin arkasından çok az bir mesafe bırakarak gitmek/gelmek
attract; çekmek, cezbetmek; attract toruble (belayı çekmek)
gesture; el kol hareketi, davaranış, mimik
respond; cevap vermek, tepki vermek
distract; dikkatini başka yöne çekmek, dikkatini dağıtmak
set someboby up; gereken kolaylığı sağlamak
intake of sth; kullanımı, alış; intake of caffein (cafein kullanımı)
irritate; sinirlendirmek
irritability; asabilik, çabuk öfkelenme
promote; (seviyesini) yükseltmek, terfi ettirmek
spur; teşvik etmek
act out; fevri davranış
fall down; çökmek, düşmek, kötüye gitmek; There would be no car sor airplanes, and skyscapers would fall down without the metal frames that support them
warm up; ısınmak, ısıtmak, canlanmak, coşturmak; Tdoay climatologists believe that the worlds climate is gradually warming up.
catch up with; arayı kapatmak, aynı düzeye yetişmek, -e yetişmek, yakalamak; In 1957 the Soviet Union launched Sputnik, the first artifical satellite to orbit Earth. American scientists scrambled to catch up with Soviet technology, and the space race was on.
droplet; damlacık
condense; yoğunlaşmak
condense into; -e dönüşmek
coat-of-arms; genelde kalkanların üzerine işlenmiş olan bir ailenin veya kurumun işaretini taşıyan özel desen
crusades; haçlı seferi
crusader; haçlı savaşçısı
anthems; marş; national anthems
undertake; üstlenmek
vivisect; üzerinde deney yapmak, otopsi yapmak; He vivisected the bodies of criminals
domesticate; evcilleştirmek
domestic; ev ile ilgili, aile içi, evcimen, yurt içi
massive; büyük, kocaman
cattle; sığır hayvanı
ceiling; tavan, iç kaplama; Michelangelo had hardly began work on the Pope’s tomb when Julius commanded him to complete the ceiling of the Sistine Chapel.
prior to; kendinden sonra sadece isim alabilen before anlamına gelir.
date back; temellerinin dayanması, to ile kullanılır ve her zaman present olarak kullanılıor; Modern animal physiology dates back to to the discovery of the circulation of the blood by the English physician William Harvey in 1616
breeding; terbiye, yetiştirme
surgical; cerrahi, cerrahiye ait
lightning; şimşek, yıldırım
cartilage; kıkırdak; Bay bones are made of a special material called cartilage
percent; yüzde
warm; ılık, sıcak
speculate; spekülasyon yapmak, hakkında tahminlerde bulunmak; Experts speculate that the world’s neeed for water has doubled today froam what it was in the 1980s
come to mind; aklına gelmek, hatırlamak; The first animal that comes to mind when we think of Turkey is probably the Kangal Dog.
prey; av
prey on; -i avlamak, -i sıkıntı vermek
severely; sert, haşin, şiddetli bir şekilde
deforestation; ormanların yok olması
infectious; bulaşıcı
commonly; çoğunlukla
germs; virüs, mikrop, bakteri
primarily; aslında, esasen; (chiefly, principaly, mainly)
pricipal; esas, ana, başlıca; (chief, primary, prime, first)
treaty; antlaşma; (agreement, compact, covenant, pact)
overrun; istila etmek, haddini aşmak; (invade, infest [bit, fare etrafı sarmak])
splice; uçlarını birleştirmek, iki ucu birbirine bağlamak
revolutionize; -de devrim yapmak, -i kökten değiştirmek; In recent decades, genetic engineering has been revolutionized by a technique known as gene splicing
separate; ayırmak, ayrılmak, bölmek, müstakil; (detached, disconnect, distinct[ayrı, farklı, başka])
entity; varlık, şey
ancestor; soy, cet; (forefather)
subsequent; bir sonraki, takip eden
consume; tüketmek, harcamak ;(use up)
widespread; yaygın; (common, popular, extensive)
common; ortak, müşterek, genel, yaygın, halka açık yer
extensive; uzatılmış, geniş, yaygın
comprehensive; çok amaçlı, kapsamlı, geniş
occupation; iş, meslek; (profession, work)
realm; dünya, alem; (region, domain)
relent; yumuşamak, acımak, merhamet etmek
relentless; (adj) insafsız, acımasız, merhametsiz; (wrongful, cruel)
relentlessly; acımasızca, merhametsizce; (harshly, severely)
harshly; sert bir şekilde, kabaca, zalimce
slaughter; kesmek, katletmek; (butcher an animal)
notice; ilan, duyuru, dikkat etmek, farkına varmak; (bulletin, announcement, discern, perceive)
perceive; algılamak, hissetmek
discern; fark etmek, farkına varmak; (discriminate, realize)
discriminate; ayırt etmek, ayrıcalık yapmak, fark gözetmek; He can´t discriminate good books from bad
journey; yolculuk, gezi, sefer; (voyage, travel)
settler; yeni yerleşen kimse, yerleşen
individualist; bireysel, bağımsız bir şekilde hareket eden veya düşünen kimse
response; cevap, yanıt, tepki; (noun form of respond, reply, answer, reaction)
contemporary; çağdaş, muasır
moderate; yatıştırmak, yumuşatmak; (soften, appease, simplify, ease)
simplify; basitleştirmek, sadeleştirmek, kolaylaştırmak
appease; yatıştırmak, sakinleştirmek; (soothe, ease, bring peace; relieve, satisfy)
legislature; yasama meclisi, yasama organı
abuse; küfretmek, taciz etmek
glacier; buzul
impetus; hız, şiddet, dürtü ; impetus of science (urge)
beneath; altında
ratify; onaylamak; (approve, authorize, confirm, sanction)
sanction; uygun görmek, izin vermek
authorize; yetki vermek, ruhsat vermek, onaylamak
immunity; bağışıklık
attribute sth to sth; bir nedene bağlamak, -e yormak, nitelik, vasıf; (arise) She attributes her success to hard work and a little luck
inhabit; yaşamak, oturmak; Bacteria had inhabited Earth long before human beings or other spicies appeared.
vanish; tarihe karışmak, soyu tükenmek ;(disappear, cease to exist)
occupy; oturmak
juggling; hokkabazlık yapmak
dredge for; kazı yaparak veya su altını araştırmak
dredge sth with sth; bir yiyeceğin üzerini hafifçe şekerle kaplamak; She dredge the top of cake with icing sugar.
compile; derlemek, toplamak
extinct; nesli tükenmiş; (nonexistent, vanished)
crop; ekin, mahsül; (harvest)
livestock; çiftlik hayvanları
dominate; egemen olmak, hakim olmak; (rule, control, command)
vicious; ahlaksız, kötü, fena, berbat; (evil, spiteful, fierce, ferocious)
wanderer; avare, göçebe, gezgin (vagabond)
vagabond; serseri, berduş;( vanderer, hobo)
mesmerize; hipnotize etmek; (hypnotize)
pediatrician; çocuk doktoru
subspeciality; alt uzmanlık alanı
adolescent; genç, ergen, ergenlik
evaporation; buharlaşma
consist of sth; -den oluşmak; a dessert consisting of fruit and cream
die of; .. sebepten ölmek;
die off; birer birer ölmek;
die down; yavaşça etkisini azaltarak kaybolmak, hafiflemek, dinmek; (diminish) She waited for laughter to die down before she spoke
correspondingly; aynı şekilde, paralel olarak
glare at; kızgın bir şekilde dik dik bakmak; She glared at him and stormed out of the room.
glance at; kısa bir göz gezdirmek, göz atmak; He glanced at his watch
stare at; gözünü dikip bakmak; Sean was staring at me
several; birkaç
quite; epey, oldukça
a lot of; çok
work on; üzerinde çalışmak
admit; accept, allow entrance
woman; çoğ women
ward; -e doğru, yönünde
towards; -e doğru
afterwards; daha sonra
profound; derin; (deep, intense)
profoundly; derinden, son derece; (deeply, intensely, extremely)
of; -e haiz
of+noun; adj (important artist : artist of importance)
destroy; yıkmak, harap etmek
conclusive; kesin, kati
controversy; fikir çatışması, ihtilaf, çekişme; (disagreement, debate, arguement)
settle; anlaşmak, halletmek (anlaşmazlık)
preservatives; koruyucu madde
steadily; durmadan; (persistently, diligently)
persistently; ısrarla, inatla
diligently; gayretli bir şekilde
abate; azalmak, hafiflemek
abating; azalma
provided that; koşulunun sağlanmasıyla
layman; laik adam
consider; göz önüne almak, saymak, addetmek
mammals; memeliler
vertebrate; omurgali hayvan
humour; mizah, espri anlayışı
laughter; gülme, gülüş
put forward; öne sürmek
actually; aslında, gerçekten (primarly : aslında esasen)
improve; düzeltmek, yoluna koymak
introduce; bir kanun veya düzenlemenin hayata geçirilmesi
labour; işçi
consistent; tutarlı, insicamlı
advent; geliş, giriş, ortaya çıkış
plurality; çokluk
predict; kehanette bulunmak
vast; geniş, engin, çok büyük
vastness; büyüklük, genişlik
emit; yaymak
improve; düzeltmek, yoluna koymak, geliştirmek, ilerletmek; (better, ameliorate, upgrade, uplift, amend)
ameliorate; problem veya sıkıntılı bir durumu iyileştirmek
amend; (belge üzerinde gerekli değişikliği yapıp) iyileştirmek; The contract has now been amended
slightly; hafifçe, az, birazcık, azıcık; (a little)
go into; girmek; Mediterranean trade went into a decline
mediterranean; Akdeniz
set fire; ateşe vermek, kundaklamak
intensify; şiddetlendirmek, şiddetlenmek, yoğunlaşmak; the discussion has intensified so we had to break
wide range of sth; pek çok
assume; farz etmek, saymak, takınmak; After 1933, Mustafa Kemal assumed the name of Atatürk
mass production; seri üretim
reign; hüküm sürmek, egemen olmak; For two decades after WW-II, mass production reigned supreme (seri üretim en yoğun dönemini yaşadı)
supreme; en yüksek, en üstün
pour into sth; içine dökülmesi, akması
get+adj; -leşmek, laşmak (get too large, genişlemek)
cavity; oyuk, çukur
cavities; diş çürükleri; cavities in your teeth
check over; incelemek, kontrol etmek; Before you pay Money for a new house, you have to check over every room to see it is worth buying
serf; toprağa bağlı köle;
oppress; (kölelere) baskı yapmak, sıkmak, sıkıştırmak; The Russian serfs had been oppressed for centuries, before they finally rose up against tyranny
tyranny; zulüm, zorbalık
rise up; ayaklanmak, isyan etmek; (rebel, mutiny, protest, dissent, revolt)
dissent; görüş ayrılığı, uyuşmazlık; there is a lot of dissent within Churt about women priests
priest; papaz
reveal; bilinir hale getirmek, ifşa etmek, gözler önüne sermek; (make known, tell, disclose)
recruit; işe almak, istihdam etmek, askere almak; (employ) Before WW-II, women were not recruited as a intelligence officers
as+noun; olarak; Before WW-II, women were not recruited as a intelligence officers
pass through; içinden geçmek (bir dönemin)
get through; -e varmak, ulaşmak; Owing to the snow no buses have gotten through today. (Bugün kar yüzünden buraya hiçbir otobüs varamadı.)
fiercely; şiddetli, şiddetle (adv)
sturdy; güçlü, sağlam, dayanıklı
make us of; -i kullanmak, yararlanmak; Vitamin D is a chemical that allows your body to make use of an important nutrient called calcium.
nutrient; besin, gıda
reaction; tepki, reaksiyon
snip; makasla kırpmak, kesmek; (n) kırpılmış parça, kırpıntı; When it’s in your skin, the ultraviolet energy in sunshine snips up another chemical that is already floating around in your body.
allow sb to do sth; izin vermek, müsaade etmek
the man (who) I know is a doctor; bildiğim adam
The lesson you have taken will be cancelled; aldığın ders iptal edildi
float; ortada dolaşan bu su yüzünde, havada, yüzmek gibi
occur; happen, take place, come about
take place; vuku bulmak
so (therefore); böylece; bu nedenle sebep sonuç açıklamak
thereby therefore farkı; thereby therefore gibi kullanılsa da thereby bir cümlenin başı olabilir, therefore kullanımı ise : cümle therefore cümledir.
as+noun; olarak (bir yolu olarak ) ; (as a way of)
as+clause; gibi : like+noun
liver; karaciğer
surprising; şaşırtıcı
about; concerning, regarding, in relation to, on the subject of, with reference to, as regards, a propos
with reference to; with regards to, relating to, pertaining to, in connection with
make up; düzenlemek, hazırlamak; oluşturmak; Living cells make up less than five percent of your body’s bones
continually; sürekli olarak, durmadan (repeatedly, recurrently); They are continually busy
at this very moment; tam şu anda
chew up; tahrip etmek, tüketmek; Specialized cells in your skeleton are chewing up old, worn-out bits of bone
worn-out; yıpranmış
meanwhile; bu arada
make sure; temin etmek, emin olmak; They are making sure that every part of your body gets just the right amount of calcium to keep it going.
to keep it going; çalışmasını sürdürebilmek için
in fact; aslında; (actually)
bloodstream; kan dolaşımı
think of; think about
spongy; süngersi
full of sth; birşeyle dolu olmak
precipitation; yağış, çiğ; Numerous factors influence the amount of precipitation in a location
numerous; çeşitli, çok sayıda (many, plentiful, abundant, several)
latitude; enlem
come from; den kaynaklanır, gelir (originate from, derive from)
then; ondan sonra, daha sonra
take sth apart; sökmek, parçalara ayırmak; He spent the whole afternoon taking his bike apart
put back together; tekrardan birleştirmek
essential; önemli, gerekli, zaruri; (necessary, vital) It is essential to arrive early for the show. It is absolutely essential that she gets this messages (for, to, part, that)
brittle; sert ama kolay kırılabilen; (stiff but fragile) brittle bones
keep sb/sth from doing sth; mani olmak, engel olmak; It keeps older peoples bones from getting brittle
be concerned about; kaygılanmak, endişe duymak; Parents were concerned about the lack of sunshine in the dark winter months
precise; tam, kesin, hatasız; It was so difficult to measure the precise impact of the labor acrion
get rid of; başından savmak, kurtulmak, kovmak; (dispose) How can you get rid of your old thermometer
dispose of sth; (atıp kurtulmak) to get rid of sth, especially by throwing it away; How did they dispose of the body
dump in the trash; çöpe atmak
incinerate; yakıp kül etmek
noxious; zehirli, zararlı poisonous or harmful
that’s why; bu nedendir ki; Thats why a mercury thermometer should never be incinerated or buried in landfill
instead of; …..nın yerine; Im going swimming on Monday instead of Friday now
instead+cümle; instead of +isim
hazardous; çok tehlikeli; (dangerous, perilous)
peril; büyük tehlike (n)
environment; çevre
retardation; geciktirme, yavaşlama; In humans, elevated mercury levels can cause mental and physical retardation
reduce; düşürmek, azaltmak
exposure; maruz kalmak
agree on; bir şey üzerinde hemfikir olma
agree with; biriyle anlaşmak
eliminate; get rid of, do away with
do away with sb/sth; sb : to kill someone, sth : get rid of sth. We may do away sth
tend to do sth; eğiliminde/meyilli olmak; I tend to wear dark clothes
because of; -den dolayı , yüzünden; We got into all this trouble because of you
such as; örneğin
as follows; aşağıdaki gibi ;Average annual rainfall in four cities is as folows:
dedicate; kendini bir şeye adamak, tahsis etmek
dedicated; tahsis edilmiş, adanmış; dedicated mother
nest; yuva yapmak; Last year, a pair of birds nested in the large plane tree in our garden
plane; çınar
cheer up; neşelenmek, keyiflenmek; it cheered me up
considerably; çok
sack; işten çıkarmak, kovmak
inflatable; şişme, şişirilebilir
replicate; kopya etmek, aynısını yapmak
compound; alaşım
indicate; işaret etmek, göstermek
intent; niyet, maksat, gaye
pull off; elbise çıkarmak
fleet; filo
indestructible; yıkılmaz, yok edilemez
intercept; radyo frekansı yakalamak
uncharted; keşfedilmemiş
succeed; başarılı olmak
infiltrate; sızmak, gizlice sokulmak
trove; define
incriminating; suçlayıcı
assume; farz etmek, sanmak
transmit; iletmek, yayınlamak
avenger; öç alan kimse, intikamcı
sewer; lağım
simpleton; saf dilli, avanak
predictable; tahmin edilebilir
will; amaçlamak
arrogance; kibir, küstahlık
fury; öfke, hiddet
swift; hızlı, çevik, çabuk
swiftly; çabucak; She looked at him swiftly.
concerned; ilgili, meşgul
murmur; mırıldanmak
complacent; halinden memnun, boşveren
ingenuity; marifet, hüner
deceiver; yalancı kimse, hilekâr
smooth out; kırışıklıkları düzeltmek; She smooted her gloves out on her knee with a nervous gesture
gesture; jest, mimik
glance; kısa bakış
occupant; oturan, sakini, kullanıcı; inhabitant
dart; fırlatmak; She darted a glance at the occupant of the big chair opposite her
ridiculous; olumsuz gülünç, rezalet, anlamsız
rubble; moloz, selin getirdiği taşlar; The little girl had been lying under rubble for days when the rescue team finally dug her out.
queue; bir şeyin için kuyruk sıra; When we arrived at the departure lounge, the passengers were boarding so we quickly joined the queue.
prospective; gelecekteki, olası, muhtemel; The salesman had been telephoning prospective clients for three hours when he made his first appointment that day.
fiercely; ateşli, sert; The boys had been wrestling quite fiercely with each other. I was worried, as I watched them, that somebody might get hurt.
crochet; tığ ile işlemek, kroşe yapmak; When I visited Sarah, her mother was crocheting the edge of a scarf at the time.
blink; gözünü kaçırmak; I'm certain he was telling the truth because I was looking at him straight in the eye and he didn't blink.
frantically; çıldırmış gibi;
bail; kayıktan su boşaltmak; The crew had been bailing water out of their boat frantically for two hours when they decided to give up and lower the lifeboat.
straight away; hemen; Because Dad was fixing the boiler when I came home from the gym on Sunday. I couldn't have a shower straightaway.
compose; yapmak, oluşturmak, tablo, music bestelemek; Picasso composed this classic oil painting.
sketch; taslak çizim
wain; eski saman dolu olan yük arabası
reduce; düşürmek fiyatı; Lots of customers rushed to the orange seller's stall when he reduced his prices at the end of the day.
peep; kaçamak bakmak, dikizlemek; I don't think dinner is ready yet. The last time I peeped into the kitchen, they were still cooking
punctually; tam zamanında, gününde; Usually, I hand my weekly report into work punctually.
occasion; sebep;
will; dilemek, arzulamak, istemek
seem; gibi görünmek
reason; gerekçe
mistreat; kötü davranmak, hor kullanmak; For three years now, Lisa has been taking in mistreated dogs
take in; almak, muhafaza etmek gibi
prevention; önleme, engel olma; Royal Society of the Prevention of Cruelty to Animals.
willing; istekli, gönüllü
willingness; isteklilik, gönüllülük
fetch; gidip alıp getirmek; I don't think I will have time to fetch Sally's birthday cake in the afternoon.
notify; bildirmek, haber vermek, tebliğ etmek;
vacancy; kontenjan; I will notify the secretary of the office manager vacancy.
undergo; katlanmak, çekmek; (bear) After you have undergone our expert parachute training, jumping out of an aeroplane won't bother you at all.
bother; can sıkmak, sinir bozmak
renovate; yenilemek, tamir etmek;
renovation; yenileme, tadilat, restorasyon; I expect that we will have completed the renovations to the house by the time my mother arrives to stay with us.
offer; teklif; suggestion, proposal
fabric; kumaş; I will take the fabric out of the dye at four o'clock.
take out; bir şeyi bir yerden çıkarmak; I will take the fabric out of the dye at four o'clock.
soak; bir sıvı içinde bekletmek; I will take the fabric out of the dye at four o'clock because, by then, it will have been soaking in the solution for two hours.
tutor; özel ders vermek; Can you come a little later? At three o'clock, I'll be tutoring a private student. I'm afraid.
tutoress; mürebbiye
tutorial; özel ders süresi
nag; dırdır etmek, başının etini yemek
nagger; dırdırcı
arrangement; aranjman, düzenleme
loose; bol (abundant)
hatch; yumurtadan civciv çıkması; The eggs will have hatched next month.
overflow; dışına taşmak; Last spring, the River Rhine overflowed its banks.
invest; yatırım yapmak; For many years now, the British government have invested in public transport.
congest; doldurmak, tıkamak; The cars continue to congest the roads.
coat; kaplama, kaplamak; I heve just applied a coat of varnish to the wooden floor in my living room.
splendid; muhteşem, görkemli, mükemmel; The village will look splendid when her Majesty the Queen sees it.
impasse; çıkmaz, (dilemma); The election impasse has also hurt Afghanistan's economy.
discuss; görüşmek, bir konu hakkında konuşmak
stark; sert, katı; The assault followed a stark message from the Taliban to world leaders.
extremist; aşırı görüşe sahip olan kimse
embroil; sokmak, itmek (siyasi karışıklığa); Afghanistan is embroiled in a political crisis.
pledge; söz vermek; Minister Ashraf Ghani have pledged to sign the security deal.
assailant; saldırgan
assault; saldırı
stoned; uyuşturucunun etkisinde olan; stoned driver
catch up; bilgilendirmek; we'll catch up on all their news when we see them.
reduce; azaltmak, aşağı çekmek hizmeti; since the government privatized the service, the company reduced the service.
ghastly; korkunç, feci; ghastly scream
florist; çiçekçi
broke; züğürt, fakir; Three hospitals and four clinics had refused to treat the girl's raging kidney infection because she was broke and lacked medical insurance.
raging; çok şiddetli, kudurma; Three hospitals and four clinics had refused to treat the girl's raging kidney infection because she was broke and lacked medical insurance.
attract; cezbetmek, çekmek; The Chinese goverment has been struggling to find out innovative means to attract western investments, which are crucial for the country's survival.
crucial; kritik, çok önemli; The Chinese goverment has been struggling to find out innovative means to attarct western investments, which are crucial for the country's survival.
struggle; boğuşmak; The Chinese goverment has been struggling to find out innovative means to attarct western investments, which are crucial for the country's survival.
estimate; tahmin etmek, kestirmek; Experts on climate change estimate that global temperatures will be higher than their average.
possess; sahip olmak; Five hundered years ago, the sun was thought to revolve around the earth and it was believed to possess spiritual powers.
suffice; yetmek, kafi gelmek
spiritual; ruhani
depose; görevden almak, tahtan inmek; After a civil war in 1959, the last Tutsi king was deposed and vast number of Tutsi fled into the neighbouring countries.
invade; saldırmak, ele geçirmek; As soon as Nazis invaded Poland in 1939, the allied powers declared war against Germans and their respective allies.
declare; açıklamak, beyan etmek; As soon as Nazis invaded Poland in 1939, the allied powers declared war against Germans and their respective allies.
finding; buluş; The recent findings about mars and its surface indicate that the posibility of finding water on the planet is quite high.
erupt; patlamak (volkan), patlak vermek (olay, kriz); In April 1994, Rwanda erupted into anarchy and chaos when President Habyarimana's plane was shot down by the erupting volcano.
evident; besbelli, aşikar; (obvious, apparent)
community; cemiyet; a group of people living together in one locality, having common interests
immigrant; göçmen, muhacir; a person who comes into a country to live there, but is not a native of that country.
shortage; yokluk, kıtlık; defiency, a lack, insufficiency
sufficient; yeterli, kafi
sufficiency; yeterlilik, uygunluk
lack; 1. olmamak, eksik olmak 2. eksiklik, yokluk
lack of;-sızlık; lack of money
merely; sadece, sırf; However, the black African community in Britain was far older than merely 50 years.
conquer; fethetmek, zafer kazanmak; (to overcome by force)
overcome; hakkından gelmek, üstesinden gelmek
attendant; görevli, hizmetli; ;(someone who is accompanying another person to help or protect her/his)
port; liman; a place where ships enter and exit, especially for commerce
expel; sürgün etmek, sürmek; to drive out
drive out; kovmak bir yerden, sürmek
slave; köle; a person whose life/liberty is under someone else's control.
valet; uşak, a male personal servant
idyllic; pastoral, sessiz sedasız mekan; They described how they had been living idyllic lives in Africa before.
snatch; kaçırmak; to take something/someone quickly by acting very fast.
presence; huzur; the state of being in a particular place.
isle; ada
expand; yayılmak, insanların yerleşmesi
existence; var oluş
headmaster; okul müdürü
excuse; mazaret, özür
tomb; kabir, mezar; (burial place) a place for storing/burying a dead body
debris; moloz, enkaz; scattered remains of a building (rubble)
enterance; giriş; passage, door or openning for going on
treasure; riches accumulated, such as precious metals or gems (trove)
accumulated; birikmiş
riches; zenginlik
remains of; bir şeyin izleri
precious; değerli, kıymetli
evidence; something which proves or disproves something
skull; the bony framework of the head
blow; darbe; (impact) a sudden strike with a hard object or fist
deliberate; intentional, on purpose
intentional; bile bile
heir; varis, mirasçı; someone, usually a relative, who inherits rank or property
inherit; miras almak
exhibition; gösteri, teşhir; a public display of art works
replica; a close copy or reproduction
particular; belli, belirli; (obvious, apparent, evident)
severe; şiddetli; X-rays of his skull have revealed a severe blow to the head.
reveal; gözler önüne sermek
obscure; gizlemek, görünmemesini sağlamak
pretext; bahane, kulp
occasion; sebep
frantic; zıvanadan çıkmış
frantical; çılgınca
frantically; çıldırmışcasına
locality; semt
common; ortak, müşterek, yaygın
deficiency; eksiklik, yetersizlik
commerce; ticaret
grab; gasp, kaptı kaçtı; While I was waiting for my aunt outside the shop, someone grabbed my purse.
examine; muayene etmek; This is the twentieth patient the doctor has examined today.
agricultural; tarımsal
soil; kirletmek, pisletmek
indispensable; vazgeçilmez, zorunlu, öncelikli
conduct; idare etmek, yönetmek; The president was so ill that he couldn't conduct affairs efficiently.
efficiently; yeterli bir biçimde
handle; idare etmek, kıvırmak; The president was able to handle most of his normal workload during his recent illness.
workload; iş yükü
recent; son günlerde ki
convince; ikna etmek; Once she had made her decision to quit her job, no one even tried to convince her to change her mind.
spring up; türemek; internet cafes have sprung up in the last few years.
lack of ; -sızlık; Lack of money is no longer a barrier to access to the Internet.
barrier; engel
hike; yürüyüş yapmak, yürümek; I last hiked this sort of distance at university and, not surprisingly, I was much fitter then.
sort of; tür
accustomed; alışkın; Naturally, I'm tired as I'm not accustomed to walking so far.
cardboard; mukavva
crust; kabuk, üst katmanı
resemble; benzemek; last time my pie crust resembled cardboard.
thoroughly; tamamen, adamakıllı, ayrıntılarıyla; Up to now, my father has learnt four languages thoroughly in addition to his own.
disorder; düzensizlik; Lena Zavoroni had suffered for nearly twenty years before she died of an eating disorder.
greet; selamlamak, selam vermek; When the first European explorers landed in America, they were greeted by Native Americans, who had lived there for millennia.
inhabit; ikamet etmek; America has been inhabited for thousands of years; originally by Natives and later by Europeans.
participant; katılımcı; Only four of the participants had managed to give their speeches by midnight.
slang; argo; slang words
diminish; azaltmak, eksiltmek; The destruction of Brazil's rain forests, in the name of economic progress, diminishes the amount of oxygen over the whole Earth.
commit; emanet etmek, suç işlemek; The defendant swore that he had left the pub before the crime was committed
defendant; sanık, zanlı;
vaccinate; aşı yapmak
reinforcement; takviye, destek
annihilate; imha etmek, iptal etmek, yok etmek, yenmek; When the reinforcements arrived it was too late, the enemy had annihilated their comrades already.
assumption; sanı, farz etmek
on the assumption; sanıldığı üzere gibi
slavery; kölelik
slavery to; bir şeyin kölesi olma
voyage; yolculuk, seyahat
exist; var olmak; Trains have existed since early in the 19th century and they still provide one of the best ways of transportation.
behold; işte, bak (ünlem), seyretmek
clothes hanger; elbise askısı; (clothes horse)
clothes peg; elbise mandalı; (clothes pin)
beholder; seyirci, bakan kimse
beholden; minnettar, borçlu
frost; don, ayaz durumu
frostbitten; don nedeniyle mahvolmuş
sooth; gerçek, hakikat
soothsay; kehanette bulunmak, kahinlik yapmak
soothsayer; kahin
soothe; sakinleştirmek, yatıştırmak
cardigan; hırka; She shrank her favourite Shetland wool cardigan
garment; elbise
faded; rengi atmış; The garment became really faded.
profitable; kazançlı
obtain; sağlamak, elde etmek; He has obtained the loan from the bank
loan; kredi
thorough; tam, eksiksiz, kusursuz
thoroughbred; gösterişli, soylu, safkan; The horses were mostly thoroughbred.
instructor; eğitmen
bridle; dizgin, yular; The instructor checks the bridle and saddle of the horses
mount; ata binmek; The riders mounted their horses.
saddle; eyer, sele
scalp; kafa derisi; rash on her scalp
rash; kaşıntı
suplementary; ek, ilave, tamamlayıcı; suplementary forces
suplement; eklemek, ilave etmek
supple; elastik, esnek
ambition; heves, hırs
contaminated; bozulmuş, kirlenmiş
resident; oturan, sakin (inhabitant, occupant)
intelligent; zeki (clever)
intellegence; akıl, zeka, istihbarat
talented; marifetli, kabiliyetli
figure; rakam, değer; The manager gave us the latest sales figures.
helping; porsiyon; She only remembered that she was on a diet after she had eaten two helpings of dessert.
insecticide; böcek ilacı; By the time the farmers managed to purchase the new insecticide insects had severely damaged most of their crops.
purchase; satın almak
insect; böcek, haşere
crop; ekin
harvest; hasat
refugee; mülteci, sığınan; By the time the United Nations decided to act, it was too late to stop a huge civilian refugee problem in Kosova.
accommadate; uyum sağlamak, alıştırmak
accommadating; uyumlu, uysal
conduct; hareket, davranış, yapmaya; decided to conduct nuclear weapons testing
associate; birleştirmek, bağdaştırmak; Ancient Egyptians associated the river Nile with the worship of gods and the prosperity of the land.
intently; dikkatlice; they listened him intently.
rugged; inişli çıkışlı, engebeli; rugged terrain
posperity; başarı, bolluk; prosperity of land (toprağın verimliliği)
prosper; başarılı olmak, yolunda gitmek
livelihood; geçim (n); A harsh climate and rugged terrain have made the Norwegians look to the sea for their livelihood.
spoil; bozmak, berbat etmek; We were going to have a picnic at the weekend, but this unexpected rain has spoilt all our plans.
overtime; fazla mesai, +yaparak
outdoors; açık hava
inland; ülke içi
argumentative; tartışmaya açık, eleştirici
argument; tartışma, münakaşa, görüş
opinion; düşünce, fikir, kanı, görüş
drown; suda boğulmak
shelter; 1.korumak, 2. barınak
puddle; gölet, su birikintisi (pond: gölet, lake: göl, pool: havuz)
bay; koy, körfez
patterned; desenli
pattern; örnek, ideal
nasty; iğrenç, çirkin, müstehcen; When the actress read all the nasty lies the journalist had written about her
innocence; suçsuzluk, günahsızlık
dispute; tartışma, münakaşa, - etmek (argument, quarrel, discuss)
stroll; gezinmek, gezinti
employ; çalıştırmak, meşgul etmek; They employed us with peculiar things.
release; serbest bırakmak, salmak, muaf tutmak
ban; yasaklamak, men etmek
imprison; tutuklamak, hapsetmek
shore; sahil, deniz kıyısı (like coast)
orchard; meyve bahçesi
recommend; tavsiye etmek (suggest, propose)
treaty; anlaşma, mukavele (agreement, contract, pact, harmony düzen uyum)
resignation; istifa, feragat
resign; istifa etmek
border; sınır, hudut (boundary)
expense; harcama, masraf, gider; I'm looking for a part-time job to help with my university expenses.
cotton; pamuk, pamuklu
leather; deri
fracture; çatlak, çatlatmak
evacuate; boşaltmak, tahliye etmek binayı (clean out havuzu)
recruit; acemi asker, askere almak, toplamak
reject; reddetmek
outgoing; yürekli
grateful; müteşekkir, memnun
praise; övmek, methetmek
amusement; eğlence
amusement park; lunapark
jumper; bebek önlüğü, kazak, örgü
mend; düzeltmek, onarmak
mend matters; durumu düzeltmek
rinse; durulamak
warehouse; depo, toptan satış yeri
feature; karakterize etmek, belirtmek
paddle; ayaklarını suda oynatmak
bystander; seyirci, olaya karışmadan bir kenarda duran
revision; gözden geçirme
state; belirtmek; An optimistic government report states that the economy wiil have recovered by the end of the year.
opposition; muhalefet
compromise; uzlaşmak; The government has stated repeatedly so far that they will make no compromise with the opposition.
annualy; her sene
tackle; durdurma; The government decided to tackle inflation.
besides; ayrıca, hem de, zaten
plump; tombul
resemble; benzemek
plain clothes; sivil kıyafet; That man looks like a plain clothes detective.
look like+ a noun; resemble; That man looks like a plainclothes detective.
feel like+ a noun; -gibi hissetmek, durmak; She still feels like a child.
taste like + a noun; tadı-ya benziyor; This coffee tastes like hot water
feast; 1. ziyafet vermek, 2. ziyafet (banquet); I didn't like the wine at the feast. It tasted like vinegar.
vinegar; sirke
attitude; tutum, davranış
astonish; şaşırtmak, hayret ettirmek
admire; hayran kalmak, çok istemek
admiring; beğeni dolu, hayranlık ifade eden
amuse; eğlendirmek, güldürmek
amusing; eğlenceli, komik
annoy; rahatsız etmek, sinirini bozmak
annoying; sinir bozucu
annoyed; rahatsız olmuş
bewilder; şaşırtmak, sersemletmek, bi garip olmak; I was bewildered by differential calculus
bewildering; şaşırtıcı
bewildered; şaşkın, sersemlemiş
however; her nasılsa
bore; can sıkmak, bunaltmak
charm; cezbetmek, hayran bırakmak
charming; çekici
confuse; şaşırtmak, kafasını karıştırmak
confusing; komplike
depress; neşesini kaçırmak, moralini bozmak
embarrass; bozmak, utandırmak
embarrassing; utancırıcı, zor duruma sokan (shameful)
excite; heyecan uyandırmak
exhaust; yormak, yorulmak
exhausting; yorucu, zahmetli
fascinate; büyülemek
fascinating; büyüleyici
frighten; korkutmak, dehşete düşürmek
frightening; dehşet verici
frustrate; önlemek, işini bozmak (prevent, thwart)
frustrating; engelleyici, yıldırıcı
irritate; tedirgin etmek, sinir bozmak
irritated; tedirgin
horrify; korkutmak, rezalet çıkarmak
please; (satisfy) memnun etmek
pleasing; memnuniyet verici
satisfy; tatmin etmek
satisfying; tatmin edici, doyurucu (cevap)
startle; (?irritate) ürkütmek
stimulate; uyarmak, tahrik etmek
stimulating; tahrik edici
terrify; ödünü patlatmak
tire out; yormak
thrill;(v/n) (thriller) heyecan, titreme
thrilling; (adj) heyecan verici
drip; (v/n) (drop, leak, ooze) damlatmak, damla damla akıtmak
corned; salamura; corned beaf
mash; lapa, püre; mashed potato
filling; (satisfying) doyurucu
filth; (stain, dirt)pislik, kir
filthy; kirli
sorrow; (anguish, agony) keder, üzüntü, keder
sorrowfully; hüzün dolu
cause; neden/sebep olmak; You've caused enough trouble for one day.
consider it done, sir !; olmuş bilin, efendim
diaper; ped, çocuk bezi; I'm glad u still wearing that diaper.
alley; patika geçit; Down this alley.
dead end; çıkmaz yol
jammed; 1.sıkışık, tıkanmış 2.reçele bulanmış
lick; yalamak; Monkey licked the jammed BS-USB.
malicious; hain
pernicious; öldürücü
pickle; turşu
belligerent; saldırgan, kavgacı
bunch; demet, deste; What a bunch of baloney
baloney; palavra, zırva (Palavradan başka bir şey değil); What a bunch of baloney
looter; yağmacı; Had to be looters.
spooky; (adj of startle) ürkütücü, tekin olmayan
oh my gosh; Hay Allah!
humble; basit, mütevazi; humble food bar
crayon; pastel boya
vest; fanila, yelek, yetki vermek; vesting ceremony
argue; itiraz etmek; U can't argue with yellow police tape.
fret; endişelendirmek
present; sunmak, göstermek
disturbed; rahatsız edilmiş, hoşnut olmayan
conception; fikir
childish; çocuksu
particularly; bilhassa
attend; dikkatini vermek, katılmak
pile; yığmak, istif etmek; piling upon the other
run into; -e çarpmak; A car ran into the cyclist.
cyclist; bisikletçi
quaff off; bir dikişte içmek, kafaya dikemek
distracted; kafası karışmş, kendinden geçmiş; You just seem a little bit distracted
opportune; uygun, elverişli, müsait, yerinde
opportunely; tam zamanında olan
opportuneness; uygunluk, yerindelik
inopportune; uygunsuz, zamansız; You've came at an extremely inopportune time.
opportunity; fırsat
opportunist; fırsatçı
opportunism; oportünizm, fırsatçılık
chamber; oda
huzza; hurra,yaşasın
huzzy; aşifte, edepsiz kız, şirret
cellar; mahzen, kiler
hazy; belirsiz, bulanık, puslu; The details are hazy.
fester; (n/v) iltihap, irin, cerahat, iltihaplanmak, irin toplamak
weep; iltihap akıtmak, ağlamak
desolate; (n/v) ıssız, tenha, terkeetmek, kimsesiz bırakmak
cave; mağara
cavern; büyük mağara
legacy; (inheritance, heritage) miras, kalıt
seal; mühürlemek, kapatmak
evaluate; değerlendirmek, paha biçmek
evaluation; değerlendirme (n); These monthly evalutions are also important
ruse; hile, üçkağıt, entrika
peruse; dikkatle okumak, incelemek
remark; dikkat etmek, farketmek, söylemek
remark on; hakkında görüşünü belirtmek
remarkable; dikkate değer, kayda değer
remarkably; aşırı derecede (Aşırı derecede kesif bir koku) ; Remarkably pungent stench
pungent; sert, acı, keskin kokulu, kesif
dense; yoğun
thick; kalın
rigid; sert, katı
sharp; keskin
acute; sivri
stench; pis koku (stink)
scent; kokusunu almak, koku yaymak
scent out; kokusunu izlemek, iz sürmek
scented; kokulu, esanslı (Gidip birkaç kokulu mum getireyim); I'm gonna get some scented candles.
track down; izini aramak, peşine düşmek; They are tracking down the identiy of the boy who fled the scene.
reluctant; isteksiz, gönülsüz (unwilling, loath)
assume; sanmak, farzetmek; I assumed one was sufficient for your examination
principal; müdür, başkan (headmaster)
curious; acayip (peculiar)
mold; küf
rib; kaburga
rib cage; gögüs kafesi
infestation; istila (Büyük çapta bir istila ile karşı karşıyayız) ; We have a major infestation on our hands
amount; miktar
supplement; ek, ilave, eklemek
recurrence; tekerrür, tekrar, yineleme
recur; tekrarlamak
emerge; ortaya gün ışığına çıkmak
excessive; aşırı, haddinden fazla
accurate; tam, kesin, doğru
sole; tek, yegane
initial; baştaki, ilk
rely; inanmak
rely on; itimat etmek, güvenmek; trust
reluctant; isteksiz; unwilling
reluctantly; isteksiz
entitlement; yetki vermek, ad vermek
produce; ürün mahsül
producing; üretmek
import; ithalat
export; ihracat
please; memnun etmek, hoşuna gitmek
break with; ilişkiyi kesmek
particularly; özellikle
exclude; dışında tutmak, dışlamak
confirm; doğrulamak, tasdik etmek
abolish; ortadan kaldırmak, fesh etmek
establish; kurmak, yapmak, yerleştirmek
keep out; uzak tutumak
put off; ertelemek, baştan savmak
hold up; üstünde tutmak
take over; devr almak, üstlenmek
initiate; ön ayak olmak
initiative; girişim
launch; başlatmak
observation; gözetim
development; gelişme, büyüme
coastal; sahille ilgili olarak
tight; sıkı
regulations; kurallar
amaze; astonish
confuse; kafasını karıştırmak, yanlış yapmasını sağlamak; baffle
floor; afallatmak
revile; hakaret etmek, küfretmek, sövmek
reveal; belli etmek, açığa vurmak, gözler önüne sermek
dreapers shop; tuhafiyeci
widow; dul
wisdom; akıl, bilgelik, hikmet
quite; epey, tam olarak
quiet; sessiz, sakin
niece; kız yeğen (nephew)
blotchy; lekeli kabarmış (cilt)
sickly; hastalıklı
selfish; bencil, egoist (hodbin)
vain; kibirli
rude; kaba, edepsiz
plain; sade, gösterişsiz, alalade
calmly; serinkanlılıkla, endişesiz, sakince; in a sedate matter
sedate; sakin
sedative; sakinleştirici (adj)
sedateness; usluluk, aklı başındalık
sew; dikiş dikmek
tabby cat; dişi benekli kedi, tekir
coat; post, hayvanın derisi; a cat with a grey or tawny coat mottled with
tawny; sarımsı kahverengi; a cat with a grey or tawny coat mottled with
mottled; benekli, alacalı; a cat with a grey or tawny coat mottled with
stare; gözünü dikerek sabit bakmak
cheerful; neşeli, şen
dearest; gözbebeği, gözde (dearest wish)
nod; kafa sallamak, baş ile onaylamak; Therese nodded, but she said nothing.
behave; davranmak; Therese behaved as she had always done.
dappled (dappled sunshine); benekli, puanlı, alacalı; huzmeler halinde süzülen güneş ışınları
flush; yüzü kızarmak (v)
flagrant; aşikar, çirkin, rezil
flagrantly; bile bile
being flagrantly; alçakça
aggresively happy; sinir edercesine mutlu
relief; iç rahatlaması, ferahlama
sag; çökme, bel verme
assume; farz etmek
minutes on end; bitmek bilmeyen dakikalarca
velour; yünlü kadife
velvet; kadife
rock; sallanmak
back and forth and back and forth; devamlı ileri geri sallanmak
in any case; daha doğrusu
almost; hemen hemen
know by heart; ezbere bilmek; I know this house by hearth.
tile; kiremit
makeshift; geçici tedbir
makeshift terrace; derme çatma teras
extension; uzatma, genişletme
kitchen-extension; büyütülmüş mutfak
weel buit; yapılı (vücut)
pale-skinned; açık tenli
tiny bird-women; ufak tefek
a sprinkling of; bir tutam, azıcık; a sprinkle of
freckle; çil, benek (bir tutam çillerle bezenmiş keskin elmacık kemikleri);(sharp cheekbones dappled with a sprankle of freckels)
stuck; saplanmış, takılmış
conscious; bilinçli, farkında
sort of thing they do; yaptıkları bir şeydi.
my normal pace; normal tempom (koşu)
slightly; hafifçe
close; hava için boğucu(Olağan üstü bir akşamdı, sıcak olsada fazla boğucu değildi);It's a glarious evening, warm but not too close
grumbling; homurdanma mırıltı (n); homurdanan huysuz (adj)
restless; kıpır kıpır, tez canlı yerinde duramayan
disconnected; bağlantısız kopuk tutarsız
tight; sıkı, dar, gergin; strecthed
tense; gergin (adj), germek (v)
jumpy; sinirli, gergin, hey heyleri üstünde
burnish; cilalamak, parlatmak (Işık ağaçalrı altın rengine bürümeye koyulmuştu); The light just begining to burnish the trees with gold
rattle; tıkırdamak (tren tıkırdıyarak ilerliyor); The train is rattling along
whip; kamçılamak, hızlıca geçmek
glimpse; bir an için görme, yakalama (Bazen olnları teraslarında yakalayabiliyordum.; (I can sometimes catch a glimpse of them on their terrace)
reassuring; rahatlatıcı
assure; garanti etmek, güvenceye almak
anxiety; endişe, kaygı
heartfelt; içten
hearth twitch; kalp sıkışması
twitch; seğirme istemsizce
forlorn; ümitsiz, meyus, perişan
rip; yarmak, kesmek, parçalamak
two to three; iki ila üç
patio; veranda
french door; çift kanatlı kapı
bare; çıplak
blissful; completely happy and contented
contented; halinden memnun, hoşnut, kanaatkar
blissfully happy; olağanüstü mutlu
utterly; tamamen, tepeden tırnağa
wretched; sefalet içinde
flatshare; öğreciler ile paylaşılan daire
bush; çalı
concrete; betondan yapılma
right-hand side of the; sağ tarafında
restrict; sınırlamak, kısıtlamak, tahdit etmek
restriction; tahdit
span; (include)içermek, kapsamak; This new adventure (game) spans eight chapters.
anguish; (agony, sorrow) acı, keder, ızdırap
masterpiece; şaheser
colossal; (huge, enormous) devasa, şaşırtıcı; Colossal shock
envision;(reveal) gözüün önüne getirmek
frustrate; (hamper, prevent, thwart) önlemek, engel olmak
renow; (celibrate) ün, şöhret, şan
renowed; (adj) ünlü, meşhur, şöhret sahibi
yore;(n) eski zaman; The wtiches ere heroes of yore
shun; (avoid) sakınmak, kaçınmak
verdict; hüküm, karar; First verdict
blister; kabarmak, su toplamak; We play'il our fingers blister.
snappy; kıpır kıpır, tez canlı
heinous; (loathsome)iğrenç, çirkin
sequel; sonuç, netice (consequence)
gouge out; oymak, oyarak çıkarmak; (I'll have your two boring eyes gouged out of your head)
wed; evlenmek
toll; çan çalmak; Bell tolling
concession; taviz
sparrow; serçe
shroud; kefen
reptile; sürüngen, aşağılık (vile)
reptilion; (adj) sürüngenler ile ilgili
sash window; sürme pencere
slaugter; (n/v) katiam, kıyım, kılıçtan geçirmek
slaughterhouse; mezbaha
slaughterer; katil, kasap
ruin; harabe, yıkıntı
hut; (shed) klübe, baraka
hutch; kümes, baraka
hutment; karargah, kamp
skipper; kaptan, antrennör; Morning there skipper
scramble; kızartma; sardine scramble
ambassador; elçi, temsilci; welcome ambassador
breakthrough; buluş; (finding, discovery)
accidental; kazara, tesadüfi adj.
accidentally; tesadüfen, kazara adv.
evenly; eşit olarak, düz bir şekilde; When you're jogging, it helps to breath deeply and evenly.
reasonable; mantıklı, makul, akla yatkın adj. ; I think it is a very reasonable price.
meticulous; titiz, çok dikkatli adj
meticulously; titizlikle, özenle
proficient; usta, uzman; I can ski proficiently.
absolute; kesin, katıksız; I can ski proficiently, but Jean is an absolute beginner.
decisive; kesin, azimli
decisively; kati surette; when we lost the first game so decisively.
scarcely; ucu ucuna; we will scarcely cover our cost.
remedy; ilaç, tedavi; tradational remedy
profound; derin adj; profoundly bad influence
strict; sıkı, müsammahasız
strictly; katı bir biçimde; During the meeting, we kept strictly to the schedule.
fund; 1. fon, sermaye 2. sermayeye çevirmek, yatırım yapmak
atrocious; vahşi, gaddar
strenuous; yorucu; we go for a strenuous walk in the mountains.
erroneous; hatalı, yanlış
absolute; kesin, mutlak, kayıtsız şartsız (certain)
absolutely; kesinlikle, muhakkak
thorouhgly; tamamen, adam akıllı, ayrıntısıyla
decidedly; kararlı bir şekilde, şüphesiz
utterly; tamamen, düpedüz, sapına kadar
exceedingly; son derece, fazlasıyla
excessively; aşırı
excessively; haddinden fazla, aşırı
tremendously; son derece
tremendous; muazzam, heybetli
bitter; acı, keskin
bitter end; acı son, ölüm
slightly; hafifçe, belli belirsiz.
fairly; dürüstçe, genellikle; Poltergeist disturbances have a fairly short duration.
remark; düşünce, yorum, ihtar; I was deeply hurt by his remarks.
awfully; oldukça; He was awfully upset by the news.
badly; want ve need fiilleri ile kullanılır; She badly wants to have her own car.
though; gerçi, olduğu halde (adv)
although; olduğu halde, rağmen, e rağmen (adv)
thought; sanılan (adj)
thoughtful; düşünceli (adj)
tought; sert, sağlam (adj)
throughly; baştan sona (throughout)
moor; bozkır
chase; kovalamak, takip etmek, peşinde olmak
dull; sıkıcı; The weather was bad, and the people were dull
amusement; eğlence, gece hayatı gibi
beard; sakal
armchair; koltuk
warn; uyarmak, ikaz etmek
introduce; sunmak, takdim etmek, tanıştırmak
pleased; memnun
please; memnun etmek
restless; huzursuz
mention; anmak, bahsetmek, söz etmek
lisp; peltek konuşmak, kekelemek
lisped; kekeme, peltek konuşan
hawk; atmaca
pin; iğnelemek, tutturmak
cloth; kumaş, bez
clothe; giydirmek
clothes; elbise, esvap
tablecloth; masa örtüsü
trapped; tuzağa düşürülmüş
underneath; altında (bir olayın); But although he told me lies, there was truth underneath.
rubbish; çöp, döküntü, ıvır zıvır
stalement; çıkmaz (dilemma, impasse, deadlock)
post-; sonraki
concur; aynı anda olmak, hemfikir olmak
ballot; 1.oylama 2. oy vermek
dignitary; yüksek mevkii sahibi kişi
deadlock; çıkmaz, tıkanıklık
quote; alıntı, bi kimsenin söylediği söz
representative; temsilci
statement; demeç, ifade
disputed; tartışmalı (adj)
successor; halef, varis
safely; güvenli bir biçimde (securely)
shyly; utanarak (timidly)
timid; cesaretsiz, çekingen (adj)
timorous; ürkek, çekingen (adj)
widely; adam akıllı, geniş ölçüde, yaygın olarak (extensively)
essentially; aslen, esasen (fundamentally)
fundamental; esas, temel
skillfully; ustaca (competantly)
incessantly; sürekli, devamlı (constant)
incessantly; aralıksız olarak (constantly)
precise; tam, kesin, belirli
precisely; kesin olarak (exactly)
adequate; uygun, elverişli
adequately; layıkı ile (sufficiently)
inadequate; yetersiz, elverişsiz, eksik
sufficiently; yeterli derecede
daring; düretkar, pervasız (adj)
daringly; adventurously
adventurous; maceraperest (adj)
willingly; voluntarily
volunteer; gönüllü (willing)
intersect; ksmek, kesişmek
intersecting; kesişen
intersection; kesişim, kesişme, kavşak
intersperce; serpmek, serpiştirmek
interspace; 1. ara, aralık 2. aralık boşluk bırakmak
interstage; ara kat
tempt; baştan çıkarmak
temptation; (n) ayartma, günaha sokma, şeytana uyma
temptress; baştan çıkaran kadın
tempter; (n) baştan çıkaran kimse
tempting; (adj) baştan çıkarıcı, çekici, cazip
perception; kavram (Onlar bizim zaman kavramımız içinde kısıtlı değiller.) ; They're not limited by our human perception of time.
malign; (adj) kötücül, habis; malignant
treateble; iyileşebilirliği, iyileşme oranı
odds; olasılık, ihtimal
renal; böbrek (ardından böbrekler iflas eder.); Renal failure comes next.
waist; bel, orta kısım (Belinin alt kısmının tüm işlevini yitirirsin.); You lose all mobility below the waist.
impotence; acizlik, iktidarsızlık, zayıflık
intontinence; idrar kaçırma
respiratory; (adj) solunum (solunum yetemzliği); respiratory failure
respiration; (n) solunum
respirator; solunum cihazı, gaz maskesi
imperative; zorunlu, mecburi, gerekli (görev gereği olmadan); without any mission imperative
defect; kaçıp karşı tarafa geçmek, döneklik etmek (Birinin karşı tarafa geçtiğini mi düşünüyorsunuz?); Are you suggesting that somebody defected?
retrieve; geri getirmek; Let's send a team of agent to retrieve her.
hunch; önsezi (Nereye gittiğini biliyor gibiyim); I got a hunch where she's headed
head; gitmek; I got a hunch where she's headed
goddaughter; vaftiz kızı
in the flesh; yüz yüze (Seninle yüz yüze şahsen tanışmak çok güzel); It's nice to meet you personally in the flesh.
At first I thoughtI would walk in the park; Önce parkta yürüyeyim dedim.
sorely; acılı bir biçimde; fena halde (onu çok özleyeceğimiz söyledi) ; He said he would be sorely missed.
reverend; din adamı, papaz
nonsense; zırvalık, hiçtebile
detente; ülkeler arası huzur anlaşması
detention; alı koyma, göz altına alma
I would say; bence
I would say bad day all around; Bence her açıdan kötü bir gün.
genial (adj); sempatik
genially; neşeyle, candan (adv)
genie; cin, peri çoğulu; geni
devote oneself; kendini adamak
devotion; bağlılık, sadakat (n)
devotional; sadakat ile ilgili (adj), dini konular ile ilgili
devout; dindar, içten
dew; çiy, tazelik, gençlik
maid; hizmetçi bayan
maiden; bakire
maiden fligt; ilk uçuş
determine; kararlaştırmak, karara bağlamak
constant; daimi, değişmez, sabit; constant price
extinguish; yangın söndürme (v)
extinguishing; söndürme (n); extinguishing brigade
tell-tale; sahte, yalan, masalımsı (adj) dedikoducu, ispiyoncu (n)
wit; zeka, ince akıl (n)
sparkling; parıldayan, ışıl ışıl (adj)
antler; geyik boynuzu
handy; kullanışlı, pratik
dawdle; sallanmak, ağır davranmak; Let’s not dawdle
dawdler; aylak, avare
corresponding; uygun, yerini bulan, eş
correspondent; muhanbir
wash away; aşınmak
clavicle; klavikula, köprücük kemiği omuzda
mortician; cenaze kaldırıcısı
mortuary; morg
waterfront; liman bölgesi; Body of a young woman found on the waterfront
scapel; skapel, cerrah bıçağı
scratch; çizik, sıyrık (tahta üzerindeki çizikler)
bark; ağaç kabuğu, havlamak
compare; karşılaştırmak
exact; gerçek, kati, tam; The exact cause of death is
pupil; göz bebeği (organ)
dilate; genişlemek; Her pupils were stil dilated
disorde; karmaşa; emotinal disorder
ham; jambon
apron; önlük, koruyucu
sipke; başak
recipe; tarif (yemek)
cogwheel; çark dişlisi
cinnamon; tarçın
sausage; sosis
sieve; kalbur (telli elek)
carving; oyma eser
sturdy; güçlü; I need a sturdy tool
wrist; bilek
paving; kaldırım; paving Stone
uneven; düz olmayan şekil, giirntili çıkıntılı; The edges of the wound are uneven
wander; dolanıp durmak, kaybolmak; He didn’t want me wandering the house.
zinc; çinko
clasp; toka; çantayı tutan kopça
unsettle; yerinden çıkarmak (ev); huzurunu kaçırmak, sarsmak
stalemate; çıkmaz
beak; gaga (kuş)
rust; pas tutma
shut; kapı sürgüsü
lily; zambak
paramount; ulu, yüce, olağanüstü
drench; ıslanmak, sırılsıklam olmak; What a awful weather. I don’t want to drenched.
cort wheel hat; at arabası tekerleği şeklinde şapka
shrink; elbise çekmesi, küçülmek, daralmak; The circle of suspects is shrinking.
trait; özellik
narrow; daraltmak, sayısını azaltmak; I think it’ll help you to narrow down your suspects.
inflammation; iltihap
scaffolding; iskele (inşaat); fall from scaffolding
numismatic; madalya ve para bilgisi
bartender; barmen
chimney; baca
tweezer; cımbız
creepy; sürünen, sürüngen (şey)
crawly; tüyler ürpertici
quirk; iğneleyici söz; Iloved the old men, even with all of his quirks.
quirky; kurnaz, ilginç, değişik (adj)
wick; fitil(mum)
tissue; ince kumaş
flint; çakmak taşı
pot; çömlek sürahi tarzı
scythe; tırpan
kerosene; gazyağı, parafin
snoop; her işe burnunu sokmak; Snooping is putting your life in danger
awning; tente, branda, güneşlik
branch; dal
cart; el arabası
cobweb; örümcek ağı
tenuous; temelsiz, zayıf, desteksizİnsanlık ve Convenant diye adlandırılan fanatik uzaylı grubu arasındaki bitmek bilmeyen savaş, temelleri sağlam olmayan bir ateşkes ile son bulmuştu;Prolonged war between humanity and the fanatical alien alliance known as the Convenant has ended with tenuous treaty
grasp; idrak
quench; sulamak
moss; bataklık, yosun
response; cevap, tepki
obedience (n); itaat
disobedience; itaatsizlik
treachery; ihanet
appropriate; uygun, has
prosecutor; davacı
testify; şahitlik etmek
precisely; tam olarak
upholstery; döşeme kumaş
threadbare; çok eskimiş, eski püskü
locket; madalyon
hoax; şaka, muziplik
nursery class; ana sınıfı
sacrilegious; kutsal şeylere saygısızlık, günakkarlık
hickey; ısırık izi
u drive me nuts; beni delirtiyorsun.
screech; keskin çığlık, feryat atmak; seagulls screeching
seagull; martı
unlike; aksine
wee; çiş yapmak, minicik, ufacık; (n,v,adj)
debt; borç;
call in; ödemesini istemek; The Iron Bank has called in one-tenth of the crown’s debts.
obey; itaat etmek; Wars teache people to obey the sword, not to gods
dispense; dağıtmak, vernek;
reprensitive; temsilci; chosen reprensitive of the Seven
indeed; aslında, doğrusu; An honor i never expected or indeed ever wished for
yes indeed; elbette
justly; adilce
buggering; allahın cezası;(adj)
grimy; kirli, pis; grimy cell
perversion; sapkınlık
halt; dur, durdurmak; (Halt!)
caugh; öksürmek, öksürük
rabble; asi
slut; sürtük, fahişe
scar; yara izi
warden; koruyucu; keywarden
chase; kovalamak;
vow; ant, yemin; I swear a vow
cradle; beişk
tourney; turnuva
liberate; azad etmek, serbest bırakmak
apothecary; eczacı
screech; keskin çığlık, feryat; seagulls screeching
seagulls; martı
gull; martı, saf, enayi
folk; halk ahali; Unlike most foks, you’ve actually got one
It has to be me; ben yapmak zorundayım
regard; saygı, beğeni, takdir; give him my regards
crown; taç, hükümdarlık
debt; borç; The Irao Bank has called in one-tenth of the crown’s debts.
call in; ödemesini istemek
envoy; elçi, temsilci
obey; itaat etmek; Wars teach people to obey the sword, not to gods.
dispense; dağıtmak; Faith militant dispensed the justice of Seven
represantative; temsilci; Chosen represantative of teh Seven
indeed; aslında, doğrusu, cidden
wicked; ahlaksız, kötü, fena
justly; adilce; May the father judge him justly
shriek; çığlık, feryat
bugger; Allah’ın cezası; You buggering filth
pant; hızlı hızlı solumak
pant out; nefes nefese söylemek
affection; sevgi, düşkünlük
grimy; kirli, pis; girmy cell
halt; dur, durdurmak
cought; öksürmek, öksürük
rabble; asi, ayaktakımı kalabalık
slut; sütük, fahişe
chase; kovalamak
vow; ant, yemin
cradle; beşik
cheek; yanak
despise; hor görmek, küçümsemek
colossus; büyük ve azametli bir şey (heykel)
nuisance; sıkıcı şey veya kimse, dert, bela
runner-up; ikinciliği kazanan yarışmacı
considerate; düşünceli, saygılı, hürmetkâr
take place; meydana gelmek
overcharged; fazla/fiyat istemek, yüklemek
challenging; meydan okuma
tendency; metil, eğilim
promote; ilerletmek, değerini artırmak
pollute; kirletmek, pisletmek
express; tarif etmek
continent; kıta
activate; faal hale getirmek
produce; mahsul vermek, imal etmek
productive; verimli, mümbit
boredom; can sıkıntısı
succeed; başarılı olmak, muvaffak olmak
cheerful; neşeli
handicrafts; el sanatları
apartheid; ırk ayrımı
personality; kişilik, şahsiyet
expedition; sevkiyat
attractive; çekici
instruct; yol göstermek, anlatmak
relief; bağış
suspend; ertelemek
estimate; fikir edinmek, hüküm vermek
cope with; ile başa çıkmak, üstesinden gelmek
aware; farkında, haberdar
memorable; hatırlanmaya değer
critics; eleştiri
region; ülke, memleket
criticize; eleştirmek, tenkit etmek
remain; kalmak, durmak
fewer; daha za; The company will need fewer office workers when the computer network has been installed
cheer (sb) up; neşelendirmek, neşe ile dolmak; Lets send her some chocolates to cheer her up. The old lady cheers up when her grandcildren come to visit
porter; apartman görevlisi; When we are away, the porter keeps our mail for us
obliged to do sth; bir şeyi yapmak zorunda; When the arte of Exchange began tor ise again, he felt obliged to call a meeting of tje financial staff
nod; başını sallayarak olumlu cevap vermek; She nodded towards Hugh
nod in approval; başı ile onaylamak; Whem Mr. Green nodded in approval, the chairman moved on to the next item on the agenda
hand over; teslim etmek; The hijacker was handed over to the French police
frantically; çılgınca, aceleyle, telaşla; Laura was searching frantically for her keys
sprain; burkmak, incitmek; She had sprained her ankle while she was playing tennis
particular; belli, belirli
address; hitap etmek, konuşma yapmak
prevalence; yaygınlık; the pprevalence of smoking among teenagers
diminish; azaltmak, eksiltmek (decrease, abate, lessen, reduce, shrink, curtail, cut down, abbreviate)
abbreviate; bir ifadeyi, sözcüğü kısaltmak
curtail; durdurmak, azaltmak, kısmak; to curtail spending
lessen; azalmak, azaltmak; Exercise and a healty diet leşsen the chance of hearth disease
gulf; körfez; Gulf war
emerge; ..den, dan çıkmak, görünmek, belirmek; A figüre emerged from the shadows.
emerging; olmaya/gelişmeye/ortaya çıkmaya başlamak; emerging world : developing
put together; düzenlemek, hazırlamak; to put together a plan/proposal
violation; ihlal; a violation of privacy
privacy; mahremiyet
pull (sth) down; They have strated pulling down the old cinema
write down; not almak, not tutmak; Did you write Esra’s phone number down
ruin; enkaz, harabe, yıkıntı; Most of the people under the ruins had died by the time the rescue workers reached
timber; kereste
applicant; başvuran, müracaat eden, aday; The applicants must fill the application form by tomorrow
pay off; borcunu tamamen ödemek, kapamak
undergo; maruz kalmak, başından geçmek, katlanmak; He is underdgoing surgery for a heart problem
anguish; şiddetli ıstırap, elem; He will probably undergo terrible anguish in the waiting-room till the surgeon arrives
it is the best to do sth; yapmak en iyisidir; It is the best to clean stains as soon as they ocur
initiate; başlamak; Initiate breastfeeding as soon as the baby is ready to suckle
suckle; emmek
stab; bıçaklamak; He was stabbed several times in the chest
|
Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...
With notes.io;
- * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
- * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
- * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
- * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
- * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.
Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.
Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!
Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )
Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.
You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;
Email: [email protected]
Twitter: http://twitter.com/notesio
Instagram: http://instagram.com/notes.io
Facebook: http://facebook.com/notesio
Regards;
Notes.io Team