NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io




En son, hayatımın en büyük çılgınlığını yaptığımı düşünerek 9. sınıfta okuldan kaçmaya kalktığımda peşime saf kan arap atı misali dört nala koşan bi köpek takıldığında bacaklarımı bu kadar güçsüz hissetmiştim sanırım. Yarışı kazanıp köpeği okulun kapısında atlattığımda ise bir daha asla yürüyemeyeceğimi düşünerek yere yığılmıştım. Aradan yıllar geçtikten sonra aynı felç hissini ancak beni tekrar bir köpek kovalarsa yaşarım sanmıştım. Metronun merdivenlerinden çıkarken bile, her basamakta “dayan, yığılma, dayan” diye bacaklarıma yalvaracağım aklımın ucuna gelmezdi. Metroya bindiğimden beridir bedenimin her bir parçası kendi başına davranmaya karar vermiş; ter bezlerim vücudumdaki tüm su ve mineralleri kullanmaya başlamış, midem kramplar dolayısıyla belki bir daha asla beslenemeyişime sebep olacak bulantılarla beni öldürmeye çalışırken, kalbim kan pompalamayı bırakmış “acaba bu göğüs kafesini kırabilir miyim” diye çırpınıp duruyordu. Ellerim ise tutunmaya çalıştığım demiri soğutmaya çalışırcasına sıfırın altında sıcaklıklara doğru ilerliyordu. Omurgama, beni ayakta tutmaya çalıştığı ve kısmen bunda başarılı olduğu için koca bir teşekkür borçluydum.

Onu ilk gördüğümden beridir -ki çekim gücü sebebiyle etrafındakilerin insani ayarlarıyla oynadığına kanaat getirmiştim- kendim olmaktan çıkmıştım. Elektronik aletler misali, 7/24 onu düşünmeye programlanmıştım sanki. Kendi yüzümü onunki kadar tanımlayamayacağıma emindim. Her bir ayrıntıyı ama her bir ayrıntısını yüzünün, burnunun kenarındaki küçük izden, çenesinin solundaki ve sol kaşının bitimindeki benlerin yarıçaplarına kadar, gözlerimi kapatıp yüzünü aklıma getirmeye gerek kalmadan söyleyebilirdim. Gözlerinin parlaklığından mı, yoksa içinin yansımasından mıdır bilinmez, gülüşü beni yollara dökmeye yetmişti. Evi Esenler metrosuna yürüme mesafesiyle 15 dakika kadar uzaklıktaydı, öyle söylemişti. Gerçi 25 de olsa ne fark ederdi. O, bütün sokaklarını İstanbul’un tek tek gezmeye değerdi. Onunla adını hiç bilmediğim, belki de daha önce hiç geçmediğim bir sokakta karşılaşmak, bana doğru adımlarken gülümseyişiyle bedenimin kontrol edebildiğim birkaç hücresini de kaybetmek, o kesinlikle daha fazlasına değerdi. İki haftadır okulun bakmadığım yeri kalmamasına rağmen onu göremiyor olmak içimde 100 e yakın virüsün organlarımı kemirmeye çalışması gibi, beni adım adım yokluğa sürüklüyordu sanki. “Başına bir şey mi geldi” düşüncesiyle yemeden içmeden kesilmiştim.

Onu daha bulamadan kaybetmekten öyle çok korkuyordum ki.. “Gelecek istasyon: Esenler, next station: Esenler” İşte gelmiştik. “Derin nefes al, dik dur, adama çarpma.. Ya da siktir et sadece sakın bayılma.” Daha çıkış tabelalarına bakarken işimin ne kadar zor olacağını anlamıştım. Yolun sağ tarafı mı sol tarafı mı? Önümdeki dört seçeneğin kendi içerisinde daha fazla seçeneğe sahip olduğunu ve seçeneklerin büyüyerek, olasılığın giderek sıfıra yaklaştığı matematiksel işlemlere beynimi teslim etmişken kendimi rastgele bir çıkışa gelmiş olarak buldum.
Ayaklarımın kendi başına karar vermiş olmasını yadırgamaz bir halde, hatta “belki bi bildikleri vardır” diye bir ümit kendimi yürüyen merdivenlere, icat eden adama dua ederek, bıraktım. Metrodan çıktığımda önüme İstanbul’ un ne kadar kalabalık olduğuna işaret edercesine kocaman bir insan sürüsü; bıkkın, asık suratlarıyla hayatlarından ne kadar şikayetçi olduklarını net bir şekilde gösterircesine otobüs durağını taşırmaktaydı. “İnsanlar nasıl bu kadar mutsuz olabilir”e pek çok tez ve antitez üretmekteyken beynim, yine onun yüzünü getirdi gözümün önüne. İşte tüm güzelliğiyle oradaydı. Bunca asık suratlı insana aldırış etmeden yoluma devam edebilirdim artık.. ve midemde hala daha tanımlayamadığım krampımsı kelebeğimsi biyolojik olaylar serisi atplerimi kudurtmuş, beni “koşarcasına yürüme” programına almıştı. Asık suratlı insanların içerisinden mutluluğumla onlara küfredercesine bakışlar atarak hızla geçip sağdaki caddeye dalmıştım. Kalabalık giderek azalıyor, insanlarin asık suratları yerini derin buruşukluklara sahip yaşlı tonton suratara bırakıyordu. Giderek sümbüllerden boğulmak üzere rengarank müstakil evlere bırakıyordu cadde kendini ve yaşlı teyzelerin suratlarından daha tontiş bir hale geliyordu. Benim ise yüzümde, ileride büyük kırışıklıklara neden olacağına ilk defa bu kadar sevindiğim koskoca bir gülümseme beliriyordu. Zira bu sokaklar ancak onun gibi birinin yaşayabileceği türden, alabildiğine güzeldi. Bir taraftan saatimden dakikaları, diğer yandan ise zillerdeki isimleri kontrol ediyordum. 15dakika yürüme mesafesiyle. Onun adımlarını ezbere bildiğim için kendiminkileri de onunkilere uydurabiliyor, böylece 15dakikayı, artı-eksi 1dakika ile denk getirebileceğimi biliyordum. İlk sokağı, zillerin isimlerine sapıkça baktığımı kimsenin görmediğini ümit ederek bitirdiğimde yüzümdeki koca gülümseme bir gram dahi eksilmemişti. İkinci sokak, üçüncü sokak, dördüncüsü, beşincisi derken gülümsemem bir miktar “ehe mehe” moduna girmişti ve 1 saatin sonunda ne gezilecek sokak, ne bakılacak zil kalmıştı. “Olsun, en azından burda olmadığını artık biliyorum” kandırmacasını da yanıma alıp başlangıç noktama, metro çıkışına dönmüştüm. Yolun bu tarafındaki diğer çıkışa doğru adımlarken ayağımdaki bez ayakkabıları gören bulutlar büyük bir çalışma içerisine girişmiş ve bir müddet sonra ağzıma sıçacaklarını –sağolsunlar- önceden gönderdikleri küçük küçük şimşeklerle haber ediyorlardı. Adımlarım, onun adımlarının hız limitini geçmiş, giderek hızlanır bir suretle diğer yöne dalıyordu. Burcum gereği sahip olduğum inatçı özelliğim, ayaklarıma alabildiğine pozitif enerji göndererek, omurgamın da işbirliği sayesinde beni ayakta tutuyor, güçlü kılabiliyordu. Sonraki çıkışta kontrol edilebilecek evlerin sayısı giderek daha da azalıyor, ümidimi de azaltıyor, ama bir yandan da işimi kolaylaştırıyordu. Tüm bu olanları iyi kısma mı kötü kısma mı dahil etmem gerektiğini bilmiyor oluşum beni rahatsız etmeyecek seviyeye geldiğinde hepten zillere bakma konusunda hızlanmış, adeta bunu meslek edinebilecek derecede ustalaşmıştım. Bu ikinci alanı da bitirip, çiseleyen yağmur damlalarının sağanağa dönüşmemesini griden siyaha dönmeye başlayan bulutlardan rica ederek başlangıç noktama geri dönüyor, yolun öteki tarafına çıkıyordum. “Eğer ki metronun güvenlik kamerasındaki adam işini iyi yapıyor olsaydı, kesinlikle bende bir bokluk sezip peşime düşerdi” diyerek küçük bir “ehe ehe” ile yarıçapı bir tık daha büyümüş yağmur damlalarını üzerime toplaya toplaya yoluma devam ediyorum. Sonbahar çocuğu olmamın beynime yüklediği “yağmur sevme” özelliği bugün devre dışı kalmış, hatta kendini “bi daha asla yağmurları sevmiycem” programına alıp 140 dakika 90 derecede çalıştıracak duruma gelmişti. Kaşlarım, yağmurdan korumak istercesine çatılmış ve sonucunda ben de o asık suratlı insanların arasına katılmıştım. Yavuz Selim.. Bu mahalleyi daha önce onun konuşmalarında duymuş muydum diye beynimin ona ayrılan bölümünü yani %99unu -geri kalan %1ini yeme içme faaliyetlerimi kontrol etmesi için kendime ayırmıştım- karıştırmaya başlamış ve “sonuç bulunamadı” uyarısıyla karşılaşmıştım. Son düzlükte bariyerlere girmek suretiyle yarış dışı kalan arabalar misali kendi hakimiyetimi yeniden kaybetmiş, sadece hızla sokaklara dalıp çıkıyor, zildeki isimlere profesyonelliğimi katarak bakıyor, yağmur damlalarının her birini pamuklu gömleğime saklamaya özen göstererek yoluma devam ediyordum. Bu bölgede 2 katlı kutu gibi müstakil evler sokak girişlerinde 5-6 katlı apartmanlara ve sokak sonunda tekrar müstakil olan, fakat bu kez sümbüllerden yoksun daha çok harabeye çalan, kireçlerinin beyazlığı yerini kahverengiye bırakmış dört duvarlı yapılara dönüşüyordu. Her ne kadar onun inci dişlerini, bembeyaz kusursuz tenini bu evlere sığdıramasam da ne olur ne olmaz diyerekten kontrollerimi sürdürüyorum.. ve başlangıç noktasına dönmemi işaret eden son zilden sonra artık kaç saat olduğunu hesaplamayı bırakarak, üzerimdeki 5 kilo kadar yağmur suyuyla, sırılsıklam olmuş saçlarımla “son bölge sık dişini” telkinlerini ayaklarımın yerine geçirerek yürüyorum. 4. ve son çıkış.. Beyin kıvrımlarımın içinde “sen zaten her şeyi sonuncu denemende bulursun” ile “onu iyice dinlememişsin!” düşüncelerinin karşılıklı çektiği kılıçlar nedeniyle oluşmuş zonklamayı da kendime yoldaş edinerek, sudan buruş buruş olduğunu gözümün önüne rahatlıkla getirebildiğim ayaklarıma kalan son enerjimi gönderip tekrar başlıyorum: -Ali Kara hayır! -Esra Destan hayır! -Selim Ermişoğlu, bu oğlu’lu soyadlar da hep zengin olur hee, neyse hayır! Yollar da ziller de azaldıkça kendime olan kızgınlığım artarak dengeyi koruyor. Buraya neden sanayi dediklerini, hurdaya dönmüş arabaların arasından geçerken anlamlandırabiliyorum. Kendimi o arabalardan birinin yanına bıraksam beni de parçalara bölmekten çekinmeyecek kadar hurda görüntümle devam ediyorum.. Sanki hissetmişçesine varlığını, kafamı sağa çevirmemle birlikte dünyanın en güzel gülüşünü, siyahlara boyanmış yüzün oluşturduğu kontrast sayesinde diş macunu reklamlarından fırlamışçasına, bembeyaz ama buruk bir vaziyette buluyorum. Artık gözlerim de birer gri bulut, artık ben de yağmur yağdıyorum. Benim de içimde şimşekler çakıyor artık. Kışa geçiş yapan sonbahar oluyorum saniyeler içerisinde. Göz göze geliyoruz, ilk defa gözleri yakmıyor beni. İçimde kar kütleleri oluşuyor, buz oluyorum, don oluyorum, kalıyorum öylece. Gülüşü yerini fırtınalara bırakıyor. Gözleri artık arkasını dahi görebileceğim kadar açılıyor. Adem elması yutkunmayla birlikte bir aşağı bir yukarı hareketini sürdürürken ağzı yarım açılıp Türkçeyi yeni öğrenmiş birey misali konuşmaya çalışıyor. İlk defa kelimelerini duymayı reddediyor kulaklarım. Gözlerim artık sağanak yağış. Gözlerim artık siyah bulutla kaplı gökyüzü. Artık aklım ermiyor, artık tamamiyle devre dışıyım. Ağzı artık Türkçe’yi öğrenmiş bir bireyin ağzı, açılıyor, inci sözleri yerini “zorundaydım”a bırakıyor “Okulu bırakmak zorundaydım. Annem, hasta. Babam bizi sarışın bi hatuna tercih etti-heh” gülüyor. Buzul oluyorum, kutup oluyorum, benim gökyüzüm dolu yağdırmaya başlarken o ise ani sağanak yağışlarla insanları beklenmedik bir şekilde mahveden gökyüzünün vanalarını açıyor. Sarılıyorum, duraksıyor, sarılıyor. Damlalarımız birleşiyor, fırtına oluyor, diniyor, açıyor gökyüzümüz bir süre sonra. Dudaklarına dokunuyor dudaklarım, güneş açıyor. Ellerim ıslak, saçlarım ıslak, ayaklarım ıslak. Tutuyorum ellerinden, ıslak. Gamzesinin gömülü olduğu yanağını dayıyor yanağıma. Siyah boyası yüzünün, karışıyor yüzüme..karışıyoruz birbirimize.. Yaz geliyor, hiç gitmeyecekmişçesine.
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.