NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

Julius, kuzeyde doğmuş bir gençtir. Kuzeyde doğduğunu bilse de net bir evi yoktur. Hangi köyde doğduğunu bilmiyor, anne ve babasını tanımıyordur. Çok küçük yaştaki anılarını hatırlamıyordur. Hatırladığı ilk anıları, soğuk ve karlı ayazın hakim olduğu sokaklarda aç bir şekilde bakıma muhtaç vaziyette dolanıyor olmasıydı. Küçük yaşında avare şekilde dolaşıp dışlanmasının ardından, rüzgar onu sürükleyerek Kurt Ini'ne kadar getirmiştir. Kurt Ini, Julius için bazı dönemeçlere gireceği ve belki de hayatının bir nebze düzelebileceği bir yerdi. Kurt Ini'ne giriş yaptıktan sonra kuzeyli vatandaşlar tarafından kurtarılmıştır. Kurt Ini'nde kimsesiz Julius'un karnını doyuruyorlar ve onu sahipleniyorlar. Kurt Ini'nde annesi ve babası belki savaşta belki de başka sebepler ile ölmeleri yaygın birşey o yüzden kimsesiz çocukların sayısı fazladır. Halk bütün çocukları sahiplenir ve kendi çocuğu veya değil şeklinde ayrım yapmaz. Jurgaar adındaki bir adam, buradaki kimsesiz çocukların akşamları kalabileceği bir ine sahiptir ve çocuklardan para istemez, ayrıca onların karnını doyurur. Halk ve yönetim ise bu iyiliğin karşılığı olarak hem çocukların masrafını karşılama hem de iyiliğin karşılığını ödemek adına bu işletmeye düzenli olarak bağış yapa. Kuzeyli çocukları yaman ve çetindir; kadınlar aşcı, dokumacı, şifacı, kalkan hanımı ve eğer yetenekliyse bazıları da büyücü olarak yetiştirilir. Erkekler ise; işci, işletme sahibi, demirci, zanaâtkar, kalkan beyi, sınır korucusu ve benzeri işler için yetiştirilir. Jurgaar buradaki çocukların eğilimlerini izler ve onları iyi oldukları alana yönlendirir. Julius'un ise kalkan tutmadaki becerisini fark etmişti fakat yakın dövüşte yaşıtlarından daha zayıftı. Yetenekleri, onu bir Kalkan beyi olmaya itiyordu ama yeterli kılıç becerisinden yoksundu. Jurgaar, Julius ile baş edemeyeceğini ve onu iyi yönlendiremeyeceğini anladığı zaman, onu Reidir'e yönlendirdi. Reidir, Jurgaar'ın ordudaki yakın arkadaşlarından ve kıdemli askerleden biriydi. Reidir, Julius'un ok kullanmada beceriksiz olduğunu fark etti, iyi kalkan tutuyordu ama kılıç savurmada pek iyi değildi. Lakin Reidir, Julius'un gözlerinin keskin olduğunun farkındaydı, bu yüzden ona bir balta verdi. Baltayı, kılıca nazaran daha iyi kullanıyordu fakat asıl hüneri, fırlatma konusunda eşsiz bir yeteneğe sahip olmasıydı. İlk balta fırlatma deneyimini 8 yaşındayken 15 feet uzaktaki bir hedefi tam on ikiden vurmayı başarmıştı. Reidir, üstlerine, daha sonra da bunları Wolfgang'a anlatmıştır ve Julius'u bir "Baltazar" olarak yetiştirmeye karar vermişlerdir. Baltazarlar, orduda ön safhada hücum eden fakat yakın dövüşten ziyade, belli bir mesafeye giren ve balta fırlatan bir birliktir. Julius, işten kaytarmayı severdi, biraz büyüdükten sonra 14-15'li yaşlara geldikten sonra sınır devriyesi gibi az vardiyalı, bir çocuk için rölatif olarak kolay işlerde çalışırdı ama her seferinde kaytarırdı. Görev bilinci zayıf bir çocuktu. Arkadaşlarına "Bugün baltayı 45 feet uzağa atabildim, bizim orduda böyle adam yok ..." gibi mübalağa ile karışık söylemler ile başarıları üzerinden böbürlenirdi. 5 kişilik yakın bir arkadaş gurubu vardı; Vladmar Huluric ve Fridda onun böbürlenmesine katlanır ve hıhı diyip geçer, birlikte eğlenmeye bakardı. Fakat bir arkadaşı olan Ingrid, onu dikkatle ve şevhet ile dinlerdi, Julius'un anlattıklarından hep fazlaca etkilenirdi. Julius, bu etkilenmenin farkındaydı ve o da karşılıklı olarak Ingrid'in güzelliğinden, çekiciliğinden ve saflığından etkilenirdi. Julius da nasıl bir dallama olduğunun farkındaydı fakat böyle bir dallamaya ilgi besleyen Ingrid'e karşı hayranlığını gizleyemiyor ve ona karşı samimi duygular oluşturmaya başlıyordu. Ingrid ve Vladmar; Huluric, Fridda ve Julius'un aksine yetim değillerdi, bir aileleri vardı ve bu aileler sıradan bir aile de değildi, gene de arkadaşları arasında ayrım yapmazlardı.

Julius, işten kaytardığı sıralar, favori aktivitesi olarak tavernalara gidip zar oyunu oynardı. Ama bu favori aktivite, zamanla yerini başka bir şeye verdi... dövüşmeye. İnsanların, bir daire oluşturarak, dairenin içerisindeki iki kişinin dövüşünü izlemeye... Julius, ergenlik dönemlerinde hep bu izlediği dövüşlere ilgi duymuş ve seyircilerin olduğu dövüşün verdiği heyecanı bir kereliğine bile olsa tatmak istemiştir. Julius, arkadaşlarına bu durumu anlatmış ve bu şekilde dövüşlere katılmak istediğini söylemiştir. Ingrid bu fikre karşı çıksa da diğer bütün arkadaşları, Julius'un fikrini desteklemiş ve bunun iyi bir fikir olabileceğini düşünmüştür. Bunun üzerine Vladmar, bu işten para kırabileceklerini, Julius üzerine bahis oynayabileceklerini düşünmüştür. Ingrid şiddet ile buna karşı çıksa da Julius, bu fikrin iyi bir şey olduğunu, kendisine ve ona bir zarar gelmeyeceği konusunda Ingrid'i ikna etmiştir ve kendisine güvendirtmiştir. Tavernada yapılacak olan bir dövüş için adını önceden yazdırıp rakibini beklemeye başlamıştır. Bu gergin ama heyecanlı saatler, Julius için geçip gitmezken onun heyecanını bastıran Ingrid olmuştur. Ingrid ve Julius, ilk defa birbirlerine, dövüşü bekledikleri o yalnız kaldıkları arkaplanda açılmışlardır. Romantik, ama çocuksu bir masumlukta geçen bir flörtleşme evresinin ardından Julius, hayatındaki ilk öpücüğünü orada Ingrid'den almıştır. Ingrid mutlu bir şekilde zaman geldiğinde arkaplandan ayrılarak, en ön safhada onu bekleyeceğini söylemiştir. Fakat Ingrid'in bilmediği şey, Julius, Vladmar ve Fridda'nın üç kişi anlaşarak bu dövüşü hileli bir dövüşe çevirmiş olmasıydı. Kazanacakları pay üzerinden hancı ile ortaklaşıp karşılarına, Julius'un kazanması için bir rakip çıkarılacaktı ki öyle oldu. Julius, olması gereken gibi üstün gidiyorken seyircileri selamlıyor ve şov yapmayı ihmal etmiyordu. Lakin bu dövüş yarıda kesildi. Tavernaya yetkili bir ailenin üyesi olan Kışkurtlarından Hendrickson girmişti ve burada neler döndüğünü anlamaya çalışıyordu. Hendrickson'un gizlice, küçük hanım Ingrid'i izlemesinden ötürü buradaki kumpasın ve kara para dövüşünün farkında olması, işleri hiç iyi bir duruma getirmemişti. Yalanları, foyaları ve oyunları açığa çıkınca dövüş iptal edildi, ve çocuklar bir araya çekildi. Ingrid, arkadaşlarını korumak adına bu düzenledikleri şeyin onun fikri olduğunu söyledi ve suçu kendi üzerine aldı. Julius ise Ingrid'i yalanladı ve gerçek olan şeyi söyledi, bu fikrin kendisine ait olduğunu söyledi. Kış sert ve yamandır, kuzeyin insanı yufka yürekli fakat yamandır. Yalan söylediği için Ingrid'e ev cezası, diğerlerine ise Ingrid ile olan bağlantılarını koparma cezasını verdi. Julius bunu tereddütsüz bir şekilde reddetti ve gerekirse Ingrid için dövüşeceğini söyledi. Bu sözlerinden belki de pişman olacağından haberi bile yoktu.

Hendrickson, Julius'un kendini aklayabilmesi adına "Trial by Combat" yöntemi ile kışkurdu hanesi ile konuştuktan sonra rakibi niteliğinde karşısına, belki de acımasız bir şekilde Mathaios adındaki bir duellocuyu çıkardı. Mathaios, ilk başlarda Julius'un üzerine bir çocuk olduğundan dolayı fazla gitmeyeceğini Julius'a söyledi. Julius ise basit bir şekilde kışkırtılarak Mathaios'a karşı kendini tutmadan savaşacağını söyleyerek onu aşağılayarak dövüşmeye başladı. Mathaios, Julius'un hızına rahatlıkla aya uydurabiliyordu ama kendini tutmaya çalışırken, Julius'tan beklemediği şekilde kafasına doğru gelen baltayı dodgeladı fakat bir çizik ile yaralandı. Julius, böylesine güçlü ve tecrübeli bir duellocuyu o yaşında yaralamayı başarmıştı. Fakat bunun üzerine Mathaios, rakibi olan Julius denen çocuğun yabana atılmaması gerektiğini anladı ve onu paramparça etti. Mathaios, o fırlatılan baltada, o savaştaki ilk ve tek yarasını almıştı, Julius bir daha Mathaios'a dokunamadı bile. Her tarafı çizik yara ve bere içinde olmasına rağmen ayağa kalkmaya çalışan Julius'a Mathaios, izin bile vermiyordu ve ağır yaralar açmaya başlamıştı. Julius, bu dövüşte öleceğini anlamıştı. Mathaios, Julius'un bir süre sonra kıpırdamadığını fark ettiğinde, mızrağını, Julius'un boğazına götürüp aile büyüğünden emiri bekledi. Ölüm emri gelmişti... Mathaios, şüphesiz ve eli titremeden mızrağı boyuna geçirecekken, arenada küçük ve narin bir kız çocuğunun sesi yankılandı... "DURUN..." şeklinde haykırıyordu bu ses. Şimşekten hızlı reflekslere sahip Mathaios, mızrağını ani bir şekilde durdurup kafasını yukarıya kaldırdı. Bağıran kişi Ingrid'ti. Arkadaşları bu dövüşü farklı bir yerden izliyordu ama Ingrid, en baş köşede, aile büyüklerinin yanındaydı. Julius'un ölmesine karşı çıktı. Töreye göre Julius'un ölmesi gerekiyordu. Ölmediği takdirde ise sadece bir seçeneği vardı. Sürgün... Ingrid, sevdiği çocuğun onu korurken gözleri önünde ölmesine izin vermedi ve ağlaya ağlaya ne kadar içine sinmese de, Julius'un sürgün edilmesine göz yummak zorunda kaldı. Bu dövüşte sonra, Julius, bir at arabasının arkasına bilinçsiz bir şekildeyken fırlatıldı ve bir yük gibi Beyaz Şehir'e giden bir kervana bilinçsiz bir şekilde eşlik ediyordu.

Gözlerini açtığında hava... kırmızıydı. Garip bir şekilde hava olması gereken renkten farklıydı. Julius, etrafına bakındı ama bir şehirde değildi. Bir şehir manzarası ile karşılaşmayı veya belki de bir zindan manzarasından ziyade, gece olmasına rağmen kırmızı ışıkların aydınlattığı bir akşam harabe olmuş bir kervanın yanındayı. Biraz daha kendine gelmeye başladıktan sonra çığlıklar, kulaklarını tırmalamaya başladı. Toprak ıslaktı, hava da olması gerekenden daha sıcaktı. Bu sıcaklığın sebebini anlayamasa da bu ıslaklığın sebebinin kan olduğunu anlamıştı. Dizleri üzerine kalktığında çığlık seslerinin iyice artmaya başladığını, hatta yakınlaştığını düşünüyordu. Ayağa zar zor bir şekilde kalkmayı başardığında ise etrafına bakınma fırsatı buldu. Etrafı, tek taraflı bir katliamın taze kalıntılarından ibaretti. Julius, çok kötü bir bokun ortasına düşmüştü. Neden bu kervan kafilesi ile olduğuna dair hiçbir fikri yoktu, tek hatırladığı şey ise, hayatında gördüğü en güzel kızın, gözyaşları içindeki "Durun" şeklindeki yakarışlarıydı. Elini arkasına attığında kalkanı vardı fakat hiçbir silahı yoktu. Silahına panik ile bakınmaya başladığında ise çığlık sesleri kesilmişti. Yerini adım seslerine bırakmıştı. Tok... Tok... Tok... Tok... Sanki bir devin yürüyüşüne ait olan bir ses... İleride anlam veremediği, kanatlı bir varlık, elinde bir kadına ait olduğunu düşündüğü birinin kafasını tutuyordu ve tek bir el hamlesiyle kafayı avucunun içinde adeta bir ceviz kırar gibi kırdıktan sonra kafatasından adeta şelale gibi süzülen o kanı içmeye başladı. Julius gördükleri yüzünden şaşkın ve ne yapacağını bilmez şekilde dehşete kapılmıştı. Önündeki yaratık, Julius'u işaret ederek "SEN" şeklinde ortak lisan ile ona seslendi. "SEN.. SENİN DE... TADINA BAKMAMA İZİN VER... MUHAAHAHAHAHA" şeklinde bir haykırışa benzer gülüşün ardından konuşmalar, yerini hırlamaya bırakmıştı. Julius, belki de hayatta kalma içgüdüsü ile bayır aşağıya doğru bir tepeden aşağıya daha hızlı olacağını düşündüğü için tez adımlarla dört nala koşmaya başlamıştı. Karlı ormanların arasında arkasına bakmadan koşarken ormandan gelen garip hırlamaları ve kahkaha seslerini duyuyor ve korkuyordu. Ardına bakmaksızın koşuyordu fakat bayır aşağı koştuğundan ötürü dikkatsizliğe kapıldığı gibi direkt olarak yuvarlanmaya başladı ve çok pis bir şekilde düştü. Düştüğü sırada gökyüzüne bakan Julius, havada şaşaalı kanatları ile duran ne olduğuna anlam veremediği garip bir yaratığın silüetini gördükten sonra, o silüet son sürat ile Julius'un üzerine çoktü. Kalkanını koymasıyla birlikte kalkanı paramparça olan Julius, bu anlamsız şeyin yüzünü nihayet görebilmişti ama belki de çok geçti. Yaratık ağzını açmasıyla beraber, yerde kara kenetlenmiş Julius'u ısıracakken tam o sırada bir ses duydu. Bağıran bir ayının sesini duyduktan sonra yaratık yatay şekilde en az 20-25 feet uçtu ve kara çakıldı. Bu olayın ardından yanından geçip son süratte o yaratığa koşan bir ayı gördü fakat bu ayı zırhlıydı. Ardından sa bu ayıya eşlik eden bir kadın gördü. Daha arkada kalan biri daha vardı ve Julius'un yanına yaklaştı. Pembe saçlı, tek gözü kapalı bir kız, Julius'a "Merak etme biz buradayız, sen acilen koş ve buradan uzaklaş." demişti. Julius, hayatının gözleri önünden geçmesi sonrasında yaşadığı şoku atlatamadığından mütevellit kadının dediği şeyi bi 10-15 saniye donduktan sonra harfiyen uyguladı. Oradan uzaklaştıktan sonra o yaratığa, o kadına veya o ayı ve kadına ne olduğunu bilmiyor fakat bildiği ve hatırladığı tek bir şey var ki, o da kadının belinde asılı olan üç halkalı bir zincir...

Julius, olabildiğince uzaklaştı ve yaban hayatta, olabildiğince ayakta kalıp yaşamaya çalıştı. O geceyi bir şekilde çalılıkların arkasında saklanırken yorgunluk ve panikten sonra bayılarak geçirdi. Bu yaşadığı olay, Julius'un tek tramvasıydı. Her zaman gülse de bu anıyı anlatırken hiçbir zaman gülmez... 5 gün 6 gece boyunca yaban hayatta silahsız, kalkansız, atsız, yemeksiz ve -15 derece sıcaklıkta ısınabileceği düzgün bir kıyafeti olmaksızın hareket etti ve hayatta kalmayı başardı. Bulabildiği kadar böğürtlen yedi, buz gibi akan ırmaklardan taze su içti, yaptığı basit sapanlar ile taş fırlatarak avladığı tavşanları yedi, aç kurt sürülerinden kaçtı, uyumak için girdiği bir mağarada bir ayı ile karşılaşıp son derece hızlı şekilde topukladı ve en sonunda Ayazlı Geçide gelmeyi başardı. Sadece güneye doğru hareket etmiş olan Julius, nihayet bir medeniyet görmenin özlemini ve sevincini yaşıyordu. Ayaz Geçit'de zaman geçirdi, yaşadıklarını insanlara anlattı ve orada biraz zaman geçirmesi gerekti. Ayaz Geçit'teki ilk sığındığı tavernanın sahibi Henning, ona kucak açtı ve kalacak yer verdi fakat burada çalışması gerektiğini söyledi ve parasını çıkarması gerektiğini söyledi. Julius'un paraya ihtiyacı vardı ve bu durumda bitkin bir haldeyken başka bir seçeneği de yoktu. Burada çalıştığı süre boyunca getir götür, temizlik, bulaşık gibi işleri yaptı. Fakat burada zaman geçirdikçe, burada çalışan bir ozan olan Ulf ile zaman geçirme fırsatı buldu. Ulf'u tanıdıkça onun hakkında daha fazla şey öğrendi. Ulf, Beyaz Şehir'deki Lasolfa Kolejinden mezun bir ozan ve Lavta çalan, esasen gezgin lakin yılın çoğunda buradaki taverna ile anlaşmalı bir ozandır. Ulf ona insanları nasıl eğlendirebileceğini ve nasıl dikkat odağının kendisi olabileceğini öğretmiştir. Burada çalıştığı 3 sene boyunca Julius, Lavta çalmayı ve ozanlığa girişi öğrenmiştir. Bir ozan olmanın temellerini burada atmıştır. Ulf ise ona daha fazlasını Beyaz Şehir'deki kolejden öğrenebileceğini söylemiş ve Ulf'un öğrencisi olduğunu gösteren kanıt niteliğinde bir imzalı pena hediye etmiştir. Julius, akıl sağlığını Ulf sayesinde bu 3 yıl içinde hatırlamıştır. Gülmeyi yeniden öğrenmiş, fakat bunun yanında güldürmeyi de öğrenmiştir. 18 yaşına bastığında ise hayallerini kovalamak adına, yeterli birikime ulaştıktan sonra Beyaz Şehir'e gitmiştir.

Beyaz Şehir'e ulaşan Julius, kendini direkt olarak kolezyuma doğru atmıştır. Kolezyumda, arena sahibi Tandberg ile görüşmüş ve kendini kabul ettirebilmek, burada insanlara gösteriler sunmak ve parayla dövüşmek istediğini söylemiştir. Bu yeterlilikte olup olmadığını anlayabilmek için kendini kanıtlayabilmesi gerekiyordu ve Tandberg, onu farklı dövüşçüler ile müsabakalara çıkardı ve arka alanda yapılan denemelerde Julius, başarıya ulaştı. Yeterli dövüş kabiliyetine sahipti ve insanları eğlendirmesini biliyordu. Tandberg, onun en başlarda sıradan fakat eğlenceli biri olduğu için fazla para getirecek bir dövüşçü olacağını düşündüğü için işe almıştı. İşe alındıktan sonra, resmi müsabakarlarda kullanacağı ekipmanları seçebilmesi için onu bir odaya getirdi. O odada ise Julius, hayatının aşkını bulmuştu. Bir mızrak olduğu şüphesiz olan, fakat bir mızraktan daha kısa olan, üç başlı, ele iyi oturan bir mızrak türevini görmüştü. Bir Trident... Bunu gördükten sonra şüphe duymaksızın direkt olarak Trident'i sağ eline, kalkanı ise sol eline aldı. "Belin boş kalmasın..." dedi Tandberg, bişiler daha seçebileceğini söyledi. Bunun üzerine Julius, sağ beline, nereden geldiğini unutmamak adına Tek elli büyük bir balta, sol beline ise ilginç bir şekilde genelde kimsenin kullanmadığı şekilde ağ aldı. Tandberg, seçilmleri garipsese de bir sorun olmadığını söyledi ve Julius için bir maç ayarlayacağını ama zorlu bir maç olacağını söyledi. Julius'dan ise bu maç ayarlanana kadar yapabiliyorsa büyük veya küçük bir aileden kendine sponsor olmasını istedi. Julius ise bu şekilde bir arayışa girdi.

2 gün boyunca eli boş olan Julius, bütün ailelere mektup yazsa da, ismi duyulmadığından ötürü kimseden olumlu bir cevap alabilmiş değildi. Akşam ise kafasını dağıtmak adına şehirde yeni bulduğu Güzel Şafak Hanı'nda eğleniyordu. Bu eğlence doğrultusunda bu tavernada samimi sohbet kurduğu biri ile karşılaştı. Şehirde genel geçer vaziyette ismi duyulan saçları yana yatık olan bir elf ile karşılaştı. İsmi Daynore'idi. Daynore ile kurduğu sohbetin ardından ona kendi vaziyetini anlattı ve insanlar onu bu kadar aşinayken yapabileceği bir şey var mı diye sordu. Daynore ise onun için Külmızrağı hanesi ile konuşabileceğini söylemesinin ardından karşılık olarak ondan bir şey istedi. Daynore, o sıralarda Külmızrağı ailesinin hizmetinden çıktığını fakat bir isteğini dile getirdiği vakit şüphesiz değerlendirileceğini söyledi fakat karşılığında ise, burada olmadığı vakitler, kız kardeşine bakacak birini aradığını söyler. Julius ise bunu direkt patavatsızca kabul eder. Daynore, biraz endişelidir, ve biraz daha bu çocuğu tartması gerektiğini düşünür ama gene de ona yardım eder ve bu konuyu Külmızrağı ailesine götürür. Daynore'den gelen bir ricayı kırmayarak, Külmızrağı ailesi, Julius'u sponsorlu düellocularının arasına alır ve masraflarını karşılayacağını iletir. Bütün işlerini hallettikten sonra Julius, Daynore ile akşamları tavernada keyifli zaman geçirir. Gün gelip çattığında ise, ilk maçına çıkacak olan Julius için epey zorlu ve keyifli bir maç ayarlanmıştı. Julius için main event olan son maç ayarlanmıştı ve son maç diğer taraf için çok önemliydi. Bir tarafta kendini kanıtlamak isteyen yeni yetme bir şovmen, diğer tarafta ise yıllarını burada geçirmiş, özgürlüğü için savaşan bir yarı ork... Maç başlarken Julius, heyecan ile tridentini sımsıkı tutuyor ve heyecanla bekleyişisi sürdürüyordu. Fakat bu çıkacağı ikinci maçı, teknik olarak ilk gerçek maçı olacaktı. Bu esnada Ingrid'in eksikliği, onun yokluğu, Julius için ona tokat gibi çarpmıştı... Bu maçı Ingrid için kazanmalıydı. Bu maçı kazanacaktı, zorundaydı. Her şey Ingrid için, hatalarını telafi etmesi içindi... Bunun muhakemesini verdiği esnada diğer gladyatörün ismi arenada yankılanıyordu. Bir ucube, zoraki bir birlikteliğin doğurduğu bir mahluk, kendi özgürlüğünün peşinde olan gerçek bir savaşçı... İşte karşınızda, kazanırsa özgürlüğüne kavuşacak olan, belki de son savaşına çıkan, Escar'ın Canavarı BOB... Bütün arena Bob ismini haykırıyordu. Julius, ayağa kalktı, miğferini taktı, ipini beline astı ve kalkanını kuşandı. Mızrağını aldıktan sonra sakin adımlar ile depresif, baskının en yüksek noktasını yaşarken, favorinin açık bir şekilde karşı taraf olduğu bir maça çıkıyordu.

Karşısındaki rakibi, insanların yamyam olarak nitelendirdiği, gerçek bir savaşçı. Bob, Julius'a bakarak ona acımayacağını, elinden alınan özgürlüğünü geri kazanacağını söylüyordu. Julius ise, rakibiyle güler yüzle dalga geçiyor, heyecanını saklamaya çalışyıordu. Maçın başlamasıyla Julius elindeki mızrağı direkt olarak rakibine fırlattıktan sonra baltayı çekip saldırıya geçti. Bob bunu beklemiyordu ve direkt olarak bir saldırı hasarı alarak maça başladı. Maç çekişmeliydi. Güç bakımından ve atletizm bakımından Bob, süregetirmez şekilde üstündü. Tecrübesi ile maça ağırlığını koyuyordu fakat aldığı ilk darbe derindi ve yavaaş yavaş hareketini kısıtlamaya başlıyordu. Julius için maç iyi başlamasına rağmen iyi geçmiyordu. Tempoyu yakalamasına rağmen kaybetmişti fakat Bob'un hareketlerinin yavaşlamaya başladığını fark ediyordu. Bu maçı kazanacaksa zekası ile kazanabilirdi çünkü yetenekleri rakibinin yetenekleri ile eş olmayı bırak, yakın bile sayılmazdı. Hareketlerin yavaşladığını fark ettiği anda ağını çıkarıp 30 feet uzaktan Bob'a fırlattı. Bob, daha önce ağlı rakiplere karşı savaşmıştı ama hepsi 5 feet mesafeden kullanıyordu bu ağı, neredeyse dibinden kullanıyorlardı. Bob buna refleks gösteremeyip ağa takıldı. Ağdan kaçmaya çalışırken ise Julius, fırlatmak için fazla büyük olan baltasını gene beklenmedik şekilde fırlattı ve Bob'a hücum etti. Sol omuzunda trident, sağ omuzunda ise kocaman bir balta saplı olan Bob, dizleri üzerine çöktü. Tridenti Bob'un omuzundan çıkardıktan sonra Bob bulduğu açıklık ile savaşmaya devam edip Julius'ta derin bir kesik açtı. Julius belki de tek bir darbe ile devrilebilecek konumdaydı fakat mızrağı çıkardıktan sonra Bob'a tekme atıp onu yere düşürdü ve eline basıp tuttuğu çift elli büsbüyük baltasını düşürmesine sebep oldu. Bob yerde kanlar içindeyken tridentini boğazına tutup seyircilere döndü. Kalabalık, belki de bütün kıtanın duyacağı biçimde "ÖLDÜR" şeklinde bağırıyordu. Julius ise tridentini kaldırdı ve son hızda Bob'a doğru fırlattı... Insanların sesi bir anda kesilmişti... Kalkan toprak dağıldıktan sonra tridentin, Bob'un kafatasının yanına saplanmıştı. Julius, ilk maçında Bob'un yaşamasını seçmişti. Bob, gözlerini zor açabilecek durumdayken, artık kendini tamamen salmıştı ve oradan belki de kan kaybından dolayı bayılmıştı. Julius ise muzaffer bir şekilde seyircileri selamlayıp, onların alkışlarını ve attıkları altınları topluyordu.

Kendini kanıtlayan Julius, Külmızrağı ailesinin tam destekli duellocusu olmuştu. Bu maçtan bir buçuk hafta sonra rakibi Bob, başka bir rakibe karşı kazanıp, özgürlüğüne kavuşmuştu, lakin özgürlüğü ona verilmiyordu. Julius, Bob'a kurulan kumpası görmüş ve Bob'un yanında isyan olarak nitelendirilebilecek bir başkaldırıya girmişti. Bob, ona tek başına iyi olduğunu söylese de Julius, ilk rakibinin haksızlığa uğramasına göz yummamıştı. Belki de şansları yaver gitti ki bu isyan büyüyüp daha kötü nitelendirilmeden önce, daha büyük otoriteler olarak nitelendirilebilecek şeklindeki kişiler bu olaya karışıp, Bob'u satın aldı. Satın alan kişinin ismi Lorenzo'ydu. Lorenzo, Julius ile konuşup ona nasihatler verdi ve abilik yaptı. Yaptığı şeyin onurlu olduğunu ama böyle durumlarda kendini daha ön plana koyması gerektiğini anlattı. Bob ise, Julius'un sergilediği bu hareketi hiçbir zaman unutmayacağını, minnettar olacağını ve zamanı geldiğinde tekrar dövüşüğ onu yeneceğini söyledi. Julius ile sözleştikten sonra Bob, Beyaz Şehir'den ayrıldı. Julius, Bob'un kendi hayatını bir şekilde kurtarıp, Demir El adındaki bir askeri birliğe girdiğini öğrendi. Lorenzo da o birliğin yetkililerinden biriymiş. Lorenzo'dan öğrendiği bir diğer bilgi ise, şehirden çıkmadan önceki ettikleri sohbet sırasında, Julius başından geçen olayları anlattı. Onu kurtaran kişileri tasvir etti. Lorenzo, onları görmese de, zincir taşıdıkları için onu Zincirdarların kurtarmış olabileceğini söyledi.

Julius, arenada savaşmaya devam ederken, Daynore'ye verdiği sözden ötürü Lasolfa Koleji'ne girmek için çalışmalara başladı. Böylece hem Ulf'a verdiği sözü tutacaktı, hem de Daynore'nin kardeşini daha yakından izleyip onu koruyabilecekti. Kolejde normalde mezun olması gerektiğinden daha uzun bir süre zaman geçirmek için yüksek lisans yapmaya karar verdi ve 8 senesini kolejde geçirdi. Daynore'nin kardeşi Ilsevel'in aksine, Kılıç Ozanlığı konusunda uzmanlık yaptı. Bu sırada da dövüşme kabiliyetlerini geliştirdi, Külmızrağı adına maçlara çıktı ve ozanlığını arttırdı.
Kolezyum'un en tanınan gladyatörlerinden biri haline geldi.

Zaman geldi geçti ve Julius artık belli bir olgunluğa geldi ve Beyaz Şehir'deki Kolezyumda halkın sevgilisi, en sevilen gladyatörlerden biri haline geldi. Lakin son zamanlarda gelişen bazı olaylar kulağına geliyordu. Julius, buraya ilk geldiğinde, Daynore onu kendi arkadaşları ile tanıştırmıştı. Akşamları tavernalarda sürterken bir gün Julius'un yakın arkadaşı olan Vivien, Julius'un yanına gelmesini ister. Daynore'nin ve arkadaşlarının daha önce yakın zamanda buraya geldiğini ve Damian adında bir arkadaşına yardım edebilmesi için Daynore'nin kendisini bulduğunu Julius'a anlatır. Julius, merakla bunu dinlerken Vivien, Julius'a yaptığı bir şeyi anlatır. Damian adındaki çocuğun çok tekinsiz davrandığını söyler, bu yüzden onu takip edebilmesi için ona dokunduğu sırada bir takip büyüsü yaptığını Julius'a anlatır. Fakat Vivien'in dediğine göre bu çocuğun varlığı yavaş yavaş ilerledikten bir süre sonra silinmiş. Bu yüzden Vivien, ortak arkadaşları olan Daynore'nin iyi olup olmadığını kontrol etmesini istediğini Julius'a söyler. Julius, burada yakın zamanda bir işinin kalmadığını ve artık amaçlarını yavaş yavaş uygulamak istediğini, bunun da iyi bir başlangıç olduğunu Vivien'e söyler. Vivien'den Daynore'nin kardeş, Ilsevel'e burada olmadığı vakit göz kulak olmasını isteyip toparlanıp yola koyulmak için önce Kolezyum'a istifasını vermeye gider. Bu istifa reddedilse de yeterince hizmet ettiğini, en başta özgür olmasa bile özgürlüğünü elde edebilecek kadar zafer kazandığını söyleyen Julius, bunun bir son olmadığını ve buraya geri geleceğini söyleyerek Tandberg'i ikna eder ve Kolezyum'a istifasını kabul ettirir. Daha sonrasında ise durumu Külmızrağı ailesine izah etmeye gittiğinde de durumun Daynore ile alakalı olduğunu açıklayınca, Ailenin fertlerinden biri olan Santorin Külmızrağı, istisnai bir izin çıkartır ve Julius'a izin verir. Vivien'den öğrendiğini kadarıyla Zonthar'a doğru yolculuk eden Daynore'yi takip etmek adına Julius, Zonthar'a doğru atını alıp yolculuğa çıkmıştır.

Julius'un bu yolun başlangıcında kendine belirlediği bazı hedefler şunlardır:
- Kazanabildiğin kadar ün şan ve şöhret kazan.. He bir de para da fena olmaz,
- Daynore'yi bul, onun iyi olduğundan emin ol, ve en kötü senaryo için kendini mental olarak hazırla,
- Dövüşerek insanları eğlendirebileceğin her noktada dövüş,
- Kuzeydeki kapanmamış meseleyi, Ingrid'i bul ve bir özürün ardından hayatını onunla devam ettir,
- Ve son olarak pembe saçlı zincirdar hanımefendiyle tanış, teşekkür et ve onlar gibi zincirdar ol.
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.