Yasaları duygular, duyguları yasalar kısıtlar. Neden yasaya ihtiyaç duyarız, çünkü duyguların dışavurumu sadece bizi etkilemez. Duygularımızın kendimiz dışında ki bireyler ve o bireylerin oluşturduğu toplumda ki meşruluğunu da bu yolla kazandırırız. Tüm bu ahlaklar(yani insan davranışları bütünü) yanında yönetme ve yönetilme arzusunu da beraberinde getirir. Öyleyse yöneten ve yönetilene düşen misyon, kabullendiği otoritenin meşruluğuna biat etmektir. Yöneticiler her nekadar biat ettiren rolünde gözükselerde, güçlerini aldıkları topluluklara biat ederler. Onların biat kültüründe eğilmek ya da doğrudan hizmet etmek yoktur tabii ki. Yönetimlerin, hiyerarşilerin ve sınıfların da duygu üzerine kurulu olduğu gayet barizdir. Mesela, monarşik bir yönetimin getirdiği yapıda sadece kralın(çeşitli coğrafya ve kültürlerde farklı isimleri de mevcut) buyruklarına uyulmalıdır, aksi takdirde emre itaatsizlik yönetimde çıkar bakımından öfke patlamaları, ayriyeten siyasal çatlaklar yaratacağından, sonuçlar yönetilenler tarafında hoş hisler barındırmayacaktır. Ya da komünal düzende, birilerinin imtiyaz iddia ederek çalışmaması hoş karşılanmayacaktır. Kısacası siyaset ve yasalar tamamıyla insanın özgürlüğüne engel olan duygulara bağımlıdır ve onun ürünüdür. Günün sonunda insanı kısıtlayan en büyük faktör yine kendisi ya da kendi dışında ki insanlar oluyor. Bir insana, bir başka insanı öldürme yetkisini yasalar verir. Bir aslanın da, başka bir aslanı öldürme yetkisini yasalar verir. Zihin bağlamından çıkan yasalar A Priorik önermelerden ibaret olsa bile, salt yasalar-ki buna doğa yasaları denir- A Posterioriktir. O halde insan türünün de dahil olduğu hayvanlar aleminde, yasaları iki sınıfta kategorize edebiliriz. 1) İnsan gibi organize düşünebilen zihinlerden çıkan yasalar. 2) Doğanın parçası olan ve bulunduğu doğaya göre yaşamsal özellikleri şekillenen canlıda bulunan yasalar. Yüzyıllardır hukukun; zihinlerden çıkan yasal gerekçelendirmeler ve insan topluluklarının bir arada yaşayabilmesi için uyulması gereken normatifler bütünü olduğunu savunuyorlar, fakat bu gerekçelendirmenin zemininde zihinden ayrıca mantıktan daha çok güdülerin yattığı gerçeğinden bahsetmiyorlar. Yirmi birinci yüzyılda, en modern ve pragmatik diye sunulan anayasaları, ceza yasalarını açsanız göreceğiniz tek şey güdülerle harmanlanmış neredeyse ilkel uygulamalar olacaktır. Peki burada yasaları iki farklı sınıfa ayırdım ve az önce de zihinden çıkan yasaların içgüdüsel olduğunu yani aslında iki farklı sınıfa koyduğum kısımların bir olduğunu söylemiş oldum. Eğer yeterince dikkatle kavranmazsa bu çelişki olarak görülebilir. Gerçekte zaten bu bir çelişkidir de, ama benim çelişkim değil. Zihin doğanın meydana getirdiği organdır. Muhakeme ise duygulardan arınmış çıkarımların aracı ve sonucudur. Fakat yargı hususunda yapılacak değerlendirmede ne hikmetse işin içine duygularda girer. Yargılamayı yapanın duyguları, bununla beraber yargılananların duyguları. Yargılayanın verdiği kararlar vicdani olacaksa, ya da hükümleri sınırlı yasalara bağlıysa o zaman buna nasıl mantıki ve işe yarar diyebiliriz? Suç olarak nitelendirilen olguların aslında duygu bağlamında suç olduğunu gözönünde tutarsak, suç diye nitelendirilene karşılık getirilen müeyyideler nasıl duygusal olmayabilir? O zaman tarafların yaptığı eylemlere meşru veya gayrimeşru değil demeli, ya da duyguları da iyi veya kötü duygular olarak sınıflandırmalıyız. İyi ve kötü diye sınıflandırdığımız hisler, bu seferde hangi gerekçekendirmeyle iyi veya kötü oluyor diye sormamız gerekecek. Alacağımız cevap yine, duyguların gerekçelendirme olduğu, iyi veya kötününde yine bununla meydana geldiği olacak. Her defasında vardığımız sonuç duygular oluyor. O halde şunu rahatça söyleyebiliriz ki, dünya genelinde uygulanan hukuk asla akılcı değildir. Elde ettiğimiz sonuçlara göre, akıl yürüterek ahlak ve yasaları oluşturmakta imkansızdır diyebiliriz. Hukukun toplumlarda yönetimlerle şekillendiğinden bahsettim, geri dönecek olursak yönetilenlerin pozitivist veya doğal hukuka tabii olmalarının arasında da fark yoktur. Pozitivist hukuk anlayışında, kuralı ben koydum o halde uygulansın fikrinin çıkış noktası da egodur. Egonun beslenmesi demek, haz almak demektir. Doğal hukuk anlayışında, iddia ettiği akılcılık ve doğuştan özgür olan insana haklar tanıma fikrinin çıkış noktası eşitlik ve adalet duygusudur. Eşitliğin ve adalet duygusunun beslenilmesi de, haz almak demektir. Haz almak aynı zamanda mutlu olmaktır. İki anlayışın zemininde de duygular, farklılıklarındaysa uygulama metodları yatıyor. Yasalar bireysel olmaktan çok, toplumla varolduğu için adalet duygusununda eşit şartlarda ki tarafların empati sonucunda mutlu olabileceği olgular olduğunu söylemek mümkündür. Eğer rasyoneliteye dayalı hukuk anlayışı gelmesini istiyorsak, insanın iradesini her anlamda kısıtlayan unsurları yok etmeliyiz. Bunu yapmanın olabilirliği teknolojik olarak mümkün, rasyonel anlamda mümkün değil. Rasyonelite üzerine kurulu olmayan toplumların bu anlayışı benimseyerek kendilerini özgürleştirmelerini beklemek şu dönem için ütopiktir. İnsan tabiatında bulunan duyguları kaldırmak demek, zaten ilkel hukuk anlayışlarında karşılık olarak gelen suç anlayışınında ortadan kalkması demektir. Hırsın olmadığı yerde özel mülkiyet, özel mülkün olmadığı yerdeyse hırsızlık sözkonusu değildir. Bir başka örnek olarak öfkenin olmadığı yerde cinayet, cinayetin olmadığı yerde silah yok demektir. Mutluluğun ve mutsuzluğun olmadığı yerde, mutluluk arayışları veya acı arayışları da sözkonusu olmayacaktır. Tüm bunlar beraberinde bir çok soruyu getirecektir. Sorulardan en basiti, bir başkasını öldürmeye mani olacak olan ve öldürdüğünde karşılığında verilecek olan nedir? Öldürme eyleminin altında yatan motivasyon duygu olduğu için, bir başkasını mantıki olarak öldürmek sözkonusu olmayacaktır. Mantıklı davranışın tanımı; insanın kendi hayatına ve yaşamını devam ettirebilmesi için fayda getiren eylemler bütünü. A kişisini öldürmek, eğer sizin yaşamınızı tehlikeye sokuyorsa ve bu tehlikeye girme durumu mantıki gerekçelendirmelere sahipse bunda bir sakınca yoktur. A kişisini yemek eğer sizin için yaşam bakımından fayda sağlayacaksa, bunu yapmanızda da sakınca yoktur. Tam mantık içerisinde olan birey, asla kendi yaşamının faydasına olmayan bir eylemi gerçekleştirmeyecektir. Bireyin kendi hayatının tehlikeye girdiğini bilmesi için korkmasına, karşılık vermek için öfkelenmesine de gerek yoktur. Söylediğim üzere, burada duygusal bilmeden ve duygusal karşılık vermeden ayıran tek şey mantıktır. Mesela tarlada olgunlaşan domatesi yemek için korku, öfke ya da huşuya ihtiyaç yoktur. Domatesi yemek veyahut yiyecek yeme olarak yeme eylemini gerçekleştirmek ihtiyaçtır, bu ihtiyacıda açlık güdüsü karşılar. Eğer gerizekalı değilseniz; tam mantık durumunda, hayatta kalmak için korkuya, zarar gördüğünüz olguyu tekrarlamamak için pişmanlığa, hayatınız uğruna savaşmak için öfkeye ihtiyaç duymazsınız. Saydığım güdüler modern insan hayatına fayda bakımından artık katkısı olmayan duygu durumlardır. O halde yapılması gereken, doğru zaman gelip çattığında Üstinsana geçmektir.