Notes![what is notes.io? What is notes.io?](/theme/images/whatisnotesio.png)
![]() ![]() Notes - notes.io |
Kuran'ın üçüncü orijinali: Osman döneminde oluşturulan "azmalar". Bunlar da dünyanın hiç bir tarafında yoktur. Yapılan inceleme ve aktarmalarla görülen o ki: Muhammed'in "vahiy katiplerine yazdırdığı" bildirilen "Kuran"ın ne "aynısı" ne de "tümü" bugünkü Kuran'da yoktur. Halife Mervan kendi gerekçesini şöyle açıklar; "Onda yazılı olanlar, Osman tarafından yazdırılan Mushaflara geçmiştir. Artık ona gerek kalmamıştır. Yakılıp yok edilmeseydi, zamanla kuşkulara yol açılabilir, ondan alınarak yazılan Mushaflar çevresindeki kuşkuları önlenemeyebilirdi. Bundan korktum, o nedenle yaktırdım."(Kaynak: İb Ebi Davud, Leiden 1937, yay.,s.243-Suphi e's-Salih Mebahis Fi ulûm-il Kuran).
Kuran nasıl derlendi? Kuran ayetleri bugünkü biçimi ile yazılıp bir araya getirilmiş değildi. Hadislerde peygambere vahiy olan ayetler çeşitli nesneler üzerine yazılıydı; hepsi de dağınık durumdaydı. Ayetler "Lihaf" (küçük taşlar), "Rıka" (deri ağaç yaprağı, bir çeşit kâğıt), "Ektaf" (deve ve koyun kemikleri), "Usub" (agaç parçası" gibi nesnelere yazılmıştı. Yitip gitmesin diye tümünü bir araya getirme çabasına ilk kez Halife Ebubekir döneminde gerek duyuldu ve bu çabalar gerçekleştirildi. Bir aktarma da "bunların tümünün peygamberin evinde, bir arada bulunduğu ve dağınıkken bir araya getirip, içinden eksilen olmasın diye ortasından iple bağlanmış olduğu" da açıklanır
Buhari'nin yer verdiği bir hadise göre; "dinden dönüş" (ridde) olayları ve bu olaylar nedeniyle savaş hali vardı. Kuran'ı ezber etmiş kişilerin bir bölüğü ölmüştü. Ölenlerin sayısı artabilirdi, bunların tümü ölüp gitmeden Kuran'ın orada burada yazılı ayetleri derlenmeli, tümü bir kitap haline getirilmeliydi. Hattaboğlu Ömer durumu ve konunun önemini Halife Ebubekir'e anlattı. Ayetlerin derlenmesini önerdi. Halife başlangıçta pek doğru bulmamıştı bu görüşü. "Peygamberin yapmadığı şeyi yapmak nasıl doğru olabilirdi?" diye düşünüyordu. Ömer direndi ve önerisini kabul ettirdi. İşin gerçekleşmesi için de Zeyd Ibn Sabit'e görev verildi. Zeyd "Ebubekir bana 'Sen akıllı bir gençsin. Peygambere vahiy yazdığın için senin başaracağına güveniyorum. Araştır ve topla Kuran ayetlerini' dedi, Tanrıya ant içerek söylerim ki, dağlardan bir dağı yükleyip taşımayı önerseydi, buyurup verdiği görev kadar bana ağır gelmeyecekti. Yani Kuran'ı derlemek kadar." diyor ama sonunda görevi kabul ettiğini söylüyor ve işi nasıl yaptığını şöyle dile getiriyor: "Kuran (ayetlerini) derlemeye koyuldum. Hurma dallarından, küçük taşlardan ve kişilerin ezberlerinden izleyip derledim. İşin sonunda, Tevbe (Beraat) suresinin sonunu, Ebu Huzeymetu'l-Ensari'de buldum. Ki, başkasında bulamamıştım bu parçayı". Zeyd, bu parçanın Tevbe Suresinin sonundaki ayetleri (128 ve 129.ayetleri) oluşturduğunu açıklıyordu. Böylece Zeyd, Kuran ayetlerini derleme işini yaparken iki kaynağa başvurmaktaydı: Ayetlerin yazılı olduğu nesneler (ağaçlar, taşlar..) ve ezber bilenlerin bellekleri. Ebubekir döneminde yazılan Kuran için başvurulan ezbercilerin başka deyişle hafızların sayısı Müslümanlar arasında tartışmalıdır. O döneme ilişkin kaynaklardan Buhari'nin "e's-Sahihi"nde yer alan üç hadisten anlaşıldığı kadarıyla Kuran'ın tümünü ezberleyenlerin en iyimser rakamla 7 kişi olduğu kabul edilebilir. Aynı zamanda, Peygamber dönemindeki "hafız"ların, yani Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı pek azdı. Buhari'nin "e's-Sahih"inde geçen hadis şöyle: Birinci hadis: Amr Ibnu'l-Ass anlatıyor: Peygamberin "Kuran'ı dört kişiden alın, Abdullah Ibn Mes'ud'dan, Salim'den, Muaz'dan ve Übeyy Ibn Ka'b'den" dedigini işittim. (Buhari, Fadailu'l-Kuran 8.) İkinci hadis: Enes anlatıyor: "Peygamber öldüğünde, dört kişiden başka Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olan yoktu. Ebu'd-Derda, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd." (Buhari.)
Üçüncü hadis: Katade'den aktarılıyor: "Malik oğlu Enes'e; 'Peygamber döneminde, Kuran'ı tümüyle ezberleyenler kimlerdir?' diye sordum. şu karşılığı verdi: 'Dört kişi. Tümü de Medine'li. Übeyy Ibn Ka'b, Muaz Ibn Cebel, Zeyd Ibn Sabit ve Ebu Zeyd (Buhari, aynı yer, Müslim 2465. Hadis.) Bu hadislerde adları yazılı olanları topladığımız zaman Peygamber döneminde Kuran'ı tümüyle ezberlemiş olanların sayısı yedi idi demek gerekiyor: Ibn Mesud (Birinci hadiste), Salim (birinci hadiste), Muaz Ibn Cebel (birinci, ikinci ve üçüncü hadiste.) İslam din bilirleri bu hadislerdeki açıklamaların "dinsizlerin işine yaradığını" ileri sürerler. Suyuti, El İtkan, Mısır 1978, c.1, s.94, satır 13.) İl itkan'da daha başkalarının da Kuran'ı ezberlemiş oldukları adları ile açıklanıyor. Ama aktarmayı yapan, bu adları sayılanlardan kimilerinin, Kuran'ın tümünü ezberleme işini Peygamberin ölümünden sonra bitirdiklerini açıklamaktadır. (El ıtkan, 95-9ö.) Zeyd Ibn Sabit, herhangi bir parçayı Kuran'a geçirmek için "iki tanık" koşulu koymuştu. Ancak bir tanıkla Kuran'ı alma gereği duyduğu ve geçirdiği parçalar da vardı. Örneğin, Ube Huzeyme'de bulduğu ve Tevbe Suresi'nin son iki ayetini oluşturan parça böyleydi. Kuran'ı derleme ve yazma işi bir yıl sürer. Bu işe girişildiğinde Ömer ile Zeyd, mescidin kapısına oturmuşlar, "herkesin Peygamberden ayet olarak elde ettiği ne varsa getirmesini" istemişlerdi. Başarılan iş, kaynaklarda şöyle tanımlanır: Kuran ayetlerinin, surelerinin bulunduğu iki kapaklı bir kitap. Derlenip yazılan sayfalar, ölene dek Ebubekir'in yanında kaldı, sonra Ömer'in (halife) yanında bulundu. O da ölünce, kızı Hafsa'ya verildi.
Kuran ikinci kez derleniyor: Buhari'de yer alan bir hadis şöyle: Ermeniyye ve Azerbaycan'ı ele geçirmek için savaşılıyordu. Huzeyfe, Ibnu'l-Yeman, Halife Osman'a geldi. Müslümanların okudukları Kuran'lardaki birbirini tutmazlıktan yakındı, "Emire'l-Mü'minin! Bu ümmet, kendisinden önceki Yahudiler ve Hıristiyanların içine düştükleri birbirini tutmazlılıklar gibi bir duruma düştü!" Bunun üzerine Osman, Hafsa'ya adam gönderdi, başka Kuran nüshaları yazıp almak için kendisinde bulunan sayfaları (yani Ebubekir döneminde yazılan kitabı) göndermesini istedi. "İş bitince sana geri gönderirim" dedi. Hafsa da gönderdi o sayfaları Osman'a. Osman, hemen Zeyd Ibn Sabit'e, Abdullah Ibn Züyebr'e, Sa'd Ibnu'l-As'a ve Hişam oglu Haris oğlu Abdurrahman'a buyruğunu verdi. Onlar da Hafsa'dan getirilenden alıp Kuran nüshalarını oluşturdular. Osman, kuruldaki üç kişiye şunları söyledi: "(Medine'li) olan Zeyd ile, Kuran'dan herhangi bir kesimde ters düştüğünüz zaman, tartışma konusu olan parçayı Kureyş dili ile yazın. Çünkü Kuran sadece Kureyş dili ile inmiştir." Onlar da bu buyruğu yerine getirdiler. Sonunda (esas) sayfalardan Kuran nüshaları oluşturup işi bitince, Osman, söz konusu sayfaları (Hafsa'dan getirilenler) geri gönderdi. Alınan nüshaların da her bir kesime gönderilmesini buyurdu. Ve bunların dışında kalan her bir Kuran sayfasını ya da Mushafı buyurup yaktırdı.(Bkz. Buhari, e's- Sahih, Kitabu Fedaili'l-Kuran/3.) Buhari'nin kendisine anlatılan çabalardan ve "Kureyşli olanlarla olmayanlar arasında" belirecek anlaşmazlığın çözüm biçiminden anlaşıldığına göre, Kuran nüshalarını ortaya çıkarırken, Hafsa'daki Mushaf'tan aynen kopya etmek söz konusu değildi. İleri sürüle gelen "aynen kopya edildiği" ileri sürülürken, neden kopya edildiğine de "ağız (şive) farklarından dolayı" diye gerekçe gösterilir. Ancak, Dr. Suphi e'sSalih, Mebahis Fi Ulumi'l-Kuran (Beyrut 1979) adlı eserinin 80, 84, 85 sayfalarında bu gerekçenin inandırıcı olmadığını belirtiyor. Dr. Suphi'ye göre, o zaman aynı metni, aynı sözcükleri değişik okunacak nitelikte yazıp yansıtabilmek için gerekli işaret ve noktalama yoktu. O zamanki yazı harflerinin dışında işaretsiz harfler de noktasızdı. Kısacası, halife Ebubekir döneminde oluşturulan "mushaf", istenseydi bile, çeşitli kabile ağızlarını (şiveleri) içerir nitelikte yazılır olamazdı
Durum böyle olunca, şu sorular karşılıksız kalıyor: Ebubekir döneminde hazırlanan ve Hafsa'dan alıp getirilen "Mushaf" ile Osman döneminde meydana getirilen "nüshalar, mushaflar" arasındaki fark neydi? Yeni çalışma ile gerçekleştirilen nedir? Yukarıda anlamı sunulan hadiste bu açıklanmamakta. Ancak, hadisin devamı niteliğindeki bir açıklamada, yapılan işin sadece "bir temel nüshadan alınıp, başka mushaflara aktarma" olmadığını anlatır niteliktedir Dörtlü kurulda yer alan Zeyd Ibn Sabit, şöyle diyor: "Mushaf oluşturma işini yaparken, Ahzab Suresinin sonundan bir ayet yitirdim ('fakattu'). Ki, Peygamberin onu Kuran'dan bir parça olarak okuduğunu işitip tanık olmuştum. Aradık bu ayeti. Ve Sabit oğlu Huzeyme el Ensari'de bulduk (Ahzab suresine 23.ayet) ekledik o mushafta." (Itkan, Mısır, 1978, C1, s.79.) Birinci derlemenin yakılmasındaki amaç: Ölümüne değin sandığında saklayan ve alınıp yakılmasını önleyen Hafsa idi. Bu koruyucu ölünce, Kuran'ın Tanrısı "Kuşkusuz Zikr'ı (Kuran'ı) biz indirdik; kuşkusuz koruyucuları da yine biziz" (Hicr, ayet:9) dese de koruyucusu kalmamıştı. Mervan Ibn Hakem, "sandıktan" aldırtıp getirmiş ve yaktırmıştı. Mervan'ın bu ilk derlemeyi yaktırmasındaki gerekçesini, kendisi şöyle açıklıyor: "Bunu yaptım, çünkü, Onda yazılı olanlar, resmi (imam) Mushaf'a yazılıp geçirilmiş ve korunmuştur. Korktum ki aradan uzun zaman geçtiğinde kuşkucu kimseler bu (resmi) Mushaf hakkında kuşkuya düşerler." (Bkz. Dr. Subhi e'sSalih, Mebahis fi Ulumi'l-Kuran, s.83. Dayandığı kaynak: Ibn Ebi Davud, Kitabu'l-Mesahif, s.24.) Oysa, asıl kuşkulara yol açan, esas alınmış olduğu belirtilen ilk derlemenin yakılması olmuştur. Çünkü, ilk derleme ile, sonraki (Osman döneminde oluşturulan ve imam adı verilen) "Mushaf" arasında fark olmasa idi, ilkini yakma yoluna gidilir miydi? İlk derlemede bulunmayan eklemeler ya da Kuran'dan çıkarmalar yapılmamış olsaydı, neden korkulmuştu? Muhammed Döneminin Kuran'ı ile Bugünkü Kuran Aynı Değil: Burada çok önemli bir tanıklığa başvuralım: Ibn Ömer diyor ki: "Hiçbiriniz, Kuran'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki, Kuran'ın çoğu yok olup gitmiştir. 'Ne kadar ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum' desin yalnızca." (Bkz.Suyuti, el İtkan, 2/32.)
Bu tanıklık, bugün elimizdeki Kuran'la, Muhammed'in "vahiy katipleri"ne yazdırdığı bildirilen Kuran'ın aynı olmadığını çok açık biçimde anlatmıyor mu? Kaldı ki, Ibn Ömer, Osman dönemindeki derlemeden sonra bu sözü söylemiştir. Yani, Osman döneminde oluşturulan "Mushaf"ın da orijinali yok. O el yazması, Dünyanın hiç bir yerinde bulunmuyor... Temel kaynaklarda sözü edilen, ama bugün bulunmayan "değişik mushaflar" da üzerinde durulmaya değer nitelikte. Suyuti'nin el İtkan'ında, Buhari'nin eserlerinde bazı önemli mushaflardan ve bu mushafların içindeki surelerin listelerinden söz edilir. Örneğin, Muhammed'in en yakınlarından biri bilinen ve Peygamberin, Kuran için ezberine başvurulacak dört kişiden biri olarak belirttiği Ibn Mesud'un mushafı, yine Muhammed'in danışılması gereken dört kişiden biri olarak söz ettiği Übeyy Ibn Ka'b'ın mushafı, Abdullah Ibn Abbas'ın mushafı, Muhammed'in karılarından Aişe'nin mushafı, Ali'nin mushafı bunların başlıcaları.
Ayrıca bugün Alevi'lerin, Ali'nin mushafı olarak söz ettikleri bir mushaf ve Hindistan'da saklanan ayrı bir mushaf daha var. Suyuti'nin ve Buhari'nin kitaplarında belirtilen mushaflardan hiçbiri günümüze gelememiş. Ancak bunların içerik listeleri yazılmıştır. Ayrıca bazı din kitaplarında, bunlarda bulunduğu söylenen ayet ve surelerden parçalar günümüze kadar gelmiştir. Eldeki resmi nüshadan içerik yönünden farklı oldukları bu listelere bakınca hemen anlaşılıyor. Örneğin, Ibn Mesud'un "Mushaf"ında Fatiha Suresi gibi çok temel bir sure yok. Felak ve Nas sureleri de.. Ali'nin surelerinin sırası bugünküne uymuyor. Suyuti, kitabında, Bakara suresinin, Ahzab suresi ile aynı uzunlukta olduğunu aktarıyor. (Bkz. Suyuti, el ıtkan, 2/32.) Oysa bugün, eldeki resmi Kuran'da, Bakara 285 ayet iken, Ahzab yalnızca 73 ayettir. Üçüncü halife Osman döneminde bir heyet tarafından yeniden derlenip yazılan Kuran'ların kaç adet olduğu ve şu anda nerede bulundukları tartışmalıdır. Kimilerine göre dört, kimisine göre beş ya da yedi adet yazılmıştır. Dörttür diyenlere göre, Osman bir nüshasını kendisine alıkoymuş, diğerlerini Kufe'ye, Basra'ya ve Şam'a göndermiştir. Mekke'ye, Yemen'e ve Bahreyn'e gönderilenlerden de söz ediliyor. Kimi kitaplardaki bilgilere göre, bu nüshalardan kopya edilip çoğaltılmasına izin verilmiş, kimi kişiler kendileri için "mushaflar" meydana getirmişlerdir. Ancak, o zaman bu mushaflarda bulunduğu söylenen ve örnekler aktarılan bazı Kuran parçalarının resmi Kuran'da bulunmamasına ne demeli? Bazı İslam kaynaklarında, Osman döneminde çoğaltılan nüshaların bir kısmının bugün elde olduğu iddia edilir. Örneğin, bir kopyanın Taşkent'te olduğundan söz eden çok sayıda kitap vardır. Yine bazı İslami Türk kaynaklarında Topkapı Müzesi'ndeki Kuran'ın da Osman zamanından kaldığı söylenir. (Turan Dursun'un bu makalesinin üzerinden geçen sürede , 2000 yılına gelindiğinde, Yemen'deki Ulu Cami'de yapılan restorasyon çalışmaları sırasında dünyanın en eski Kuran'ının bulunduğu The Guardian gazetesinin haberinde açıklanmıştır. Bu Kuran üzerinde yapılan incelemeler, günümüzdeki Kur'an'ı tutmadığını göstermektedir.) Konunun araştırmacılarından Prof. Dr. Suphi e's-Salih kitabında, "Peki, Osman döneminde hazırlanmış resmi nüsha şimdi nerededir?" sorusunu ortaya atar ve doyurucu cevap bulamadığını açıklar. Kahire Kütüphanesi'nde olduğu söylenen nüshanın, Osman döneminden kalmış olamayacağını belirtir. Çünkü bu kitapta bir takım işaret ve noktalar vardır, böyle işaret ve noktaların İslamiyet'in ilk yıllarında bulunmadığı bilinmektedir. Ayrıca, Kuran'ın okunuşundaki farklar da, tek bir Kuran olmadığının göstergesidir. Nitekim, İsmail Cerraoğlu'nun, Ankara 1971 baskılı "Tefsir Usulu" adlı kitabının 90-110. sayfaları arasında, Islam kaynaklarından aktarılan bilgiler de şöyle: "Kur'an'ın bir harfinin bile değişmediği" yalanı - Tevbe suresinin 114. ayetindeki "iyyahu" sözcüğünü, Hammad İbn Zeberkan, "ebahu" diye okurdu. Sad suresinin 2. ayetindeki "izzettin" sözcüğünü de "ğırratin" okumaktaydı. Buradaki değişiklikler harf değişiklikleri. Birincisinde "ya""ba""ya", öbüründe de "ayın" harfi, "ğayın" harfine dönüşmüş. Haydi bu tür harf değişikliklerini önemsemeyelim. Eldeki Kur'an'da görülen kimi sözcüklerin yerine, Abdullah İbn Abbas, "mürâdiflerini", yani "eş anlamlı olanları kullanırdı. Enes İbn Malik de Müezzemmil suresinin 6. Ayetindeki "akvamu" sözcüğünün yerine, "asvabu" sözcüğünü kullanmıştır. İbn Ömer, Cum'a suresinin 10. Ayetindeki "fes'av" sözcüğünün yerine, "femzû" sözcüğünü; İbn Abbas Karia suresinin 5. Ayetindeki "kel'ıhni"yerine "k'essavfı"yı uygun görüp kullanırdı. Yine İbn Abbas "sayhaten vahideten"lerdeki "sayhaten" yerine, "zeyfeten"i yeğlerdi. Enes İbn Malik, İnşirah suresinin 2. Ayetindeki "vada'nâ" yerine,"halelnâ" diye okurdu. (Bkz.Sf.95). Aynı kitapta, gösterilen kesimde başka örnekler de görülebilir. Buralarda görülen de yalnızca harf değişikliği değil - kelime değişikliğidir. Demek ki peygamberden bu yana bir harf bile değişmemiştir savı gerçek değildir. İsmail Cerrahoğlu'nun da kitabında yer verdiği (Bkz. aynı kitap, s.93-94) bir olay çok ilginçti bu konuda. Aktarıldığına göre, bir gün Hizam oğlu Hakim Oğlu Hişam, Furkan suresini okumaktadır. Ömer dinler, bakar ki, Hişam bu sureyi Muhammed'in kendisine öğretip okuttuğundan başka türlü okuyor. Ömer öfkelenmiştir: "-Bu sureyi sana böyle kim belletip okuttu?" "-Peygamber!" "-Yalan söylüyorsun. Çünkü, Peygamber bu sureyi bana senin okuduğundan başka türlü okuttu." Ömer bu tartışmayı yaparken, Hişam'ın yakasına sarılmıştır. Sonra, adamı alıp Peygamber'e götürür. "-Bu adam, senin bana okuttuğundan başka türlü okuyor Furkan suresini." "-Yakasını bırak da adamın okuduklarını ben de dinleyeyim." Ömer yakasını bırakınca, Muhammed adama döner: "-Hişam, haydi oku, bir de ben dinleyeyim, Furkan suresini nasıl okuyorsun?"
Hişam, Furkan suresini, kendisine öğretildiği gibi okur. Sonra, Muhammed, "-Bu sure bana böyle indi." der. Muhammed, aynı sureyi bir de Ömer'e okutturur. Ömer'inki için de aynı şeyi söyler. Yani, ikisininkini de doğru bulmuştur. Sonra da şöyle der: "- Kuran yedi harf (yedi türlü) indirildi. Bunlardan hangisi kolayınıza gelirse, Kur'an'ı ona göre okuyun. (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu'l-Husûmât 4; Tecrîd, hadis no: 1766; Müslim, e's-Sahih, Kitabu Salâti'l-Müsâfirîn/270, hadis no:818) Bu hadis, Hişam'ın okuduğu Furkan suresi ile, Ömer'in okuduğu Furkan suresinin çok çok başka olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Bu hadise göre, Muhammed, kavgayı tatlıya bağlıyor, "Kur'an'ın yedi çeşit indirildiğini" ve herkesin başka türlü okuyabileceğini söylüyor. Yani Kur'an'ı türlü biçimlerde öğrenip okumayı serbest bırakıyor. "Başkalık"sa, hadisten de kolaylıkla anlaşılacağı gibi, "okunuş"ta değil, "okunanlar"dadır. Yoksa, Ömer'in o denli öfkesinden söz edilebilir mi? Kaynaklar, ayrı ayrı mushaflar üzerinde durur. Aktarılan örneklere göre, kimi mushaftakiler bugün elimizdeki "resmi kuran" dakileri tutmamaktadır. Ayrıca İbn Ömer'in şu sözü son derece ilginçtir: -İçinizden kimse, Kur'an'ın tümünü elinde tutuğunu söylemesin. Bunu diyen bilir mi Kur'an'ın tümü ne kadardı, nasıldı? Kesin olan o ki, Kur'an'ın çoğu yok olup gitmiştir. (Bkz. Süyuti, el İtkan, 2/32) Bütün bunlar karşısında, yine "kuran, Peygamberden bu yana olduğu gibi ve bir harfi bile değişmeden gelmiştir, denebilir mi? Kur'an'ın birinci orijinali de, ikinci orijinali de yine müslümanlar eli ile yakılmıştır. Kuşkusuz gerçekleri örtmek için. Osman döneminde oluşturulup çoğaltıldıktan sonra belirli merkezlere gönderilen nüshaların orijinallerine de , dünyanın hiçbir yerinde raslanmamaktadır. Müslümanların kutsal kitabının resmi nüshasının her yerde aynı olduğu doğrudur. Ancak, bugün İslam dünyasında bilinen ve elde bulunan Kuran, Peygamberin "vahiy katiplerine yazdırdığı" söylenen Kuran'ın aynı değil. Kaynaklar, bunu ortaya koyuyor. Yararlanılan İslami Kaynaklar: 1.Buhari E's-Sahih (Arapça); Kitabu'l Fedail-ülKuran Menakıbu'l Ensar, Sahihi Buhari Mustesari. Tecridi Sarih Tercümesi, 2.Dr. S. Suphi E's-Salih (İslam dünyasında son yüzyılın ıleri gelen ve birçok eserleri olan araştırmacı) Mebahis fi Ulum-il Kuran, 3.Celalettin Suyuti (Kuran yorumcusu, Hadis uzmanı olarak İslam dünyasında en güvenilir din bilirlrinden birisi): El İtkan Fi Ulumi-l,Kuran, 4.Müslim E's-Sahih (Arapça), 5.Ebu Davud
Kaynak: 1) Turan Dursun, Din Bu, 1.cilt, Kaynak Yayınları, 10.baskı, sayfa 78- 89.Kaynak yayınları 84. 2) Turan Dursun, Din Bu, 3.cilt, Kaynak Yayınları, 6.baskı, sayfa 187-189 16.12.2000 akşamı Kanal 6 TV'de yayınlanan Ceviz Kabuğu programında konuklardan Edip Yüksel, iki ilahiyatçı ile tartıştı. Edip Yüksel, Reşat Halife olarak tanınan kişinin Kuran'daki Tevbe suresinin son iki ayetinin orijinal Kuran'a sonradan eklendiği tezini vurguladı. Ayrıca, programdaki tartışmacı ilahiyatçılardan birisi olan Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanlarından Mustafa Varlı, Kuran'a "elif harf"leri eklendiğini ifade etti. Bu iki açıklama da, Kuran'ın değişmiş olduğunun bir diğer ispatı oluyor, her ne kadar dinciler "Kuran'ın bir harfi bile değişmemiştir" deseler bile.. Milattan 1500-2000 yıl önce, bir başka deyişle, Muhammed'den 1900-2400 yıl önce yaşamış olan eski Mısırlılar, yapmış oldukları piramitlerin duvarlarına ve papirüs adı verilen ve kağıt yerine kullanılan yapraklar üzerine kazıdıkları resim ve yazıları (hiyeroglif) ile kendi çağlarına bugün bile ışık tutuyorlar. Bunlardan üç örnek aşağıda görülüyor:
Ve, Topkapı Müzesi'nde Kutsal Emanetler bölümünde Muhammed'e ait olduğu belirtilen mektuplar bulunuyor. Bu mektuplar Muhammed zamanından günümüze kadar muhafaza edilmiş ama Allah'tan-varsa eğer- geldiği iddia edilen Kur'an'ın ilk orijinal nüshası Dünya'nın hiçbir yerinde yok..
Ve.. Günümüzden 2000 yıl önce meşhur hamamda yıkanırken suyun kaldırma kuvvetini bularak "Evraka evraka..." diye yerinden fırlayan antik Yunan bilimadamı Arşimed in elyazması orijinal belgeleri gün ışığına çıkıyor. Bu Arşimet belgeleri 2000 yildan bu yana günümüze kadar muhafaza edilmiş ama Allah'tanvarsa eğer- geldiği iddia edilen 1400 yasindaki Kur'an'ın ilk orijinal nüshası Dünya'nın hiçbir yerinde yok.. Korunmamis.. Korunamamis.. Bugünkü Kuran'larla kiyaslananacak orijinal Kuran yok
Evet, ne gariptir ki; Muhammed'in Allah'tan-varsa eğer- indiğini iddia ettiği Kuran'ın yazıya ilk dökülen kopyası yeryüzünde bulunmamaktadır. Muhammed'den asırlarca önce yaşamış olan eski Mısırlılar ve Sümerliler ve Yunanlilar, bilgilerini, düşüncelerini ve tarihlerini bugüne kadar getiren yazılarını taşlar, papirüsler üzerine yazmayı akıl etmişken, Allah'ın-varsa eğer- ve onun peygamberi olduğunu iddia eden Muhammed'in bunu düşünememiş olması size garip gelmiyor mu? Muhammed, Kuran'ın yazıya ilk dökülen halini bu şekilde yazarak ölümsüzleştirmeyi, kendisinden sonra gelen islami misyonerlerin ve halifelerin orijinal Kuran'i yok etmelerini engelleyecek bir sistemi niye düşünemedi? Eğer bu hatayı yapmamış olsa idi, bugünkü Kuran ile Muhammed'in Kuran'ı karşılaştırılarak kontrol edilebilirdi. Kuran'ın değişmesi de önlenebilirdi. Doğru sözdür; "Söz uçar, yazı kalır". Tüm bu eksiklikler, Kuran'ın Allah'tan-varsa eğer- inmediğinin, insan sözü olduğunun, bir başka deyişle Muhammed ve arkadaşlarının sözü olduğunun bir diğer göstergesidir. Tabiki kimileri için bu bile yeterli olmayabilir, bu yüzden gelin birde kurandaki o yüce ilahin yapmış olduğu astronomik hatalara bir bakalım. Hani o herşeyi biliyor ve hiçbirşey ondan izinsiz gerçekleşmiyor deniyorya, bakalım bu arkadaş yapmakta olduğu bu iddiaları savunabilecek bilgiye sahipmiymiş! Muhammedin zamanında insanlar henüz dünyanın yuvarlak olduğunu bilmiyorlardı. Bu yüzdende herkes yaşadıkları gezegenin düz olduğuna inanmaktaydı. Buda yetmezmiş gibi dünya onlar için evrenin merkezi idi. Herşey dünyanın etrafında dönmekteydi. Genel kanıya göre eğer gemiyle çok açılırsanız bir yerde aşağı düşecektiniz. Kuranı dikkatlice inceleyince aynı kanının bu 7.yy yapımı fiksiyon kitapdada bulunduğu belli olmaktadır. Kuranda dünyanın düz olduğu ve sabit durduğu yazar. Rad 13:3 - Yeri uzatıp döşeyen ve onda oturaklı dağlar ve nehirler vücuda getiren O'dur. Hicr 15:19 - Yeri yayıp döşedik, ona kuvvetli dağlar diktik ve içinde ölçülü/ahenkli her şeyden bitirdik. Zuhruf 43:10 - O, yerküreyi size bir beşik yaptı. Ve onda sizler için yollar oluşturdu ki, varacağınız yere varabilesiniz. Necm 53:1 - Aşağı kayan yıldıza andolsun ki: Şems 91:5-6 - Göğe ve onu bina edene, Yere ve onu yapıp döşeyene, Naziat 79:30 - Bundan sonra da yeri yayıp deve kuşu yumurtası biçiminde yuvarlattı. Bu son yazdığım ayete göre birçok çok bilmiş çıkıp "Bak işte dünyanın deve kuşu yumurtası gibi yuvarlak olduğunu yazıyor" diyeceklerdir. Ancak burada kullanılan deha-ha kelimesi hiçde yuvarlak demek değil. Aslına bakarsanız defalarca yeryüzünü nasıl halı gibi düzlemesine yaydığını anlattıktan sonra yumurta şeklinin bu konuyla ne alakası olduğunada mutlaka değinmek gerekir. Buradaki hatalı düzeltme tabiki kurnaz ilahiyatçıların bir başka taktiği. Kullanılan kelime dehaha yani "yayılmış/düz" demek ancak tercümede bu kelimenin yerine duhiya kelimesini kullanarak aslında konusu dahi geçmeyen bir yumurtadan bahsedilmeye başlanmakta. Aslına bakarsanız duhiya devekuşunun yumurtası bile demek değil. Bu kelimede kök olarak deha-ha dan gelmekte ancak kullanımları ile ifade ettikleri şey değişmekte. Duhiya kelime manası ile deve kuşunun yumurtasını bıraktığı yeri nasıl oluşturduğuna dair verilen isimdir. Deve kuşları yumurtaları için herhangi bir yuva yapmazlar, sadece yeri biraz eşeleyip içine bırakırlar, yani zemini etrafa yayarlar. Kuranda hiçbir ayet dünyanın yuvarlak olduğuna dair bir ipucu vermez. Yazılan tüm ayetlerde dünyanın daima bir halı gibi yayıldığı ve düz olduğu ifade edilmektedir. O zamanın akıllı bedevilerindende daha düzgün bir açıklama zaten beklenemezdi. Hatta diyelimki tüm bu tercümanlar hatalı - bende dahil. Kendinize bir sorun: dünya yumurta şeklindemi? Madem belirtilmek istenen bir yuvarlaklık var, o zaman neden diğer daha yuvarlak görünen bir örnek verilmiyorda deve kuşunun yumurtasından bahsediliyor? Bu örnekleme oldukça cahilce değilmi? Göz bebeğide yuvarlaktır ve dünyanın şeklini bir yumurtaya nazaran daha iyi ifade etmektedir. Herneyse düşünebilenler daima neyin doğru olduğunu bulacaklardır.
Gelin şimdi birde şu dünyanın sabit ve herşeyin onun etrafında hareket ediyor olmasına bakalım. Bu düşünce o zamanlarda oldukça popülerdi ve ne yazıkki kuranı yazan arkadaşlar bu ayrıntıları adam akıllı incelemeden kopyaladıkları için bugün kendilerini rezil ediyor olduklarını rahatlıkla görebilirsiniz. Bakalım kuran dünyamı güneş etrafında dönüyor diyor yoksa güneşmi dünyanın! Lokman 31:29 - Görmedin mi, Allah geceyi gündüzün içine sokuyor, gündüzü de gecenin içine sokuyor. Güneş'i ve Ay'ı bir emre boyun eğdirmiş. Hepsi belirlenmiş bir süreye doğru akıp gidiyor. Kuşkusuz, Allah, yapmakta olduklarınızdan haberdardır. Allahın ne kadarda büyük bir astronom olduğu belli oluyor. Buradaki akıp gitme ile gökyüzündeki herketleri esas alarak dünyanın etrafındaki gezintileri anlatmaya çalışıyor ancak güneşin gezegenler gibi belirli bir yörüngede olmadığını ve Ay gibide yörüngesel bir hareket çizmediğini bir anda unutuveriyor. Ayrıca ay ve Güneş birbirlerine bu kadar yakınlarmıki gece ve gündüz sanki bunları birbirleri ile çarpıştırıcasına oluveriyor. Aslında buradaki hata gökyüzünü izlemiş olan birinin gündüz ve gecenin oluşumlarını incelerken elde etmiş olduğu basit bir gözlemden kaynaklanıyor. Tabiki serüven burada bitmiyor! Yasin 36:38 - Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir. Zumer 39:5 - Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine örtüyor. Güneşi ve ayı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Bunların her biri belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. İyi bilin ki O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır. Ra'd 13:2 - Allah odur ki, gökleri direksiz yükseltmiştir; görüyorsunuz onları... Sonra arş üzerine egemen olmuştur. Güneş'i ve Ay'ı da boyun eğdirmiştir. Bunların tümü belirlenmiş bir vakte kadar akar dururlar. Oluşu yönlendirir, çekip çevirir O... Ayetleri birer birer gözler önüne serer ki, Rabbinize kavuşacağınıza açık seçik inanasınız. Embiya 21:33 - O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler. Kuranın hiçbir ayetinde dünyanında diğer ay yada güneş gibi bir yörüngede olduğundan yada akıp gittiğinden bahsedilmemektedir. Dünya haricinde tüm gök cisimleri kendilerine uygun görülen şekilde hareket etmeye programlanmışlardır. Herneyse... devam edelim... Yasin 36:38 - Güneş de kendi yörüngesinde akıp gitmektedir. Bu, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen Allah’ın takdiri (düzenlemesi)dir. Bakalım Muhammed bu konuda ne diyor:
Ey Ebû Zer, güneş nereye gider, bilir misin? diye sordu. Ben: - Allah ve Peygamber'i bilir, dedim. Resûlullah: - Güneş gider tâ arşın altında (ki karargâhında) secde eder (gibi Allah'a inkıyâd eder) ve (mu'tâd üzere maşrıktan doğmak üzere) izin ister de ona destûr verilir. [Sahih Buhari - Bedül Halk Bahsi 1320] Ya çocuklara anlatılan hikayelerden çok etkilenilmiş yada sadece o zamanki cahilliğin gafletine düşmüş. İlk olarak bildiğiniz gibi güneş dünyanın etrafında hareket etmiyor ve bu yüzdende ne batıyor nede çıkıyor. Aynı şekildede doğmak gibi bir olay için güneşin bir iznede ihtiyacı yok. Nedir bu yani, güneş bir velette gidip babasından dünyanın etrafında dönmek için hergün izinmi alması gerekiyor? Nebe 78:6-7 - Biz, yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı? Bu ayette anlatıldığı gibi dağların gerçektende dibe çapa atmış olduklarına inanabiliyormusunuz? Bunu bir jeologa söyleyince sizce size nasıl bir surat ifadesi ile bakacaktır? Tabiki bazı dağlar oldukça dibe doğru ulaşıyor gibide görünseler bu bütün dağ formasyonları için aynı değildir. Örneğin volkanik bölgelerdeki dağlar yere kazık çakmaktan çok yeryüzünün üzerinde yayılmaktalar. Aynı şekildede tektonik herketlere bapğlı olarak ara katmanlar yükselerek dağ formasyonlarını oluşturmaktalar - fakat bu halen dağların dibe nasıl kazık çaktıklarına bir izahat getirememekte. Ant, Zagros ve Alp dağları hiçde dibe kazık çakmış tipten dağlar değiller. Fakat ilginç olan şey; muahmmedin anlattığı bu sonradan edinilmiş yanlış bilgilerin hinduların vedalarındada geçmekte olduğudur. Hatırlarsanız size islamin hindistanla çok benzerlikler sergilediğini yazmıştım, alın işte size bir başka örnek daha: "Sabita dünyayı tepeler ve dağlarla sabitleyip gökyüzünü direksiz olarak ayakta tutar ki böylece yerinden kımıldamasın." Rik Veda Lokman 31:10 - Gökleri direksiz, desteksiz yarattı; görüyorsunuz onları. Ve yeryüzüne, sizi çalkalayıp sendeletmesin diye ağırlıklar, dayanaklar bıraktı ve orada her çeşit hayvanı yaydı. Gökten bir su indirdik de orada her türlü cömert ve bereketli çifti filizlendirdik. Madem bu laflar hindulardan çalıntı - o zaman gidip onların tanrıları ne tür mucizeler öneriyormuş diye birde hinduist olmakmı gerekecek. Enbiya 21:31 - Yerküreye, onları çalkalamasın diye bir takım dağlar diktik. Ve orada geniş geniş yollar açtık ki, doğru gidebilsinler. Nahl 16:15 - Allah, sizi sarsmasın diye yere sağlam dağlar dikti, yolunuzu bulun diye nehirler ve yollar yarattı. Yani Allahın dediğine göre dağlar depremlere karşı bir önlem olarak bir nevi stabilizatör olarak buraya koyulmuş - vay be ne bilim adamıymış bu Allah öyle.
Bu açıklamayaı bugünkü jeologlara yaparsanız herhalde sizinle muhattab olmak bile istemeyeceklerdir. Çünkü bilindiği gibi depremlerin başlıca kaynağı dağlardır. Yani dağları bağlı olduğu tektonik yada volkanik tabanlar depremlerin eskiden olduğu gibi günümüzdede oluşmasına sebep olmaktadır. Kısaca dağların dünyayı sarsılmaktan koruyan kazıklar yada çapalar olduğu tezi ancak rüzgardan uçmasın diye kağıtların üstüne koyduğunuz ağırlıktan esinlenen bir çocuğun hayali olabilir: "Babacım bu kocaman şeyler nedir? Onlar dünya ayaklarımızın altında kayıp gitmesin diye duran ağırlıklar evladım... voaaww sahidenmiiii?".... işte bugünde bu anı kutsal olduğunu iddia eden kitaplardan okuyup sanki arada bir fark varmış gibi yapılıyor. Depremlerin nerede gerçekleşiyor olduğuna dikkat ederseniz çoğunluğunun dağlık bölgelerde yada etrafında olduğunu görürsünüz. Mesela Hollanda'ya düz vadi denir... hiç hollandadan bir deprem haberi aldığınızı hatırlıyormusunuz? Belkide bu yüzden Van gibi dağlık bir yerde böylesine yıkıcı bir deprem olmuş olması sizi şaşırtmıyordur! Eğer bir tane jeolog bulup onu dağların dünyayı stabilize ediyor olduğunu söylemeye ikna edebilirseniz bir sonraki Mehdide zaten siz olmalısınızdır demektir. Gelin şu bilge Allahın atmasyon bilimine tekrar göz atalım. Ona göre Ay ve Güneş yörüngelerinde hareket ediyor ancak dünya sabit duruyor. Ona göre güneş etrafımızda dönüp duruken bir batıyor bir çıkıyor. Ona göre gökteki yıldızlar (meteor değil) kayıyor. Ona göre dağlar dünyayı stabilize ediyor. Ona göre gök kubbe direksiz olarak tepemizde asılı duruyor. Bakara 2:22 - O Rabbinize ki yeryüzünü size bir döşek, göğü de bir kubbe yaptı. Gökten yağmur indirip, onunla size rızık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip dururken sakın Rabbinize eş koşmayın. Mulk 67:5 - Yemin olsun ki, biz en yakın göğü kandillerle süsledik ve onları şeytanlara ateş taneleri yaptık. O şeytanlar için çılgın ateş azabını da hazırladık. Ne ilginçtirki buradaki gök kubbe terimi eski mısır, roma ve hindularında inandıkları şey idi. Tıpkı çadırın ön tarafında duran direksiz çardak gibi onlarda göğün aynı şekilde direksiz olarak durduğuna inanırlardı. Yıldızlarda mum yada kandiller serisi olarak algılanmaktaydı. Dünyanın altı yada üstünü uzaydan baktığınızda bilemeyeceğiniz gibi burada tepemizde bir şeylerin asılı durduğuna inanmak ne kadar hayal gücü ister. Yıldızlar gerçektende ramazan kandilleri gibi asılılarmı? Allaha göre kıyamet gününde yıldızlar sönecek ve gök kubbe başımıza çökecektir. Uzayın bugün hangi yöne giderseniz gidin oldukça geniş olduğunu biliyoruz değilmi? Bilim adamı kılığındaki Allahın bir diğer gafınada değinmeliyim. İnsanları neyden yaptı? Kan pıhtısından, sudan, meniden, çamurdan...???? Muminun 23:13-14 - Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik. Sonra o damlacığı bir embriyo halinde yarattık, sonra o embriyoyu bir et parçası halinde yarattık, sonra o et parçasını bir kemik
halinde yarattık ve nihayet o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. Yaratıcıların en güzeli Allah'ın kudret ve sanatı ne yücedir! Eğer karşımızdaki şahıs Dr. Frankenstein değilse burada iddia edilen et parçası yada kan pıhtısından kemik üretmenin imkansız olduğunu size her biyolog söyleyecektir. Bugün biyolojik açıdan hayatın nasıl başladığını ve nasıl geliştiğini bildiğimiz halde bu zırvanın halen doğru olduğunu iddia edenler tabiki mevcut. Fakat bu kan pıhtısından insan yapma fikrinin nereden geldiğinide belirtmek gerek. Aristotale erkeğin kadının menstürasyon sırasında kanına spermlerini serpiştirmesi ile döllenmenin gerçekleştiğini savunuyordu. Bu savunmasının yanlış olduğunu bugün bilmemize rağmen bu hatanın bu kutsal kitapta tekerrür ediyor olması bir o kadar ilginç bir tesadüf. Bunun haricinde kuranın bu yunanlı bilim adamlarından kopyaladığı bir başka hata daha mevcut - oda erkeğin menisinin hayalarından değil omurgasından geldiği görüşüdür. Tarık 86:5-7 - Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. Fışkırıp çıkan bir sudan yaratıldı. Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar. Bu suyu bir erkek olarak nasıl "fışkırttığınızı" zaten biliyorsunuz. Peki bu suyun nereden geliyor olduğuna dair yapılan bu iddia gerçektende bu suyun nereden geliyor olduğunu tasdikliyormu? Bu su ne bel nede kaburga kemiklerine yakın bir yerden çıkıyor! Kuran tıpkı 7.yy'daki cahillerin zannettiği gibi birçok yanlış kuramlarla doludur. Bu hatalar o zamanlar bilimsel gerçekler olarak kabul edilmekteydiler. Bu yüzdende kuranı inandırıcı kılmak için aynı esaslar sanki tanrı tarafından bir tasdik mahiyetinde yollanmış gibi sunuldu. "Ohhh, bak Allahta aristotalesle aynı fikirdeymiş - ne diyelim üstad, demekki adam haklıymış! Hadi gidip bunu belimize kuşandığımız kılıçlarla komşu Türklerede anlatalım". Aslında dindeki çelişmeler, hatalar, zırvalar ve kasıtlı yanlışların bize gösterdiği tek birşey var: oda daima bir yenisine ihtiyaç duyulduğu. Çünkü benim gibiler daima zırvaların foyasını ortaya çıkaracak ve bu yüzdende yeni bir inanç sistemi yada eskiyi güncelleme gerekli olacaktır. Fakat daima belirttiğim gibi - din sadece zayıf karakterli, kendinden emin olamayan ve sorumsuzluk konusunda kupa almaya layık koyunların ihtiyacı olan doktrin yada uyuşturucudur. Bu yüzdende dinsiz bir toplum hayali olanların bu hayalini ne yazıkki patlatmalıyım. Kimse çıkıpta tüm bu ilahiyatın tamamen zırva temellere bağlandığını söylemeyecek! Çünkü koyunlar zaten bunu duymak istemeyeceklerdir. Bilmeniz gereken her ne ise sadece kendiniz için öğrenirsiniz - koyunları eğitmek için değil. Koyunlar tıpkı çaresi olmayan bir hastalığa yakalanmış gibidirler ve buna karşı önlem almaktansa onunla simbiyotik bir ilişkide yaşamayı tercih ederler. Yani hastalık zamanla onların arkadaşı ve yol göstericisi olur. Böylece din defterini kapatıp yolumuza devam ediyoruz!
![]() |
Notes is a web-based application for online taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000+ notes created and continuing...
With notes.io;
- * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
- * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
- * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
- * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
- * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.
Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.
Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!
Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )
Free: Notes.io works for 14 years and has been free since the day it was started.
You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;
Email: [email protected]
Twitter: http://twitter.com/notesio
Instagram: http://instagram.com/notes.io
Facebook: http://facebook.com/notesio
Regards;
Notes.io Team