Notes
Notes - notes.io |
Cevap: Soruyu cevaplamadan evvel bilkuvve, bilfiil ya da varlığı kendine dayanan olarak oluş dairesi içerisinde vuku bulanların ispatını yapmak zorunludur. Bunun için bilgiyi ve bilginin insan tarafından nasıl elde edildiğini açıklamak zorunludur. Varlığın bilgiden, bilginin varlıktan ayrı açıklanamayacağını ispatlamak zorunludur. Tüm bu ilkeler dahilinde başlangıç noktasının varlığın neden varolduğu değil, ne şekilde var olduğu olarak işaretlenmesi zorunludur. Eğer akıl ve ilkeleri kabul ediliyorsa, varlığın bütünlüğünün varlık dışılığın/varlık noksanlığının/varlık ötesinin içine dahil edilmemesi zorunludur. Bunun delili "varolmamak/yokluk" kavramını ele alırken, "durum veya ötelik/öte olma" kavramlarını içerisine dahil edemez olmasıdır. Şayet ederse bu varolmayanın bir varolmama durumunu getirir. Durumlar sadece varlık için zorunlu olduğundan, varlık olmayanın varlık tezahürleri olarak herhangi oluş tezahürleri içerisinde yer almaması zorunlu olduğundan bu bir çelişkidir.
O halde tüm bu delillerin, varlığın öncül nedeni olarak hiçliği/yokluğu zorunlu olarak getiremeyeceğini kanıtlamış olduk.
Varolmayanın bilgisi olamaz. Yokluk/Hiçlik bilgisi zorunlu olarak varlık kıyasıyla meydana gelir. Bir şeyin varlığından söz etmek için mekan ve konumu zorunludur. Aynı şekilde yokluktan konuşabilmek için mekan ve konum zorunludur. Varlık olarak aleme (mekana) tabii olan insanın alem dışı hakkında rasyonelite içerisinde varlığı esas almadan konuşması mümkün değildir. Yokluğun tespiti ve tadilinin gerçekleşmesi için varlık içerisinde epistemik anlamda noksanlık arz etmesi gerekir. Doğru veya yanlış her bilginin asli kaynağı zorunlu olarak varlıktır. Aksi takdirde hiçliğin algılanması sözkonusudur, bu da hiçliğin varlık dairesi içerisinde bulunma durumu gibi çelişkili bir ifadeyi getirdiğinden imkansızdır. Bilginin mutlak olarak varlığın algılanması, analiz edilmesi, sentezlenmesi vb. eylemler bütünü olarak kabul ettiğimizden ve tüm bu eylemlerin ancak varlık içerisinde zorunlu olarak gerçekleşmesi gerektiğinden ötürü hepsinin varlık olduğunu da söylemek zorunludur.
Varolmayanın bilgisi olmaması hususunda, varolmayanın bilgisine delil olarak 0 rakamı getirilebilir. Ancak 0 rakamı hiçliği yani noksanlığı temsil ettiğinden, yukarı da bahsettiğim üzere varlık dairesi içerisinde olmayanın/bulunmayanın temsili bilgisidir. Bu temsiliyet onu nesneler dünyasında varolmayıp, bilgi olarak hükmeden olarak ele almayı mümkün kılamaz. Şey, şey dışı olamayacağından ve bilgi olarak insanda bulunduğundan varlık bakımından öteleştirilemezdir. Buna en büyük delil, 0 rakamının noksanlığı temsil etmesine rağmen şeylik oluşu ve temsil ettiklerinin adlandırılması zorunlu olduğundan şey oluşlarıdır.
Tüm adlandırılanlar tasdik edilmişlerdir. Tasdik edilmeyen olmadığı gibi tasdik edilmeyenin bilgisi de olamaz. Her tasdik edilen şey varlıklık arz ettiğinden, noksanlıkları da ancak varlık üzerinden tasdik edilebilirdir. Tüm adlandırılanların birinci tasdiği tüm kelimelerin ve birleşimlerinin meydana getirdiği ve düşünmek için anlamlı olması bakımından yer ettiği, işaret ettiği varlıklardır. Varlığa bakılmaksızın ve varlıklar üzerinden bağlantı kurulmaksızın kelimeler ve düşünce meydana gelemeyeceğinden, muhayyile içerisinde yer alanlarında kaynağının ancak varlık olması durumundan ötürü diyorum ki, tüm adlandırılanlar tasdik edilmiştir. Farazi harflerden meydana gelen bir kelime de tasdik edilmiştir. Bu tasdiklik, kelimeyi oluşturan harflerin varlığına dayanır. Harflerin varlığı ise kaynağı olan insan sesine dayanır. Dolayısıyla her daim adlandırılanların dolaylı ya da dolaysız varlığa dayanması zorunludur. Tıpkı harflerin varlığının seslere dayanması gibi, tasdik edilen hakkında konuşulanın kaynağı varlık dışına çıkamamaktadır. Buna itiraz olarak muhayyileyi getirmek de mümkün değildir. Çünkü muhayyilenin de yegane kaynağı varlıktır. Bu her muhayyile edilen ve rasyonel yetiyle ortaya konanın varlık olarak meydana geldiğini veya varolduğunu göstermez, böyle bir iddiada yoktur. Bunun için tasdik edilen, adlandırmanın birebir kendisi değil ancak onu meydana getiren bileşenlerdir.
Soruyu cevaplandırmanın tek yolu bilginin doğasını kavramaktır. Nasıl oluyor sorusunu sormak bilimsel izahatları getireceğinden ve seninde bu bilimsel izahatları ve deneyleri sofistçe karşılayacağından (karşılamasan bile o çalışmalar senin takip ettiğin felsefi seviyenin çok üzerinde, çünkü sen ilkel felsefeyi takip ediyorsun.), anlaştığımız üzere felsefi cevap vereceğiz.
Neden bir şeyleri algılıyorum? Neden bilgi edinmek zorundayım?
Bu sorulara cevap vermeden asla sorunun cevabına ulaşamazsın.
Öncelikle algılamayı tanımlamak gerekir. Neler benim yani insanın algı tanımına girerken, neler giremez. Benim algı ölçütüm nedir ve sınırları nereye ulaşır? Bilgi benden aşkın mıdır, yoksa bana içkin midir?
Algı, algılayanın duyular üzerinden dış dünyasından gelenleri istemli veya istemsiz uyarımlarla temas etmesidir. Temas edilenin hatırlanması yoluyla yorumlanması, hayal edilmesi gibi süreçleri de içine dahil edebilir. Temas ancak fizikle gerçekleştiğinden (fizik dışılık iddiadır ve ispat gerektirir) bu fiziğin bedende bulunması zorunludur. Eğer insan vardır diyorsak, bu varlığın nesne itibari ile var olduğunu ve cismani olduğunu da kabul ederiz. Varlığı bilme yolunda ki referansımız, bir varlık olarak bulunduğumuzdan kendimizin de içine dahil olduğu alemdir. Eğer varlığı reddediyorsak ve onun özelliği olan fizikiliği reddediyorsak zaten konuşmak mümkün değildir. İnsanın tıpkı varlığın çeşitli halleri gibi fizik olduğunun reddi, varlığın da reddidir. Eğer neden insan ve varlık fiziktir sorusunu soruyorsak bu hatadır. Çünkü varlığın ancak kendisinden başka hiçbir şeyle bilinemeyeceğini ve tanımlanamayacağını gösterdik. Bir varlık olsun ki, varlık tanımının dışında var bulunsun. Fizik olmayan ve bizim yaşam alanımıza sığan, deneyimle bildiğimiz kaç varlık vardır? Bunlar hangi varlık tanımına sığar? Bunu cevaplayacak olan bizatihi bu iddiayı ortaya atandır.
Hücrelerden meydana gelen ve çevresel sinir sistemiyle beyine bağlanan uyarımların, insan zihninde yarattığı etki algıdır. Ancak bu bilimsel bir izahattır. Felsefi olarak bu izahatı yapmak mümkün değildir. Çünkü "İnsan nasıl oluyor da duyularıyla algılıyor" sorusunu sormak ilkel ve yetersiz bir felsefi cevap vermekten öteye götürmeyecektir. Bu durum felsefenin asli sorulara temas ettiği yanılgısını getirdiği gibi aslında felsefenin bu sorulara verecek uygun cevaplarının olmadığını, yetersiz kaldığını gösteren en net örneklerden biridir. Neden kokluyorum, neden duyuyorum, neden görüyorum, neden hissediyorum, neden tadını alıyorum soruları her ne kadar "Neden" olarak tezahür etse de, nedenselliğe giden yolda nasıllığa çıkmak zorunda olduğunu bariz gösteren örneklerdir. Gerek fenomonolojik, gerek metafizik gerekse her bokomolojik her türlü dal tarih boyu bunlara adam akıllı cevaplar veremeyip yanından geçmekle yetinmiştir. Bu zaafiyet üzerine çeşitli tacirler çıkıp, kurnazlıkla bunların aslında kendilerine benzeyen ancak kendilerinden yüce olan bir varlığın eseri olduğunu, ayriyeten bu varlıkla görüştüklerini söyleyecek raddede uçmuşlardı. Varlığa dahil olan ve yöneltilen her "Neden?" sorusunun ucu her daim anlamsızlığa dayanacaktır. Yapılan tüm tanımlamalar ve eşleştirme istencinin ardı olmadığı gibi, çıkış noktası dar bir perspektif olan insan zihni ve onu meydana getiren, geliştiren duyular olarak kalacaktır. Duyulara hapsedilen bu denli gerçeklik algısı ancak ortak bir algıya mahkum olduğundan, üzerine yürütülen her denli mantık, koca bir boşluğa serilen masa örtüsü misali havada kalacaktır. Duvarları görüyorum. Ancak duvarı kırmadan ya da duvar yıkılmadan içinde ki telleri göremeyeceğim. İşte bu cümlenin içerisinde takriben 6 iddia var. Sorulacak sorular ne?
Duvarları neden görüyorsun?
Duvarları nasıl görüyorsun?
Duvarlar nerede?
Duvarlar neden var?
Duvarlar nasıl var?
Tüm bu sorular diğer iddialara da aynen uygulanabilir. Ancak sunulan cevapların tamamı bir gözlemcinin veya gözlemciler zincirinin görüşlerinden öteye gitmeyecektir. Görünürde bir duvar olduğunu varsayarsak belki işler kolaylaşır ancak muamma olarak kalır. Ancak görünmeyen duvarlar hakkında spekülasyonlar hep su götürmez gerçekler olarak kalacaktır.
Algılarımın bedenimde olmaması, bedenimin algılarımdan aşkın olduğunun iddiasını getirir. Bu iddiayı ele alıp üzerine yoğunlaşmak tıpkı yağmur yağıyor ancak yağmıyor da olabilir. O halde ben gerçekten yağdığını bildiğim ve üstelik kendi gerçeklik algımdan öte ortak gerçeklik algısını paylaştığım (bunun içine yağmurun yağdığı yerde deneyimlemek isteyen tüm insanlık dahildir) tüm türdaşlarımın bunu deneyimlemesine karşın, "Hayır, yağmur yağmuyor olabilir." dersem, bu gerçeklikle veya en azından belirlediğim gerçeklik algısıyla örtüşür mü? Eğer örtüşüyorsa, duvarın içindeki teller yerine duvarın içinde bulunduğunu düşündüğünüz gökkuşağını arayın. Teller olmasa bile duvarı tutan bir güç olduğunu ve duvarın bu sayede ayakta kaldığını biliyorum. Peki siz duvarın içinde ki gökkuşağınınne ile izahat edeceksiniz?
Algılarımın sınırları, bedenimin işlevsel sınırları ile denktir. Algılarımı genişleten işlevsel araçlarında sınırı, algılarımın sınırlarıyla denktir.
Sayıların veya bilgilerin yerinin beyin olup olmadığını konuşuyoruz. Sebep nedir? Evrende ki değişim ve dönüşümün neden bilgilerin bulunduğu yerde nasıl aynen kalıyor oluşu. Bu gerizekalıca bir sorudur ve basit bir sorudur. Şimdi diyeceksin ki "Madem basitti neden varlıkla başladın." Bilale anlatır gibi anlatmam lazımdı da ondan.
Eğer sikko bir felsefeci pardon teolog hafızada bulunan ve değişim olsa dahi aynen kalan bilgilerin olduğunu iddia edip, sonra da müridleri sizin gibi düşünmeyenlerin kapılarına kırmızı çarpı atıp, sonra "4. Sınıf düşünür" diye itham ediyorsa iyi dinleyin.
Değişimin tanımı belirlenmeden, sınırları çizilmeden bu konu hakkında konuşulamaz.
Değişimin getirdiği sonuçlarla bilginin de değiştiğini görüyoruz (aksi takdirde herkes başka bir dünya ve form içerisinde yaşamalıdır.)
Dünyadaki değişimlerin çok radikal değişimler (hard kaotik) olmadığını bilimsel tespitler ve basit deneylerle görüyoruz.
Şimdi burada bilim adına ne desem boş olacağını bildiğimden bir analoji yapalım. Sonra sikko teologun biri gelip "Hafıza'da bulunan bilginin aynen kalması için zamana kafa tutması lazım." demesin.
Bu yolda iki türlü analoji sunabiliriz.
1) Bir ressamın her gün aynı boyayı kullanıp tuvalini boyaması nasıl o boyanın rengini bir süreliğine kalıcı hale getiriyorsa, insan hafızasında bulunan bilgilerin de bu boya misali sürekli tekrarlanması kalıcı hale gelir.
İsimleri ezberlemek ile sayıları ezberlemek arasında bir fark yoktur. İsimler tıpkı bir çocuğun dili öğrenme sürecinde maruz kalması ve sürekli duyması esnasında değişmez olarak kalıyorsa, aynı şekilde nesnelerin yerini alan sembollerin ve sayılarında hafızada bulunması arasında bir fark yoktur.
2 armuttan söz ederken ve armutları armut değil, sayı olarak ele alırken ancak 2 sayısının armudun nesnesinin birimini ifade ettiğini söylemek zorunludur. Tüm sayılar ve rakamlar doğada yoktur. Doğada Ahmet, Ayşe'de yoktur. Temas edileni ayırt etmeye verilen ve o temas edilenin nesnesinin yerine gelendir Ahmet ve Ayşe, 9 ve 8.
Eğer sayıların her ne olursa olsun zihinde aynen olduğu gibi kaldığını ve bu bilgilerin silinmediğini iddia ediyorsak, bunu denemenin yolu kafaya alınan travma sonucu (mümkünse sağ şakak tarafı olsun) kişinin geçireceği inmedir. Bu inme sonucunda beyine dolan kanın kişiyi nasıl etkilediğini eğer kan beyne dolmazsa 23. gününde konuşarak öğrenebilirsiniz. Hatta bununla kalmayıp kendiniz deneyip sayıları hatırlayıp, hatırlamadığınıza bakabilirsiniz.
Şimdi sen sofistçe verdiğim cevaplara yineleyerek "Sayılar zihindeyse ispatla" diyeceksin. Bende sana buna mütakip olarak Japonya dünyada ise ispatla diyeceğim. Sonra sen bana resimler göstereceksin, hatta orada yaşayan ve belki orayı ziyaret eden turistleri göstereceksin ancak ben onlar Japonyaya gittiğini ispatlasın diyeceğim ve o söylemleri ikincil kaynak olarak ele alacağım ve tanımayacağım. Sonrasında seninle Japonya bileti alıp, Japonya adı verilen toprak yığınına gideceğiz. İşte burası Japonya diyeceksin. Sana burası Japonya ise kanıtla diyeceğim ve sen buranın Japonya olduğunu söylemekten öteye gidemeyeceksin. İşte buna sofistlik denir.
Bir gerizekalının tıp ve biyoloji bilmemesinden ve felsefenin "Nasıl" sorusuna mekanik cevap veremeyeceğinden ötürü ortaya koyduğu önermeleri rehber edindin ve muazzam geldi sana. Ancak şimdi kendine sormanı istiyorum, sen neredesin? Ben buradayım sorusuna verdiğin cevap konumdan başka ne olabilir?
2. Mail
Sayı konusunda detaya inmediğimi düşünerek ekleme yapma gereği duydum. Sayıların tanımını ve bedende ki yerini ispatlamak farz. Bu iş gerçekten kolay bir iş değil. Sana hakaret ettiğim için de özür dilerim. Sinirleniyorum elimde olmadan. Seviliyorsun...
Sayı, nesneler dünyasında öznenin kendisi dahilinde algıladığı tüm objelerin adlandırma (sözcükler) kullanılarak ifade edilmesidir. 0 ve 9 aralığında ki sayılar ilk olarak nesnelerin birim ifadesi olarak meydana gelir. İnsanın zorunlu tabiatından ötürü tüm düşünsel faaliyetlerinin mantık dairesi içerisinde vuku bulması ve bu mantık üzerine tabiatının getirdiği problemleri tespit ve çözmesi gereği üzerine sayması zorunludur. İnsanın "Neden düşünüyorum?" sorusuna verebileceği her türlü cevap eninde sonunda mekanizmaya zorunlu olarak çıkar. Bu soruya verilen her denli ekolün; Primitivist, Rasyonalist, Pragmatist, Empirist, Fenomonolist cevaplar hiçbir zaman yeterli cevabı arzetmeyecek. Gerçek dünyada gerçekleşen olguların tamamını insani perspektiften çıkarak sıfır tepki ile izlersek, örneğin ateşin yanmasına sadece ateşin yanması olarak bakılacağı ortadadır. Ateş sadece yanar ve yakar. Bunun ötesi yoktur. 0-9 ve onlara eklenerek genişleyen (sonsuza giden) sayı kümelerinin elemanlarının soyutlanması yönünde temel yöntem tabiat gereği duyulardır. İnsanın tabiatına yani bedenine içkin olan duyuların verileri ancak A posteriorik yansımaları olarak yer aldığını savunuyorum. Buna sunduğum en büyük gerekçe, insanın duyularıyla algılamadığı ve algılayamayacağı hiçbir şeyi soyutlayamayacağı ve onu aktarma pahasına somutlayamayacağıdır. Basit bir soru sormuştum hatırlarsan, "5 duyu organı olmaksızın doğan bir bebek ne düşünebilir? İdeleri nasıl gelişir?" Eğer bilgi ve doğası bizlerde aşkın olarak meydana geliyorsa, duyuları olan normal bir insana kıyasla hemen hemen eşit gelecek şekilde ideleri barındırabilecektir. Bana bu dünyada hiç kimsenin görmediği, hissetmediği, duymadığı ve temelinin tamamen diğer her şeyden bağımsız olduğu bir şey getirebilir misin? Bu bir resim, geometri, ses olabilir. Eşi benzeri olmamalı. Bulunduğumuz dünyaya aykırı ve yabancı olmalı. Eğer sen getiremiyorsan kim getirebilir? Bana bir şey getir ki, nesnelerle oluşup ve onunla yiterek karakterize edilen bir şey olsun...
Sayıların yerinin beyin veyahut beden olmasının en büyük delili, sayıların öğrenilen ve duyularla keşfedilen dofasıdır. Ölüler kaça kadar sayabilir? Yüksek dozda narkoz veya uyarıcı/uyuşturucu alan bir bedenin düşüncesinin durmasının sebebi nedir? Bu durgunluk aslında onun bilgilerinin bulunduğu yerin değişimle etkileşime geçmesinin sonucu değil midir? Aşkın olana madde yahut şeyler temas edebilir mi? Sen yüz metre ötende duran o kadına bedeninle dolaylı ya da dolaysız temas etmeksizin varabilir misin? Düşüncen bunu nesneler aleminde gerçekleştirebilir mi? Gerçekleştirememen bunun mutlak böyle olduğunu göstermez ancak başka bir alternatif sözkonusu değildir. Eğer sözkonusu ise bu bir iddiadır ve ispatlanmayı bekleyecektir.
0-9 aralığında ki sayıların tanımlamalarını yapalım;
0, nesnelerle sadece nitelik bakımından ilişkilendirilebilir. Araba'nın tekerleği yok önermesini ele alalım. Eğer "Arabanın kaç tekerliği var?" sorusunu sorarsak bunun cevabı basitçe 0 olacaktır. Daha öncesinde belirttiğim gibi, yokluk ancak varlık kıyası üzerinden yapılır. Yokluğun "durum/statu", "haline", "geçmesinin" çelişki doğurmasından ötürü alem ve içerisindekilere nazarla yokluğu işaretleriz.
1, varlıgın varlık kaplamında bulunan şey veya şeylerin kendi başına ifade edilmesi üzerine ortaya konan tekillik durumudur.
2, tekillik durumundan, çoğulluğa geçerken 1'in kendisine eklenmesi sonucunda meydana gelir.
3 ve devamı yukarıda ki tanımla aynı şekilde, kendisine her daim 1'likler eklenerek meydana gelir.
10'luk sistemde ki sayı aralığının zamanla zihin içerisinde sorgulanmaz ve sürekli tekrarlanan otonom bir faaliyet halinde ilerlemesi sonucunda artık sanal bir işlem sözkonusudur. Artık sayılar spesifik bir varlığın yerini tutmaktan ziyade kendi içerisinde tümevarımı getirerek, kendi kendisini karşılayan olur. Bu işlemler bütününde sayılar salt kendisi olmak suretiyle ele alınır. Tüm nesneler ve varlık kaplamı kendi içerisinde hep 1 olarak kaldığından, konları kavramsal veya tür/cins vs. bakımından ayırıp salt sayı kümesinde tümevarımsal değerler üzerine 1 üzerine tekrar 1 ekleyerek kurmak gerekir. Bu işlemin sonsuzluğa tekabül etmesi de bir tümevarımın sonucudur. Çünkü kendisine hep 1 eklenen 1, doğrudan 1 olma özelliğini kaybederek sonsuzluk kaplamı içerisinde yer alır. Sonsuz kaplamına girmesi de birim bakımından sonsuzu yine 1 kumesine dahil eder. Bu sefer 1 salt 1 olarak hiçbir zaman ele alınamaz. Bu anlattıklarım zihnimde gerçekleştiği için doğal olarak çok iyi anlaşılmayacaktır, olsun.
İSPAT BÖLÜMÜ
Ontolojik ve Epistemolojik Açılımlar
1) Sayılar daha önce söylediğim gibi nesneler dünyasında öznenin kendisi dahilinde algıladığı tüm objelerin adlandırılması için kullanılan sembolik ifadelerdir. Duyusal fenomenaliteler ise nesnelerin niteliklerini duyular aracılığıyla algılama sürecini temsil eder. Bu fenomenal bilgiler görsel, işitsel, kokusal, tatsal ve somatik duyuların bilgilerni içerir.
2) Sayılar insanın Meta-Zihni ile ilişkilidir. Meta-zihin, insanın fenomenal bilincinin üst düzey merkezidir ve bilinçli düşünme, kavrama, anlama, soyutlama ve sentez yeteneklerini içerir. Meta-zihin, duyusal fenomenaliteleri işleyerek fenomenal gerçekliğin ontolojisini oluşturur.
3) Sayısal ifadeler soyut ontolojik kavramlardır ve niceliksel fenomenleri sembolik olarak temsil eder. Sayılar, matematiksel işlemler, niceliksel karşılaştırmalar, sıralamalar ve ilişkiler için kullanılır. Sayısal ifadeler, meta-zihinsel süreçler aracılığıyla soyutlama ve genelleme yoluyla ortaya çıkar ve matematiksel mantıkla iliskilidir
Ontolojik ve Epistemolojik Açılımlara Dayalı Aksiyomlar
P1) Fenomenal varlıklar, duyusal fenomenaliteler yoluyla fenomenal verileri algılar ve meta-zihinsel olarak işler.
P2) Meta-zihin, fenomenal verileri işleyerek anlamlandırır, soyutlamalar yapar ve fenomenal gerçekliği meta-fenomenal ifadelere dönüştürür.
P3) Sayısal ifadeler, meta-zihinsel süreçler sonucunda soyut sembolik ifadeler olarak ortaya çıkar, temsil edilir ve matematiksel işlemler için kullanılır.
Numerik İfadelerin Fenomenal Fenomenaliteler ile İlişkilendirilmesi:
P4) Fenomenal varlıklar, duyusal fenomenaliteler yoluyla fenomenal nicelikleri algilar
P5) Örneğin, bir elma sepetindeki elma sayısı gibi fenomenal nicelikler, görsel algı yoluyla duyusal fenomenalitelerle algılanabilir.
Numerik İfadelerin Meta-Zihinsel İşlenmesi ve Anlamlandırılma Süreci
P6) Meta-Zihin duyusal fenomenalitaleri işler, anlamlandırır, hatırlar ve soyutlamalar yapar.
P7) Çamasır sepetindeki çamaşır sayısı gibi fenomenal nicelikler meta-zihinsel olarak soyut bir kavram olarak işlenir ve "Bir" olarak anlamlandırılır.
P8) Bu soyut kavram, sayısal ifadelerin temelini oluşturur ve matematiksel işlemlerle ilişkilendirilir.
Numerik İfadelerin Meta-Zihinsel Varoluşu
P9) Sayısal ifadeler, meta-zihin tarafından işlenen ve anlamlandırıln soyut fenomenal sembollerdir
P10) Duyusal fenomenaliteler yoluyla algıladığımız birlik özelliği, meta-zihnimizde soyut bir fenomenal kavram olarak var olur.
P11) Bu sayısal fenomen, diğer matematiksel işlemlerle bağlantılıdır ve matematiksel hesaplamaların fenomenal temelini oluşturur.
İspatlamalar:
Teorem; Her doğal sayı, duyusal fenomenalitelerle algılanabilir ve Meta-zihinde soyut bir fenomenal kavram olarak var olur.
1) P4'e dayanarak, fenomenal varlıkların duyusal fenomenaliteler yoluyla fenomenal nicelikleri algıladığını kabul edelim.
2) Herhangi bir doğal sayıyı ele alalım örneğin 3 sayısını ele alalım.
3) P5'e dayanarak, duyusal fenomenaliteler yoluyla algılanan fenomenal nesneler veya gruplar üzerinden soyut bir fenomenal kavram olan "Üçlük" kavramı Meta-Zihinde oluşur.
4) P7'ye dayanarak, üçlük kavramı, 3 sayısını temsil eder ve meta-zihinsel olarak işlenir.
5) P6ya göre meta-zihin, duyusal fenomenaliteler yoluyla soyutmlalar yaparak sayıları fenomenal olarak anlamlandırır, ilişkilendirir ve temsil eder
6) Zorunlu sonuç olarak; her doğal sayı duyusal fenomenaliteler yoluyla algılanabilir ve Meta-zihinde soyut bir fenomenal kavram olarak var olmak zorundadır.
Şerhi ve Sayıların Beyinde Olduğunun İspatı
1) P4 ve P5'e dayanarak, fenomenal varlıkların duyusal fenomenaliteler yoluyla fenomenal nicelikleri algıladığını ve örneğin bir çamaşır sepetindeki çamaşı4 sayısı gibi bu niceliklerin görsel algı yoluyla duyusal fenomenalitelerle algılanabileceğini kabul ettik.
2) Bir doğal sayıyı ele alalım örneğin 3 sayısını ele alalım.
3) P7ye dayanarak üçlük kavramı 3 sayısını temsil eder ve Meta-zihinsel olarak işlenir. Bu durumda, üçlük kavramının beyinde, yani meta-zihinde var olduğunu kabul ettik.
4) P6a göre Meta-zihin duyual fenomenaliteleri işler, anlamlandırır ve soyutlamalar yapar. Bu durumda, üçlük kavramı da duyusal fenomenalitelerin işlenmesiyle ortaya çıkar ve soyut bir fenomenal kavram olarak var olur.
5) P9'a gore sayısal ifadeler meta-zihin tarafından işlenen ve anlamlandırılan soyut fenomenal sembollerdir. Dolayısıyla, üçlük kavramı da Mta-zihin tarafından işlenen ve anlamlandırılan bir soyut fenomenal sembol olan 3 sayısını temsil eder.
6) Bu şekilde uçlük kavramı Meta-zihinde var olur ve sayısal bir ifade olarak soyutlanır.
7) Matematiksel mantıkla ilişkilendirildiğinde, 3 sayısı diğer matematiksel işlemlerle bağlantılıdır. Örnek olarak, toplama işlemi yaparken 3 sayısı kullanılır.
|
Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...
With notes.io;
- * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
- * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
- * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
- * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
- * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.
Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.
Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!
Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )
Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.
You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;
Email: [email protected]
Twitter: http://twitter.com/notesio
Instagram: http://instagram.com/notes.io
Facebook: http://facebook.com/notesio
Regards;
Notes.io Team