NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

UŞANKA

---29.12.2015---
Bugün Salı. İşimden istifa ettim. Gerekçem vizelerimin başlıyor olmasıydı. Sınavlar bitince kabul ederlerse döneceğimi söyledim, gülümsediler. Bu ne anlama geliyor?

Saat 15.00 suları. Eksik notlarımı almak için okula gidiyorum, şehrin bir ucundan diğer başına. 'Diğer ucuna' demeyince bu deyim etkisini yitiriyor değil mi? Diğer ucuna gidiyor olsaydım “şehrin bir ucundan diğer ucuna” derdim elbette. Ama okulum uçta değil, Konstantinopolis denilen yerde. Neyse ki “Asrın Projesi” faaliyete geçti, yoksa şehrin bir ucundan diğer ucuna gitmiyor olsam da epey zaman kaybedecektim. Bu zaman meselesine takığım biraz. Zamanı kaybetmekten korkan insanlarız biz. Söz gelimi, on dakika sonraki otobüsü bekleyip oturarak gitmek yerine on dakika erken varalım diye o upuzun yolu ayakta gideriz. Durmak sadece zaman kaybettirir diyoruz ama aslında hayatımız zaten şu zamanı kaybetmekle geçiyor. Bizse buna alışmak yerine “kaybedecek zaman yok, hayat geçiyor” diyerek acele ediyoruz. Mesela, yürüyen merdivende duran insanlara imrenmişimdir hep. Anadolu’nun ücra bir köşesinde yaşayan arkadaşıma gönderdiğim bir mektupta şunları yazmıştım:

“Bugün sinemaya gitmek için metroyu kullandım. Durağımda indim, yürümeye başladım. Yürüyen merdivenden çıkmayan insanları anlayabiliyorum, ama inerken yürüyen merdivenden inmeyenleri anlamıyorum. İşin daha komiği yürüyen bantta yürümek yerine hedefe varmayı sabırla bekleyen insanlar var! Bense huyumdur, koşar adımlarla geçerim yanlarından. Ayrıca bant dar olduğu için insanları dürtüp “Pardon, Pardon, PARDON” diyor, "Yahu düzeneğin sizi yolun sonuna ulaştırmasını beklemek nedir, kaç dakikaya patlar o biliyor musunuz?" diye de söyleniyordum içimden. Kaç dakikaya patlayacağını biliyorlardı elbette ama umurlarında değildi belli ki, zamanları çoktu. Ortalama altmış yıllık yaşamlarında zaman kaybetmedikleri tek bir gün olmamıştı. Velhasıl, sabırsızlaşıyoruz büyükşehirde. Her an bir yere yetişmek zorunda kalıyoruz. Yolculuklar saatler alıyor, kısaltmaya çalışıyoruz. Ancak bu hızlı yaşamanın çabuk tükenmemize neden olacağını düşünüyorum.”

Biz asla yürüyen bantta duran insanlardan olamayız. Çünkü hayat akıyor, değil mi? Yürüyen merdivende durmak yerine koşar adımla çıkalım, evet. Ama bunları yaparken saatin sabahın erken saatlerinde çalan alarmı “beş dakika daha uyuyayım ya” diyerek kapatalım ve takriben elli dakika daha uyuyalım. Uyurken zaman kaybetmiyoruz çünkü. İnsanoğlu değil mi işte, her şeyiyle çelişki. Her neyse, kuramadığım cümlelerle anlamadığım şeyleri daha fazla anlatamamaya çalışmayacağım.

Saat 18.00 suları. Eksik olan notlarımı aldım ve görevi tamamladım. Şimdi Havuzlu Bahçe’de oturup bir sigara yakacağım. "Ah ulan ne günlerim geçti burada" diyeceğim içimden. Sorsanız pek günüm geçmedi, heyecanlı şeyler yaşamadım, hatta nefret duydum hep. Yine de insan bir bağlılık hissediyor. İnsan doğası gereği bir şeye bağlanma ihtiyacı duyar. Bu şey de genelde insan olur zaten. Her şeyini paylaşabildiği, içinden geldiği gibi davranabildiği, susarak da anlaşabildiği birini buldu mu bağlanıverir. Benim için susmak daha önemlidir mesela, çok konuşmayı fuzuli bulurum. İnsanın bu bağlanma ihtiyacını İngiliz düşünür Thomas Hobbes’a kadar götürmek mümkün elbette. Hobbes’un yaşadığı dönem krallık ile baronlar arasındaki iç savaşın etkisi altında geçen bir dönemdi. Baronlar dönemin toprak ağalarıydı ve hayli güçlüydüler. Bu çatışma hali ve güvensiz ortam Hobbes’un kişiliğini ve düşüncelerini büyük ölçüde etkilemişti. Zaten Hobbes da “Korku ile ben ikiz kardeşiz.” diyerek yaşadığı dönemin ruh hali üzerindeki etkisini açıkça ortaya koymuştu. Ona göre insanlar doğuştan gelen haklarını ölümden korktukları ve güvenlik ihtiyacı hissettikleri için bir hükümdara vermeye razı oldular ve devletin temellerini attılar. Hobbes’un bağlılık ihtiyacı daha çok ölüm korkusundan ileri gelmekteydi. Bizim bağlılık ihtiyacımız ise, artık güvenlik ihtiyacı da kalmadığına göre (tartışmalı bir husus), daha spesifik alanlara yönelik. Bir insana, bir hayvana, bir bitkiye, eve, arabaya, kitaba bağlanıyoruz. Ya ne yapsaydık?

---31.12.2015---
Bugün Perşembe. Yine bir vize dönemi, yine - sözde - tüm dünya ile bağlantımı koparmış ders çalışıyorum. Okuyorum, akmıyor not; fakat akıyor beyin. Okuyorum, akmıyor konu; lakin akıyor burun. Ya da şöyle söyleyelim; burundan akıyor beyin, nottan akmıyor konu. Latife yapıyorum, burundan beyin akar mı? Burundan akan sümük. Üşütmüşüm de biraz.

Bugünün başka bir özelliği daha var. Geçiş günü. Bir yılı diğerine bağlayan köprü bugün. Birazdan 2015 sona erecek, 2016 başlayacak. Fatih’in Konstantinopolis’i fethedip yeni bir çağ başlatması gibi bir gün. Heyt be, ecdad! Acaba nasıl oldu bu çağ açma işi? Atıyla denize dalıp “Ey Konstantiniye! Ya sen beni alırsın ya ben seni alırım.” diyen Fatih, şahi topları yıkılmaz denen Bizans kalelerini birer birer harabeye dönüştürürken nişancısına dönüp “Yeni bir çağ açıyorum ey nişancı! Tarihe not düş, ben tuğrayı sonra basarım.” mı dedi? Bence tarihçiler bu konuda bir açıklama yapmalı. Avrupalılar da Orta Çağı sona erdirip Yeni Çağı başlatan olayın İstanbul'un fethi olduğunu mu düşünüyor? Evrensel bir ölçüt mü bu? Kim veriyor bu çağ açma yetkisini kim! Hayır, bilsem belki ben de yeni bir çağ açacağım. Yok yok, artık eskisi gibi değil hiçbir şey. Çağ açmak da zorlaştı. Ne kolay ki koduğumun yüzyılında! Her neyse, bu saçma konuya nereden geldiğimi bilmiyorum.

Saat 22.00 suları. Aklımda çok şey, önümde çok not var. Burnumda da bir o kadar sümük. Bir de karnım aç mı sana! Çocukken sümüğümü yerdim, kuru olanlarını. Sıvıları burnumdan boğazıma çeker, ağzımda tükürükle yoğunluğunu azaltıp tek hamlede yutardım. Hala bu sıvı sümükleri boğazıma çeker, yutarım. Tükürecek peçete yoksa ben ne yapayım? Yahu affedersiniz, iğrendirdim mi sizi? Bu yazı yüzünden kaç kişiyle öpüşme şansımı elimden kaçıracağım acaba? “Kızıım o çocuk sümüğünü yutuyormuş, düşünsene öpüşülür mü onunla ıyk!” Bu da gereksiz bir ayrıntıydı, bana olan bakışlarınız değişmesin ben hala o temiz çocuğum. Diyorum ya aklımda çok şey var diye, hepsi böyle parça parça. Birkaç satır yazmak için oturduğumda aradan kontrol edemediğim cümlecikler fırlıyor. Bu biraz da şey gibi, ağır grip geçiriyorsunuzdur hani. Bir hapşırırsınız ki of, etrafa salya sümük saçmışsınızdır. Çift kaşarlı tostun kaşarı gibi sarkar sümük. Bir de hapşırdıktan sonra ortaya çıkan bir koku vardır, abimle “iltihap kokusu” ismini taktık. İltihap kokar mı ulan, diye soranınız varsa fütursuzca hapşıran birinin yanında dursun. İltihap kokusu herkeste aynıdır, evrenseldir. Her neyse, bu saçma konuya da nereden geldiğimi bilmiyorum. Bütün paragraflarımı “her neyse” ile sonlandırmak en büyük korkum ama bu gerçekliğin önüne geçemiyorum. Şu sümük bahsine son verelim.

Saat 22.30 suları. Ben böyle saçma şeyleri düşünürken yarım saat geçmiş. Yeni yıla bir buçuk saat kaldı. Köprü gibi bir gün olmak lazım şu dünyada. Köprü gibi bir insan; kötüyü iyiye bağlayan, çirkini güzele bağlayan. Ben köprü gibi bir insan mıyım acaba? Sanmıyorum. Zaten köprü gibi bir insan olmak ne demek canım kardeşim? Çalışmaktan sıkıldım ama siz “çalışamamaktan sıkıldın” da diyebilirsiniz. Siz dürüst olun, ben kendime yalan söylemeyi severim. Evde bunaltıcı bir sıcak var, ferahlamak için camı açıyorum. Gördüğüm tek şey araba lastikleri. Eksi birinci katta olmak bunu gerektiriyor sevgili okuyucum. Muhit zengin tabi, görüş açımdaki hiçbir lastik Michelin’den Bridgestone’dan aşağı değil. Bir boğaz görmüyoruz ama en azından lastiklerin kalitelilerini görüyoruz. Bu da mühim. Gökyüzünü kısmen seçebiliyorum ama dışarısı karanlık tabii, havanın durumu hakkında bir bilgi vermiyor. Kar yağmış, bu yıl iyi yağdı. Acaba kalabalık mı sokaklar? Pijamalarımla çıkacağım da çünkü. Muhite rezil olmayalım sonuçta karşıdaki çaycı abiyle bir muhabbetimiz var. İçliğimin üzerine pijamamı geçirip çıkıyorum dışarı, bu soğukta yalnızca pijamayla çıkacak kadar çılgın değilim. Yılbaşı olduğu için tahmin ettiğimden kalabalık cadde. Üç gündür evdeydim, meğer türlü türlü süslerle bezenmiş ortalık. Işıklandırılmış bir Noel Baba görüyorum, aman başına bir şey gelmesin babacım. İnsanlar ellerinde içki şişeleriyle şen şakraklar. Derdi yokmuş gibi hiçbiri. Halbuki sorsak neler anlatacaklar. Etrafı izleye izleye yürüyorum. Bazı gözler pijamama kaymıyor değil ama pek de umursamıyorum. Kafası güzel insanların arasında ben de bir güzelleştim nedense. Güzellik güzelleştirir canım kardeşim. “Üzüm üzüme baka baka kararır” demek yerine “Güzel güzele baka baka güzelleşir” deseymiş ya şu atalar. Evet kararıyor tamam, ama üzüm de güzel bir meyve değil mi sonuçta? Hep bir kötümserlik. İçleri pis pezevenklerin.

Ondan geriye sayılırken dışarıda, bu kalabalığın arasında mı dursam? Ama çok vaktim gidecek, gece olacak, çalışmayacağım. Açıkçası hava almak da epey iyi geldi, eve dönüp yarım kalan notlarımı tamamlayacak mental sağlığı kendimde buluyorum şu an. Bilmiyorum tarihçiler bu konuda ne diyor ama askerleri Konstantinopolis’i yağmalarken II. Mehmet atının üzerinde çayını yudumluyordu bence. İnsanlar da 2016’nın işgaline henüz başlamışken ben evde, notlarımın başında, ıhlamurumu yudumlayayım.

Sokağın başına geldim, baktım iki güzel insan tartışıyor. Biraz sarhoşlar. Hani diyordum ya, “halbuki sorsak neler anlatacaklar” diye. İşte fırsat. Adımlarımı yavaşlattım, dinlemeye başladım. Bir süre sonra da durdum zaten, beni fark edecek durumda değiller. Oğlan kızı aldatmış ya da onun gibi bir şey. Kız bir yandan ağlıyor, bir yandan bir şeyler anlatıyor “Ya mesajlarınızı gördüm neyi inkar ediyorsun abi.” Birasını yudumluyor, oğlan susuyor. Susmak kabul etmek anlamına gelmiyor muydu yahu? Belki oğlan inkar etsin istediği için susuşunu inkar kabul ediyordur kızcağız. A-a kusuyor. Okuyucu mideni yeniden bulandırmayacağım, yoksa istifra etmek konusunda da yazacağım birkaç şey vardı. Yok yok kusmuğumu da yemiyorum merak etmeyin. Bu acı tabloya daha fazla dayanamayıp sokağın içinde kayboluyorum. Apartmanın önüne gelene dek az önce gördüğüm çifti düşünüyorum. "Kız içinde bulunduğu durumun ağırlığını kaldıramazdı. Midesi kötüydü, kendini hiç iyi hissetmiyordu. Tek istediği bu durumdan çabucak kurtulmaktı, ne pahasına olursa olsun. Oğlana ihtiyacı vardı, tabii ki affedecekti. Hatta affetmişti bile. Oğlan da onu yüz üstü bırakamazdı, kızın kendisine ihtiyacı olduğunu biliyordu (ve bu muhtaçlıktan sadistçe haz alıyordu). Muhtemelen genç kızın koluna girecek ve gece erken sonlandığı için evin yolunu tutacaklardı. Belki sevişirlerdi de hem. Barışma sevişmesi gibisi var mıydı hiç?"

Saat 23.30 suları. Evdeyim. Hemen oturuyorum masanın başına. Haydi, okuyalım: “Hacizde istihkak prosedürü üçüncü kişiye ait olan ancak borçluya ait sanılan malın haczedilmesi ve bu malın borçlunun olmadığının tespit edilmesiyle haciz alanından kaldırılmasıdır. Mahcuz (hacizli) mala istihkak davaları üç ana başlık altında incelenir.” Hım, evet. Hacze konu olmuş bir mal var ve bu mal haczedilirken üçüncü kişiye ait sanılıyor ama aslında mal borçlunun. Ya da mal borçlunun sanılıyor ama üçüncü kişinin. Üçüncü kişi mi kim? Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma işte. Devam edelim: “1. Malın Borçlunun Elinde Bulunması, 2. Malın Üçüncü Kişinin Elinde Bulunması, 3. Malın Borçlu ve Üçüncü Kişinin Elinde Birlikte Bulunması” Evet, doğru çıkarsamışım. Devamını ben okumaya devam ediyorum, siz kafanızı bunlarla karıştırmayın.

Dışarıdan bir gürültü geliyor, camı açıyorum. Ne olduğunu göreceğimden değil de işte, duyarım en azından. ALTI, BEŞ, DÖRT… Ondan geriye sayılmaya başlanmış, dört saniyeyi kaçırmışım. Her neyse, kalanına yetiştim. ÜÇ, İKİ, BİR… Aha geliyor, hazır mıyız? SIFIIIIR. YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN MİLLEEEET. Ah, keyiflendim bak şimdi. Ihlamurun yanında bir sigara yakayım. Askerler yerle bir olmuş Bizans surlarından içeri girerken Fatih de bir sigara yakmıştı. Az önce eve giden çift de şu an 'barışma sevişmesi sonrası sigarası'nı yaktılar. Güzel bir yıl olmasını umalım. Güzel bir yıl…

2016 da 2015’e baka baka kararacak mı acaba?

---04.01.2016---
Bugün Pazartesi. Günlerdir evdeyim. Ekmek almaya dahi çıkmıyorum, kapıcıya söyledim sabahları getiriyor, kapının tokmağına asıyor. “Hep soğuk oluyor bu ekmekler Veysel abi” dedim bir gün. Fırından aldığında sıcacık oluyormuş ekmek, nasıl soğuk olurmuş, bir hatam varmış. Hunharca uyuduğum için ekmeği öğleden sonra alıyorum tabi kapıdan. Uzatmadım konuyu, “Doğrudur abi” dedim.

Saat 18.00 suları. Yataktan kalkmaktı, kahvaltı hazırlamaktı, yemekti, toplamaktı, hacet gidermekti derken ancak kendime gelebildim. Günlerim aşırı verimli geçiyor sevgili okuyucum. Şimdi kendime bir kahve yapıp çalışmaya başlayacağım. Ortak olmak ister misiniz? Ne diyor hoca: “Deniz yoluyla eşya taşımalarında, yani navlun sözleşmelerinin ifalarında, deniz yoluyla eşya taşımayı taahhüt eden kişinin navlun sözleşmesinden doğan genel borcu gemiyi denize, yola ve yüke elverişli hale getirmektir.” Şimdi görürüz, kesin bu 'denize elverişliliğin' de şartları vardır. “Gemiler denize elverişlilik hususunda teknik ve fiziksel özellikleri bakımından mevzuatın aradığı standarda sahip olup olmadıklarının saptanması amacıyla denetlenir. Mevzuatta denetlemenin hangi aralıklarla ne şekilde yapılacağı da düzenlenmiştir.” Eminim siz de benim gibi mevzuatı bilmek istemiyorsunuzdur. Siz okumayın, ben devam edeyim.

Saat 22.00 suları. Anlatmaya değecek bir şey yapmıyorum.

Saat 02.00 suları. İyiden iyiye acıkıyorum artık. Ne yapsam? Ya da dışarı çıkıp rıhtıma mı insem? Köfte ekmek yerim, Şafak abi de gelmiştir. Şafak abi saat 23.00'ten sonra rıhtımda dizilen beş seyyar köfteciden biri. İlk gittiğimde en kalabalık olan oydu, vardır kalabalığın bir bildiği dedim ondan aldım. O günden beri de diğerlerini denemedim. Evet evet, köfte ekmek aklıma yatıyor. Ağzım da şimdiden sulandı. Saatin geç oluşuna güvenip tabii ki pijamalarımla dışarı çıkıyorum. Koca caddede on yirmi kişi ancak varız. Rıhtıma iniyorum, Şafak Köfte'den yarım ekmek 'tükürük köftesi' ısmarlıyorum kendime. “Çok pişmesin abi” diyorum. Bunu deyince hatırlıyor beni, “Birkaç gündür görünmüyorsun usta hayırdır?” diyor. Ortamların aranan insanı olmak bunu gerektirir canım kardeşim, görse karşıdaki çaycı abi de sorardı “Görünmüyorsun, hayırdır?” diye. Ekmeği ortadan yarıp az pişmiş köftelerin üzerine banıyor, ekmek yağı emiyor. Sonra köfteleri içine koyup bana uzatıyor, “Yeşilliğini sen doldur usta, ne istiyorsan koy maşa orada. Ayran da al, benden.” diyor, affetmiyorum. Pul biberinden, kekiğine, domatesinden, maruluna hepsinden bol bol koyuyorum, ayranı da alıyorum. Bir “Eyvallah!” çakıp evin yolunu tutuyorum. Zaman kaybetmemek için yürürken yiyorum elbette. Orada durup yiyecek değilim!

Yarım ekmek köftem bitince karşıma çıkan ilk büfeden sade bir kahve alıyorum kendime. Caddeye varınca evimin yakınlarındaki bir banka oturup içiyorum. Kulağımda müzik sesleri. Sözleri dinlemeye başladığımda oldukça manidar olduğunu fark ediyorum:

“Uzundur ömür, meraklanma.
Mühimdir yalnızlık, telaşlanma.
Saatler geri, yavaşlama.
Sayfalar sarı, bir zamanlar genç olsan da.”

Nakarata gelince işler iyice kızışıyor:

“Ne zaman gitti tren?
Bir ben kaldım bir de gölgem.
Saatim mi geri kalmış, bilmem.
Ne zaman gitti tren?”

Zaman ile olan mücadelemi yeniden hatırlatıyor. Büyükşehirde yaşamanın getirdiği sabırsızlığın, aceleciliğin bizi daha çabuk tüketeceği gerçeğini yeniden yüzüme vuruyor. “İster yürüyen bantta koş, ister köfte ekmeği yürüyerek ye, o tren gidecek!” diyor. Neşemi kaçırdı, karnım doyunca bir süre bu gamlardan uzaklaşmıştım halbuki. Yakıyorum yine bir sigara. Her gün sigara yaktığıma bakmayın, sigara kullanmıyorum. Vize-final dönemlerinde bir paket alırım, tam bir ayda biter. Bayatlar hatta artık sigaralar, içilmez olur o sonuncular.

Devamı aşağıdaki linkte:
http://notes.io/qTfX
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.