NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

2.BÖLÜM (Kurt Postu)¶


Baba Akbaş, Gri Alfa kurdun peşinden karanlığın içine atalayarak Çırpı Deresi boyunca uzun bir kovalamacaya girmişti. Gece başlayan kovalamaca karşılıklı dinlenmelerle sabah değin sürmüş, gün ağardığında; Gri Alfa’nın, Çırpı Deresi'nin vadi yanaklarından yükselen son yamaca doğru kaçması, kovalamacayı dereden, tepeye taşımış ve sırt boyu açık alanda devam etmişti.


Gri Alfa, Baba Akbaş ile savaşamayacak bir kurt değildi, sadece gafil avlanmış ve kendini onun dişleri altında bulmuştu. Şayet kaçmak yerine onunla kavgaya tutuşmuş olsaydı, belki de savaşı kazanabilirdi. Fakat Baba Akbaş ile gireceği herhangi bir kavgada; alacağı ilk yara, bil hassa kendi sürüsü tarafında paramparça edilmesi demekti. Kan kokan yaralı bir kurdun, kanı kuruyup temizlenmeden sürü içine dönmesi imkansız birşeydi ve bu onun kendi kanunuydu. İşte bu yüzden durmadan kaçmalı, ardına düşen inatçı cellattan bir an önce kurtulmalıydı.

Üzerinde koşuşturduğu; Çırpı Deresi'ne parale şekilde uzanan boylu tepenin sonuna geldiğinde, onun açık alanlara indiğini ve bir süre sonra çayır düzlüklerinde yitip gittiğini gördü. Bu şekilde kovalamacanın düşündüğünden de fazla süreceğini anlamış, ardında ki çoban köpeğini engebeli araziler de atlatmak için yeniden dereye inmeyi, ordan da karışıya geçerek dört bir yanı görmeyi mümkün kılan; gri toprağı, sarımtırak uçurum kayaları ve ardıç ağaçlarıyla kendisini çilli bir kız güzelliğine yoran, etrafında ki küçük dağların arasında sivrilmiş bir tepe gibi duran Ziyaret Dağı'na çıkmayı hedeflemişti.


Gri Alfa, kendisini kovalamakta olan çoban köpeğinden, sağ sol yaparak seri bir manevrayla sıyrılmayı başardı ve üzerinde koşturduğu tepeden aşağı saldı kendini. Fakat hemen altında, bir başka küçük tepe ile oluşmuş çukurun karşı yamaçlarına kurulu bir köy gördü. Başka köpekleri de ardına takmamak için, geldiği yolu gerisin geri tekrar aşağı koştu ve köyün epeyce bir alt tarafından karşıya geçmek üzere yeniden Çırpı Deresi'ne daldı. O anda “pırrr”diye kanat çırparak uçuşan bıldırcınlar gibi, onlarca keçinin çırpılardan karşı yamaçlara doğru kaçtığını fark etti. Çırpı yapraklarıyla beslenen keçilerin, aniden kaçışması Gri Alfa’yı da korkutmuş, ne tarafta kaçması gerektiğini düşünürken, bir başka köpeğin havlamasıyla irkilmişti. İkinci köpeğin nerden havladığını, ne yönden geldiğini görmüyordu. Panik içinde derenin karşısına, ordan da Ziyaret Dağı'na çıkmak için, tüm vücudunu arka bacaklarına doğru çekti ve bir antilop gibi zıpladı. Fakat havada iken çarptığı çırpı dalları, hızını yavaşlatıp önündeki yosun ve su otu kaplı derenin içine düşürdü. Arkasından gelen Baba Akbaş’ın gittikçe yaklaşmakta olduğunu görünce, ayaklarına dolanan su otlarından arınmak için çırpındı ve sonunda, sırıl sıklam bir şekilde ön ayaklarını karşı kıyıya atmayı başardı. Derenin killi toprağına pençelerini geçirip, vücudunu karşı kıyıya çektiği sırada başının üstünde kan akıtan bir ağrı hissetti. Suda çırpınması yerini belli etmiş, havlamasını duyduğu; siyah maskeli, ak göğüslü beyaz patili, boynunda mavi keçeli hırtalı olan Karakırçıl dişi Kangal Çoban Köpeği, kıyıya çıkmaya çalışan kendisini tepesinden yakalamıştı.
Gri Alfa, tekrar geldiği kıyıya doğru çekilmek istesede, Baba Akbaş çoktan yetişmiş ve suyun içinde onu, ensesinden yakalamıştı.
Karakırçıl kıyıdan, Baba Akbaş suyun içinden tuttuğu Gri Alfa’yı hunharca silkeliyor, Alfa’nın çığlıkları ve çırpınmaları suda ki; kurbağaları, kaplumbağaları, balıkları ve yengeçleri kaçırıp, suyu bulandırıyordu.
Baba Akbaş’ın çekiştirmesiyle, Karakırçıl da suyun içine girdi ve iki köpek aralarına aldığı kurdu, derenin ortasında boğa boğa bir başka kıyıdan dışarı çıkardılar.


Gri Alfa, bu iki azılı çoban köpeğine karşı güç yetiremeyeceğini anladığı anda, savaşmayı kesti ve köpeklerin kendisini öldürdüğüne ikna etmek için ölü taklidi yapmaya başladı. Böylelikle, köpekler onu terk edecek, kaçması için bir şans doğacaktı. Bunu dayanıklı kaslarına ve sert tüylerden oluşan kalın postuna güvenerek yapıyor, yaşamak için hırpalanmayı göze alıyordu. Tâki; keçilerin sahibi ve aynı zamanda çobanı olan genç adam elinde sopayla tepelerinde belirinceye kadar. Bu Gri Alfa için son ümitlerinde tükendiği andı. Zira köpeklerin ağzından bir kurdun alınıpta, özgürlüğe kavuşturulması gibi bir olaya şahitlik edilmemişti henüz.

Köpekler kurdu parçalarken, genç adam boğuşmaların etrafında kendini kaybetmişcesine dönüyor, elindeki değneği sertçe yere vurarak "saldırın saldırın ” diye köpekleri kışkırtıyordu. Kurt son nefeslerini acı acı tüketirken; gırtlağına çökmüş, nerden geldiği belli olmayan, kırmızı keçeli hırtala sahip yabancı köpeği incelemeye koyuldu. Kurdu her silkeleyişinde; oynayan omuz kaslarını, yere sağlamca basan kuvvetli bacaklarını büyük bir hayranlıkla izliyordu. “ Nereden çıktı bu köpek? ” diye düşünüyor, güçlü vücudunun her hareketi kendisini mest etsede, boynunda ki hırtaldan sahipli olduğu belli olan yabancı köpeği benimseyemiyordu. “ Kurdu öldürdükten sonra beyaz köpeği def etmeli...” Diye düşündü. Yaklaşık yirmi dakika kadar süren boğuşmanın sonunda; kurdun yaşam enerjisi titreyen kuyruğunda son bulunca, kımıldayan sıcak bedeni, yerini katı bir vücudun hareketsizliğine bıraktı.


Kağnı Tepesi'nde ki koyun katliamının mimarı Gri Alfa; zorlu savaşını kaybetmiş, hırlarcasına açık kalmış dişleri arasından süzülen son sıcak kan damlaları toprağa düşmüş, cesedi boylu boyunca yere serilmişti. Önce Beyaz Köpek ardından da Kırçıl kanlı dişlerini kurdun üzerinden çekmiş, öldürdükleri kurdun başında uzanarak, dilleri dışarda hızlı hızlı soluklanmaya başlamışlardı.

Kurt ölmüş ve genç adamın içinde bir tuhaf acıma hissi doğmuştu. "Yazık oldu..." dedi kendi kendine
"Yazık oldu kurda." Ne var ki olan olmuştu artık.
Kurdun boynundaki tüyler, yıpranmakla beraber kanlı, çamurlu bir hale gelmiş olsa da, “yıkanıp paklandıktan sonra üç beş kuruş birşeyler eder.” Diye kendince maddi bir sebep bulan genç adam kurt ölüsünü eve götürmek için bacağından tutup çekiştirmeye başladı. İşte o anda, Baba Akbaş soluklanmak için dışarı attığı dilini hızla içeri çekerek öne sürdüğü beyaz dişlerinin arasından hırlamaya başladı. Genç adamın çekiştirmeleriyle eş değerde yükselen hırlamalar, Beyaz köpeğin öldürdüğü kurdu sahiplendiğinin apaçık bir işaretiydi. Kurdu alamayacağını anlayınca hafifçe geri çekildi ve onu izlemeye başladı.
Beyaz köpek tekrar ayağa kalktı ve kurdun öldüğünden emin olmak için, burnuyla yerde yatan kurdun tüylerini aralayıp koklamaya, başını kurdun üstüne koyarak onu dinlenmeye başladı. Kurdun ölü taklidi yapacağını iç güdüsel olarak biliyor, ikna olmadan da kurdu terk etmesi imkansız görünüyordu.

Onun bu inatçı sahiplenişine karşı; kendisi de bir o kadar inat etmiş, postunu üçe beşe satarım dediği kurdu eve götürüp derisini yüzmek için, beyaz köpekten kurtulmanın yollarını aramaya başlamıştı. Kendince küçük bir plan yaptı. Elinde ki sopasını yere indirdi ve Karakırçıl köpeğini ensesinden tutarak kendine doğru çekti. Boşta kalan eliyle yerde yatan ölü kurdun ayağından tutup çekerek Beyaz köpeğin önünden aldı. Önünden kaçırılan kurdun üzerine atıldığı anda; Ensesinden tuttuğu Kırçıl'ı, Beyaz köpeğe doğru sert bi şekilde itiverdi. Karşı karşıya kalan Beyaz köpek ile Kırçıl boğuşmaya başlayınca, yerden aldığı sopasıyla Beyaz köpeğe vurarak onu Kırçıl’dan ayırdı ve ayağından tuttuğu kurt ölüsünü eve doğru sürüklemeye başladı. Beyaz köpek arkadan gelip, kurdu kapmaya çalışıyor, Genç adam ise elinde ki sopasını tehditkârca sallayıp, Kırçıl’ı kışkırtararak Beyaz köpek ile arasında ki mesafeyi açmaya çalışıyordu.

Peşindeki inatçı köpekten kurtulmak için bacağından tuttuğu kurdu omzuna kaldırdığı gibi hızlı adımlarla, Gri Alfa’nın görüpte çırpıların içine daldığı köyün, hemen üstünde ki kayalığın altında bulunan eski bir okuldan bozma evine gitti ve ahırın kapısını açıp kurt ölüsünü içeride ki bir direğe asıp, sahipsiz bıraktığı keçilerin yanına dönmek için dışarı çıktı. Fakat kendisini takip ederek gelen Beyaz köpeği etrafta görmeyince önce şaşırdı ardından, umursamaz bir tavırla tekrar keçilerin yanına döndü. Akşam olduğunda keçilerini hızlıca toplayıp köye, evin önündeki bir buçuk metre yüksekliğinde taşlarla örülmüş ağıla koydu ve evden aldığı keskin bir bıçak, bir kova suyla ahıra gitti. Direğe asılı ölü kurdu, burnundan patilerine kadar bir güzel yüzdükten sonra, kanlı ve çamurlu kurt postunu su dolu kovanın içine basarak, kurttan geriye kalan kısımları bir torbaya doldurup, ağzını bağladıktan sonra köyün deresine attı.


Ertesi gün, şafak ışıkları ile hayvanları otlağa çıkarmak için evin kapısını açtığında, ayakları önüne düşen bir tuhaf gölge fark etti. Ne olduğunu anlamak için başını yukarı baktığında, dün sabah ardından gelen Beyaz köpeğin evin üstündeki kayalıkta, işlenmiş bir mermer parçası gibi öylece durmuş, kendisini izlediğini gördü. O anda tüm vücudunu elektrik dalgası kaplamış gibi hissetti. Tüyleri diken diken olmuş, bu şeyden kurtulduğunu düşünmüştü. “Gitmemiş mi bu hâlâ” diye kendi kendine söylenmeye başladı.
Ne var ki Baba Akbaş dün öldürdüğü kurdu istiyordu ve Genç adam bunun farkındaydı artık.
'Beyaz köpeği burdan kovmanın bir yolu olmalı' diye düşündü ve yerden bir taş alarak
onu kovalamak istedi. Fakat Beyaz köpeğin dün sabah nasıl hırladığını, kurdu kapmak için nasıl saldırdığını hatırlayınca durdu. Huyunu suyunu bilmediği bu köpeğin ne yapacağı hiç belli olmazdı. Üçe beşe satarım diye derisini yüzdüğü kurt postu, iyiden iyiye kendisi için sorun haline gelmişti artık. Haksız da sayılmazdı, Baba Akbaş bir çoban köpeğiydi ve öldürdüğü ne varsa sahibine götürmek gibi bir huyu vardı.


Elindeki taşı yere atarak, kayalığın üstünden kendisinin izleyen Beyaz köpeğin gözlerine öfkeyle bakıp, “kurdu istiyorsun öyle mi, gel bakalım, hadi gel...” Diyerek, su dolu kovanın içine koyduğu kurt postunu çıkardığı gibi, köyün ileri gelenlerinden bir olan alt komşusu Binali'nin evine doğru ilerlemeye başladı. Binali; kırıklı yaşlarda, kır saçlı, siyah bıyıklı, ortalamanın üstünde bir boyu olan ne zayıf ne kilolu yaşına göre dinç duran bir adamdı. Sarı ve Kıllı denilen köyün en azılı iki köpeği de onundu. Komşular dâhi bu köpeklerden korktuğu için, kapısından geçmeye cesaret edemezlerdi. Aynı zamanda Binali, köpekleriyle övünen, ara sıra köyde çıkan köpek kavgalarında köpeklerinin nasıl güçlü olduğunu, komşu köpeklerini nasıl alt ettiklerini; gelen misafire, dağda ki çobana, kasabadaki kahve halkına balandıra ballandıra anlatan, kendinden ve kendisine ait olandan haddinden fazla övünç duyan biriydi.
Bu tavrı ile köylüler tarafından da pek sevilen bir adam olduğu söylenemezdi elbet, biraz ters, birazda asabiydi.


Elinde ki ıslak kurt postunu, kayalığın üzerinden kendisini izleyen Beyaz köpeğe gösterdikten sonra,
aşağı indi ve onu Binali'nin azgınlarıyla karşı karşıya getirmek için, havada bir iki sallayıp alt komşusunun çatısına attı.
Fakat komşunun azgın köpekleri ortalıkta gözükmüyordu. Nerden çıkacakları da belli olmadığı için, hızlı adımlarla eve doğru gitmek için arkasını döndü ve henüz dört beş adım atmıştı ki, kalçasında bir sıcaklık hissetti. Binali'nin Sarı köpeği, dişlerini Genç adamın etine geçirip var gücüyle sallarken, Kıllı köpek ise ısırmak için bir başka yer kolluyordu. Genç adam bir yandan bağırıyor, diğer yandan kalçasını tutan Sarı köpeğin kafasına kafasına yumruğunun kenarıyla vurmaya çalışıyordu.
Sahibinin bağırtısını duyan Kırçıl, ağılın açık kapısından azgın köpeklere doğru yokuş aşağı ok gibi fırladı. Ne var ki Kıllı köpek Kırçıl’a fırsat dahi vermeden onu yakaladığı gibi yere atıp gırtlağına çöktü.
Genç adamın bir eli, kalçasını tutan Sarı köpeğin ensesinden çekiştiriyor, diğer eli yumruk olmuş Kırçıl’ı altına almış boğmakta olan Kıllı köpeğin başına iniyordu. Sesleri duyan komşular dışarı çıkmış, köyün üstünde ki yamaçta Genç adama saldıran, Binali'nin köpeklerini görmüş, eline geçirdikleri; taş, sopa, kerpiç, tezek ne var kapıp gelmişlerdi.
Köylüler yetişmeye kalmadan, tepenin içine gömülü bir duvar gibi duran kayalığın yamacından yılan misali süzülerek akıp gelen Baba Akbaş, Genç adama saldırmakta olan Sarı köpeğin üzerine atlayıp, dişlerini ensesine geçirdiği gibi, onu sırt üstü çevirip altına aldı. Sarı köpek neye uğradığını şaşırmış, üzerindeki köpeğin öldüresiye saldırılarına daha fazla dayanamayıp, bir inilti koparmıştı. Baba Akbaş, Sarı köpeği bırakıp, bu sefer de Kırçıl’ı boğmakta olan Kıllı köpeğe saldırdı. Kendini kurtaran Kırçıl, Baba Akbaş'la beraber Kıllı köpeği aralarına almış boğuyor, Sarı köpek ise etraflarında daireler çizerek, Baba Akbaş’ı ısırmak için fırsat kolluyordu.


Seslere gelenlerden biri de azgınların sahibi, Binali'nin kendisiydi. Köpeklerini bu ahvalde görünce, eline ne geçirdiyse Kırçıl'la Baba Akbaş’a vurmaya başladı. Canını kurtaran Kıllı köpek, kuyruğunu altına kıstırıp can korkusuyla eve doğru kaçtığı sırada, Baba Akbaş ve Kırçıl bu sefer etraflarında gezinen Sarı köpeğe saldırmaya başladı. Genç adam yaralı bacağıyla sendeleye sendeleye Kırçıl’ı ensesinden tutup Sarı köpekten ayırınca, Baba Akbaş’ta bıraktı. Fakat Sarı köpeğin kendisine diş atıp köyüne içine kaçmasıyla onun peşine düştü. Önüne kattığı Sarı köpekle köyün karşısında ki boylu tepenin yamaçlarına tırmanmış, tepeyi aşarak gözden kaybolmuştu. Mümkünü yok, artık kimse onlara yetişemezdi.


Baba Akbaş bir çoban köpeği olarak tamamen korumaya odaklı bir canlıydı. Sarı köpeğin vahşi bir kurt gibi davranması, Baba Akbaş için çözülmesi gereken bir sorun haline gelmiş ve bu sorunu çözmek için Gri Alfa’nın ardına düştüğü gibi, Sarı köpeğin de ardına düşmüştü.

Binali ise üst komşusunun yeni bir köpek alıp, kendi köpeklerini boğdurtmaya çalıştığını düşünmüş, ağzına gelen ne kadar küfür varsa ona savurmuştu. Genç adam her ne kadar “o benim köpeğim değil” diye açıklamaya çalışsa da, Binali durmadan hakaret ediyor, aralarında ki sözel çözümsüzlük karşılıklı itişmelerle büyüdükçe kavgaya dönüşüyordu. Bir süre sonra kucağında bebeğiyle karısı, on bi yaşlarında oğlu, sekiz yaşlarındaki küçük kızıda çıka geldi.
Fakat Binali'nin gözü öylesine kararmıştı ki, kucağında bebeğiyle kolundan tutmuş, eve götürmeye çalışan karısını dâhi iterek yere düşürmüştü. Kadıncağız, bir eli yerde bir eli bebeğini tutmaya çalışırken “Allah senin belanı versin Binali, Allah senin belanı versin ki, bir köpek için yaptığına bak, rezil rezil." diye bağırdı ve ayağa kalkıp genç adama yalvaran gözlerle bakarak "Allah'ını seversen Elmas, sen bu deliye bakma. Allah'ını seversen evine git" dedi. Ne var ki bu Binali'yi daha bir hırslandırmış, kucağında bebeğiyle eşini itmek zorunda kalması ve eşinin karşı taraftan yardım dilenmesi kendince onuruna dokunmuş, suçluluğunu bastırmak üzere iyiden iyiye öfkenin dozunu kaçırmıştı.
Yerden aldığı bir taşla sürekli izahat vermeye çalışan Elmas'ın başına vurunca, komşular bağıra çağıra Binali'nin üstüne yürüyüp, kolundan tuttukları gibi evine doğru çekiştirmeye başladılar. Öylesine çileden çıkmıştı ki götürülürken bile “Piç” diye bağırıyor “Baban ne ki sen ne olsasın” diye aşağılıyor “seni bu köyden sürecem...” Diye tehditler savuruyordu.
Elmas bir taraftan kafasından akan kanları silerken, diğer taraftan yaralı bacağını tutarak
Kırçıl’ı da alıp, evine gitti. Banyoya geçti ve duvardan aldığı aynayı önce yüzüne, ardından da pantolonunu indirip kalçasına tuttu. Neyse ki çok fazla birşey yoktu.

Yüzündeki kurumuş kan lekelerini ıslak bir bezle silip “Beyaz köpeğin yüzünden düştüğüm hale bak...” Diye kendi kendine söylenirken, içten içe kendisini köpeklerin elinden kurtardığı için de ona karşı minnet duymaya başlamıştı. Öte yandan taşla kafasına vurulması, hakaret ve tehditler bir yumruk gibi içine oturmuş, Binali'ye inat dâhi olsa ilk defa beyaz köpeği sahiplenmek istemişti.


Yaralarını iyice sardıktan sonra keçilerini otlağa bırakmış, tüm gün etrafa bakınarak Beyaz köpeği aramıştı. Fakat ne Beyaz köpek nede beyaza dair herhangi birşey vardı. Akşam üzeri otlakta ki keçileriyle evine geldikten sonra, kötü bir günün yorgunluğunu atmak için erkenden yatağına girdi. Camdan vuran ay ışığının aydınlattığı ahşap tavana gözlerini çakarak, kurt postunu çatıda unutmasını, Binali'yle kavgasını ve Beyaz köpeği gün boyu göremeyişini düşünüp durması gözünden uykuyu çekip almıştı.


Elmas; içinden ve dışından geçen iki küçük akıntının birleşmesiyle Çırpı deresini oluşturan; doğusunda çayır düzlükleri, batısında Ziyaret Dağı bulunan ve iki tepenin arasında ki bir çukurun kuzey yamaçlarına kurulu yirmi hanelik Lolan Köyü’nün hemen üstünde ki kayalığın altında, okuldan bozma bir evde yaşayan; yirmi beş yaşlarında, orta boylu, esmer, uzun kirpikli, kibar burunlu, toy bıyıklı ve kulak memesi gözükecek kadar uzun dalgalı saçlarıyla sempatik bir havaya sahip mercan gözlü genç bir delikanlıydı.
Şayet insanlarla hayvanlar arasındaki fizyonomik benzerlikler baz alıncak olsaydı, onu bir güvercine benzetmek pek âlâ yerinde olurdu.


Elmas, merhum babası; esmer yakışıklısı bir köy öğretmeni olan Muallim Haşimin ve bir sütçü kızı olan süt tenli karakaş, mercan gözlü merhume Zarife’nin tek oğluydu.

Muallim Haşim ilk sürgününün ardından İç Anadolu’da gittiği bir köyde görmüştü süt tenli Zarife’yi. Görür görmezde mercan gözlerine vurulduğu bu kızın, ilk haftada gönlünü çalmış, ikinci haftaya kalmadan istemeye gitmiş; okuyup, görmüş, devlet nizamı içinde memur olarak yer edinmiş muallime kız vermekten övünç duyan sütçü ailesi, bir an dâhi tereddüt etmeden işin oluruna bakarak söz kesmiş, altı ay sonra nişan takmış bir yıl sonrasına da nikah ve düğün kararı almışlardı. Nişan takıldığı günün, ertesi akşamı sütçünün evinde pişen bir tencere madımak çorbasından, bir tabakta esmer yakışıklısı muallime ayrılmış, annesi tarafından ”çabuk götür, baban görmesin...” Diyerek Zarife’nin eline tutuşturulmuştu.
Zarife elinde tabakla köy okuluna gitmiş, nişanlısını masanın üstünde birşeyler karalarken görmüş; camı tıklatıp, kapıyı açmasını işaret etmişti. Kapıyı açan nişanlısına tabağı uzatığı anda, Muallim Haşim, Zarife’nin kolundan tuttuğu gibi içeri çekmiş “Dur napıyosun" demeye kalmadan, Muallim’in kalem tutan kibar elleri genç kız Zarife’nin kibar bacaklarında, oval kalçalarında, ak göğsünde gezinmeye başlamış, karbeyazı kızın yüzü gözü utancından nar gibi kızarmış ve boncuk boncuk terlemişti. Sevdiği adama karşı koymak ile teslim olmak arasında çırpınırken, Muallim Haşim “ Nişanlıyız artık, ha bugün ha yarın diyerek ” bir yandan Zarife’yi iknaya girişmiş, diğer yandan onu ite ite yattığı odaya götürmüş, olanlar olmuştu. Muallim Haşim sarsılarak kendine geldikten sonra, Zarife utanç içinde ayağa kalkıp, üstünü başını toplamış elleriyle yüzünü kapatıp “ utanıyorum ” diyip ağlamıştı. Muallim “korkma! Yakında evlenicez...” diyip onu teselli etmeye çalışmışsa da, onun bu tavrı sevgi nazarında telafisini kaybetmişti.
Zarife, yüzünü gözünü sildikten sonra, apar topar ayaklanmış, gelirken getirdiği sevincini oracıkta bırakarak, endişe ve utanç içinde eve kaçmıştı.
Ona kapıyı açan annesinin yanından hızlıca eve girmiş, doğruca odasına çekilmişti. Annesi olup biteni anlayıp pişman olmuşsa da bunu kızına belli etmemişti.
Çok geçmeden çapkın öğretmen Muallim Haşim’in köyde ki başka kızlarla, evli kadınlarla kan ter içinde kaldığı dedikodusu ortaya çıkınca, temizinden bir dayak yemiş ve şikayet edilerek sürgünü istenmişti. Hal böyle olunca sütçü nişanı bozmuş, Zarife’yi Muallime vermekten vazgeçmişti. Halk nazarında argo tabiriyle bozulmuş bir kızın hali, halden olmayınca Muallime Haşim’e “beni al sonra boşa, günahıma girdin, beni böyle koma” demişti Zarife. Fakat Muallim bunu da kullanarak Zarife ile bir gece vakti daha buluşmuştu. Her ne kadar çapkın biri olsa da, Zarife güzel kızdı ve kendince bir iki tadımda doyulacak cinsten değildi. Okulların açılması ile Çapkın Muallim’in sürgünü; Doğuanadolu’da bulunan Erzurum vilayetinin, Aşkale kasabasında ki bir kaç Muhacir köyünden biri olan Lolan köyüne çıkmıştı. Tayin olduğu gece; kucağında, sütçü babasının kapısından aldığı yavru bir köpek ve bir bohçayla kendisine kaçan Zarife’yi de yanına alarak buraya gelmiş, köyün üst tarafında ki kayalığın altında bulunan köy okuluna yerleşmişti. Muallim Haşim, Zarife’yle beraber köye geldiğinde Elmas henüz anneciğinin karnında altı aylık bir bebekti.


Muallim Haşim, Zarife’nin doğumuna yakın belediyeye giderek nikah kıymış, bir hafta sonra da ismini; Lolan köylülerinin görmüş geçirmiş olarak bildikleri Pir Musa’nın; kucağına aldığı bebeğin gözlerine itafen “mercan değil sanki elmas” sözleri üzerine alan Elmas bebek Dünya’ya gelmişti. Lolan köylüleri; Muallim Haşim, Zarife ve minik bebekleri Elmas’tan oluşan bu çekirdek aileyi sevip saymış ve hiç olmadığı kadar benimsemişti.


Elmas yedi yaşına geldiğinde, bir akşam vakti; Muallim Haşim yanında gençten bir kız ile eve gelmiş, annesi ve babasını hiç olmadığı kadar tartışıp bağırırken görmüş, annesinin bi tokat yedikten sonra, köşeye yığılıp hüngür hüngür ağladığına şahit olmuştu. Babası son zamanlarda bir başka muhacir köy olan Abdalan Köyü 'nde, köy kadınlarına okuma yazma öğretirken ordan bir kızı gözüne kestirmiş, yakışıklı muallime teslim olan kız “ya beni al, yada canıma kıyarım" diyince kızı kaçırıp Lolan köyüne getirmişti. Muallim Haşim kendisini çok seven komşularının onu destekleyeceğini düşünsede, öyle olmamıştı. Herkes bir yandan tepki gösterip "sen muallim adamsın, hoca böyle yaparsa cemaat ne yapmaz, sana yakışmaz, iki köyü birbirine düşman edersin...” Diye baskı yapınca, kendisine eşlik eden Lolan köylüleriyle Abdalan Köyü'ne giderek, yalvar yakar pişmanlığını dile getirmiş, evli ve küçük bir çocuğu olduğunu söyleyip, bağışlanmak dilemiş, köylüler onu linç etmek istemişlerse de Lolanlı'lar buna izin vermemişti.


Fakat bu iş, karakola ve mahkemelere değin uzamıştı. Bir yıl daha böyle geçip, Elmas altı yaşına geldiğinde Lolan köyü ve Muallim Haşim’in hanesi bir kara haber ile sarsılmıştı. Abdalan köyünde ki kızın abileri, en küçük kardeşlerini tembihleyip aklını çelmiş, izahatlarla yol gösterip mahkemede çözülemeyen namus davasını, kendi usüllerince halletmeye bakmışlardı.
Kızın küçük kardeşi ceketinin altına gizlediği bir kurban bıçağıyla kasabaya gitmiş, Muallim’in kahvede oturmuş sohbet ettiği bir sırada çıkarıp karnına saplamıştı. Çocuk tekme tokat yakalanırken, Muallim Haşim çok geçmeden oracıkta ölmüştü.



O günden sonra Zarife, küçük oğlu ile bir başına kalmıştı. Muallim eşinden ötürü aldığı dul maaşı ve köylülelerin de yardımıyla bir daha hizmet veremeyecek olan okuldan evinin yanına evvela bir ahır yaptırmış, ardından sütçü babasının hanesinden bildiği siyah beyaz şavrole ineklerden alarak etini, sütünü, yağını, peynirini satmış; henüz küçük bir çocukken babasının peşine takılıp sınıfta ki öğrencilerin arasına giren, oyalanmak adına kendisine verilen bir kalemle, önüne açılan boş bir kağıda yaptığı resimlerle yeteneğini keşfettiği oğlunu Üniversite Güzel Sanatlar Fakültesi birinci sınıfa kadar okutmuş, belli bir yaşa getirdikten sonra, kanser denen illet bir hastalığın pençesinde bir yıl kadar çırpınarak, genç yaşta vefat etmişti. Ve Elmas annesini, evinin sağ çaprazında ki yamacın üstünde bulunan mezarlığa fakat babasından uzak bir noktaya
defnetmişti.


Annesinden sonra ağır bir dönem geçiren genç adam eğitimini yarım bırakmış, Muallim babasından kalan maaşta kesilince evdeki tüm inekleri satıp, o yıl içinde askere gitmiş, döndüğünde elinde kalan son sermayeyle kasaba mal parzarından daha bereketli olacağını düşündüğü yirmi tane kadar keçi alarak kazandığı ile hayatını idame etmeye başlamış ve o da her köylü gibi çiftçi olmuştu.


Baba tarafından kimsesinin olmaması ve anne tarafından bir iki telefondan sonra görüşmelerin tümden kesilmesi onu hayatta bir başına bırakırken,
Annesinin; babasına kaçarken, gittiği yerde yalnızlık çekmemek için baba ocağının kapısından aldığı yavru köpeğin kızı olan, annesinden tek yadigâr gördüğü Kırçıl yalnızlığını paylaştığı, tek şey olmuştu.


Anne babası dışarıdan gelen Elmas’ın, bir akraba topluluğu olan bu köyde yabancı durumuna düşmesi üzerine; hali hazırda muhacir olan Lolan Köyü'nün, civar köyler arasında etnik ve köken olarak yaşadığı ötelenmişlik, yarasına tuz biber olmuş, onu dış dünyasına karşı eleştirel bir karaktere büründürmüştü. Nitekim bu sadece Elmas’tan kaynaklanan bir durum değildi. Sohbet aralarında ondan bahsederlerken “ Muallim Haşim’in oğludur, annesi Sivaslı’dır, akraba değil ama bize benzer, elimizde büyüdü” gibi tanımsal söylemler ile en küçük tartışmada “ babasına itafen ağacı ne ki armudu ne olsun, soyu belli olmayanın sözü de belli olmaz” gibi iğneleyici laflarla da kendiliğinden ayrı bir noktaya doğru itiliyordu.
Fakat aynı zamanda yetim ve öksüz kaldığı için köylüler ona üzülür, dürüst bir genç olduğu için de onu severlerdi. Arada bir köylü kadınlar pişirdiği yemeklerden bir kapta ona götürür, erkekler ise köy odalarında toplanıp; sohbet, muhabbet ve eğlence yaptığı günlerde mutlaka onu da çağırırlardı. Elmas’ta bunlara karşılık yaz aylarında ekin biçme, taşıma ve harman gibi işlerde komşularına el atar, yardım ederdi.



Köylülerini genelde iyi insanlar olarak tanımlardı. Her biri ile ayrı ayrı samimiyet kurar, gencinden yaşlısına bir çoğunu severdi. Fakat bazen onların, sığ düşüncelerinden doğan yanlış kararlarına ayak uydurmaya çalışması, onu kendi içinde çelişkilere sürer, yaptığı eleştirilerle herhangi birini utandırdığın da üzülür ve bunu günlerce kafasına takar sarbaşa düşünüp dururdu.
Öte yandan köylülerle arasında ki sıcaklık onu bir türlü tatmin etmezdi. Bazen kendisine karşı haddini aşan bir olay olduğunda, dallı budaklı bir akraba topluluğu olan bu köyde kendisini yalnız hissederek sessiz kalması canını yakar, köylüleri gerçekten mi yoksa mecburiyetten mi sevdiğine bir türlü karar veremezdi.
Bu yüzden, annesini kaybettikten sonra, tüm çabası; keçilerini çoğaltarak birikim yapmak ve bu birikimi ile eve dönüştürülen eski köy okulunu ve bir kaç arazi parçasını tapusuyla alarak gerçekten yer ve bununla beraber söz sahibi olmaktı. Ancak bu şekilde, içten bir samimiyetle bulunduğu toplumun içinde ki gerçek yerini alabileceğine inanıyordu.


Binali'nin çevresine karşı aksi bir adam olduğunu biliyordu. Fakat kendisine karşı böyle davranacağını hiç mi hiç düşünmemişti. Her zaman dürüstlükten ve mertlikten bahseden adam, vahşi bir köpek gibi davranmış, olgun tek bir davranış göstermemişti. Yatağın içine girmiş uyumaya çalışırken “İnsanlar nasıl bu kadar çelişkili olabiliyor” diye düşünmeye başladı ve bir kez daha düşüncelerinin ipini elinden kaçırdı.
"Gece uyuduğun da rahatsızlık duyuyor mu acaba? Yahut hata ettim diye düşünüyor mu? Özür diler mi? Belki de kendinde suç bulacak kadar bir erdemi, hiçbir zaman olmadı. Ben özür dilemem, ben haklıyım. Keşke suratına çaksaydım yumruğu. Olmaz! Biri değil, bir diğeri ona sırt verir. Sana kim sırt verir salak, yediğin dayakla, rezilliğinle kalacaksın. Boş ver iyi yaptım. Herkes bana hak verdi zaten. Ama kavga etsek, işler değişir. Akrabalarını bırakıp beni mi tutacaklar. Annem bu halimi görse ne kadar üzülürdü. Ama görecekler, elbet bende burdan bir yer kaparım. O zaman kimse bişey diyemez. Binali şikayet etmese iyi, köyden çıkarsam nereye giderim. O kadar da değil, köylüler beni sever. İzin vermezler. Ya Binali diretirse! İş Devlet'e düştü mü, bi şikayete bakar. Eğer burdan çıkacak olursam, yurtsuz kalırsam. Binali'yi sakat ederim. Yeminle ederim. Offf neler düşünüyorum böyle.
Kim sana dedi götür postu dama at diye, adamın huyunu biliyorsun. Aptal! Aptal!
Günlerce bunları düşünüp durucam, kendimden nefret ediyorum. Belki de, belki de normal olan onlardı, onlar gibi olmalıydı insan katı, duyarsız kendi çıkarları için dünyayı yakan biri olmalıydı. En küçük şeyde ortalığı ateşe veren cinsten. Ya diğerleri, evinde ki aşı paylaşanlar, neyin var diye soranlar. İnsanı insandan nasıl ayırmalı, kime nasıl davranmalı.
Kahretsin bu insanı yolu ortasında bırakıyor Kahretsin!
Hak edene hak ettiğini vermeli, konuşmayı bilmeyen bir adama anladığı dilden konuşmalı, başka çaresi yok. Yoksa korkak ve zayıf olduğumu düşünecekler, ama ben zayıf değilim bunu biliyorum. Neden böyle hissediyorum! Çünkü vuramadım, suratının ortasına bir yumruk patlatamadım. Ama yapacağımı biliyorum. Beyaz köpeği bulucam! Madem öyle, madem senin köpeğin dedi, o halde benim köpeğim olur. Kurdun postu da çatıda kaldı. Görmedi ama, ya görürse! Bakın işte haklıyım diyecek. Onu ordan almalı. Rahat yatıyormudur acaba, yoksa pişmanmıdır, kimbilir ne planlar yapıyordur şimdi. Offf başa sardık yine. Bir keçi, iki keçi, üç, keçi, dört keçi, beş keçi altı keçi beyaz köpeği bulmalıyım, postu çatıdan almalıyım.” Yatağın içinde böylece düşünürken, öylece uyumuştu.

Tan atıpta gece iyiden iyiye maviye kestiğinde, köyden yükselen bağırtılar Elmas’ı uzandığı yataktan fırlatmaya yetti. Apar topar üstünü giyinip dışarı çıktığında, köy meydanında ki çöplüğün üstünde; köpekler ve komşular tarafından sıkıştırılmış Beyaz köpeğin, kurtulmak için etrafına diş attığını, üstüne gelen köpeklere saldırdığını fark etti.
Koşarak köyün içine indiğinde, çöplüğün yanında ki ağacın dibinde yatan, Sarı köpeğinin ölüsünü gördü. Yüzünde bir tebessüm oluşmuş ve çöplüğün etrafında toplanan kalabalığa yaklaşmıştı.
Binali'nin elinde sopayla köyün köpeklerini Beyaz köpeğin üstüne kışkırttırken, komşuların ise köpekle köpek olmaya büyük bir gayret gösteren Binali'yi sakinleştirmeye çalışıyorlardı.
Köpekler Baba Akbaş’ın etrafını sarmış olsada, hiçbiri ona saldıracak cesareti kendinde bulamıyordu. O sırada Elmas kalabalığın arkasından öfke dolu bir sesle “Bırak lan köpeğimi” diye bağırıp, Baba Akbaş’ı sahiplendiğini sert bir şekilde ifade etti. Fakat Binali elindeki sopayla bu seferde halihazırda kavgalı olduğu Elmas’ın üstüne yürüdü ve tam kaldırmıştı ki, komşulardan biri olan Yamuk Kasketli adam, Binali’nin elinde ki değneği havada yakalayıp, “Yeter!“ diye bağırdı. “Seninkiler, bizimkileri boğduğun da, hangimiz çıkıp sana sopa salladık ha. Köyün içinde ikilik çıkaramazsın Binali. Varsa iyi bir köpeğin, işte Beyaz köpek işte meydan.”
Elinde ki sopayı, Yamuk Kasketli adamın elinden bir hışımla çekerek, dişlerini gıcırtata gıcırtata “İyi köpek ha, iyi köpek! Köpeğin Allah’ını getirmezsem bana da Binali demesinler” diyerek, “kendisini sakinleştirmeye çalışan komşulardan omzunu silkip, burnundan soluya soluya evine gitti.
Yamuk Kasketli adam ardından Elmas’a dönerek, yumuşak bir ses tonuyla “hadi sende köpeğini al, git.” dedi ve toplanan kalabalık yeniden dağılmaya başladı. Kalabalığın ve köpeklerin dağılmasıyla fırsat bulan Baba Akbaş, kendisini tutmaya çalışan yeni sahibinin elleri arasından koşarak köyden çıktı. Elmas, peşine koşsada ona yetişmek artık mümkün değildi. Tekrar evine çıkıp keçilerini otlağa bıraktı ve bir kez daha akşama kadar, gözleriyle etrafı tarayarak Beyaz köpeği aradı. Fakat içinden bir his onun hâlâ etrafta olduğunu söylüyordu.


Akşam olduğuda, eline aldığı uzunca bir sırıkla Binali'nin çatısına attığı kurt postunu gizlice alarak eve getirdi ve ağılın dış kapısına çiviledikten sonra Baba Akbaş’ı oyalaması için Kırçıl’ı kapıya bağladı. Geleceğinden ümitli bir şekilde evin camından ağılın kapısını izlemeye koyuldu. Fakat ne gelen vardı nede giden. Akşamın geç saatlerine kadar bekledikten sonra ümitleri tükenmiş odanın ışığını söndürüp uyumuştu.


Sabah uyandığında ilk işi ağılın kapısını kontrol etmek oldu. Kapıya çiviledigi post öylece dururken,
Kırçıl’ın bağlı olduğu ipin kemirilip koparıldığını gördü. Kırçıl ortalıkta yoktu. Bir yandan ıslık çalarak köyün içinde Kırçıl’ı ararken öte yandan endişeli bir şekilde “ya Kırçıl’a birşey yaptıysa“ diye kendi kendine söylenmeye başladı. Bir süre arandıktan sonra, damı ve duvarları yıkılmış eski bir evin içinden kurmuş ısırgan otlarından çıkan hışırtı seslerini duydu. Yarı yıkık duvarın üstüne çıktığında, harabe evin bir köşesinde köpek kitlenmesi denilen bir halde çiftleşirken buldu onları.


O gece Baba Akbaş, Elmas’ın camdan dışarıyı izlediğini görmüş ve ışıklar sönene kadar evin sağında ki mezarlıkta gizlenmişti. Gece yarısı olduğunda kurt postundan ziyade Kırçıl için gelmiş, bir süre koklaştıktan sonra başını ve kuyruğunu dikerek, boğazını Kırçıl’ın ağzına doğru uzatmış ve ona teslim olmuştu.
Kırçıl ise kolay bir kız olmadığını göstermek için bir iki diş attıktan sonra, bu yakışıklı erkekten etkilendiğini şımarık hareketleriyle sergilemiş, onun ardından yürümeye çalıştığında, sahibinin katı yasalarını temsil eden ipin boğazını sıktığını farkedip, kemirerek koparmıştı. Böylece iki sevgili karanlıkta kaybolduktan sonra, her daim aşka kol kanat geren tenhalarda, inandıkları ortak ruhlara aidiyet sağlamak üzere tüm benlikleriyle bir bütün olmuşlardı.

Elmas, harabenin yere düşmüş eski kapısını tekrar yerine takıp, daha sonra gelip almak üzere ikisini de bulundukları yerde başbaşa bırakarak
eve döndü.
Akşam olduğunda, eve getirdiği Beyaz köpek ile Kırçıl’ın ağılın içinde ki keyifli hallerini pencereden izlerken, Beyaz köpeği gördüğü ilk anı ve devamında gelişen olayları düşündü. Camın önünden çekildi, doğruca ambara gidip, onlarcası bulunan tuallerden birini ve kendi el emeğiyle yaptığı ahşap şövalesini çıkarıp odanın ortasına kurdu. Üstü üste dizdiği çay sehpalarından birini alarak şövalenin yanına indirdikten sonra tüplü televizyonun altında ki sandığın çekmecesinden; boyalarını, fırçalarını, incelticisini ve paletini alarak sehpanın üzerine dizdi. Tualini yerleştirdi ve altına bir tabure çekti.
Gri kurdun öldürüldüğü o anı resmetmek üzere sol eline paletini aldı ve sarı, kırmızı, mavi ana renklerin yanı sıra gölge tonları için siyah ve beyazdan döktü.
Herşey hazırdı. Sehpanın üzerine dizdiği yan kesik, düz kesik, ponpon, yelpaze, spatula ve detay fırçaları arasından üç parmak genişliğinde ki zemin fırçasını aldı ve karşısında bitmiş bir tablo varmış gibi boş tuale baktı. Fakat nasıl bir resim yapmalıydı, karar veremiyordu. Elinde duran zemin fırçasıyla tüm renkleri karıştırıp koyu bir renk elde ettikten sonra, bütün bir tuali rastgele boyayarak kasvetli bir arka plan oluşturdu. İşin içine güzel birşey yapmaya dair hesaplar girince yapamamış, bu yüzünden hislerine odaklanarak fırçanın ve renklerin ahengine bırakmıştı kendini. Ne zaman çıkmaza girse, bir yerden başlamalı diye düşünürdü. Bu resim yaparken de, günlük hayatında da böyleydi. Sabit duramaz, belirsizliğe zerre tahammül etmezdi.

Zemin fırçasını inceltici sıvıyla bir güzel yıkadıktan sonra, sehpada duran fırçaları bir bir kullanarak, tualin üst kısmına doğru karanlığın içinde ışıldayan kara budakları olan bir çoban değneği çizmeye başladı. Sıra kurda geldiğinde göz yuvaları oyuk Gri bir kurt resmetti Fakat tuhaf olan bir tek oyuk gözleri değildi. Sırtında ki derisi bi çarşaf gibi havada savuruluyor ve ucu; karabudaklı çobanın değneğine bağlanmış, kanlı kaburgaları gözüken, ön ayaklarıyla koşan bir kurt ortaya çıkıyordu. Fırçalarını yıkadı ve bil hassa beyaz rengi kullanarak kurdun çevresinde esen belirgin bir rüzgar, rüzgarın içinde savrulan, cam gibi saydam biri kırmızı diğeri mavi keçeli iki köpek hırtalı çizdi. Resim ağır ağır ortaya çıkıyordu. Bu sefer en ince fırçalarından birini aldı ve değneğin kara budaklarından aşağı sarkmış, nazar boncuğuna benzeyen bir çift kanlı kurt gözü çizdi.
İşte Elmas tüm resimlerini böyle çiziyor, bilinç ile bilinç dışını birleştiren gerçek üstü imgeler kullanarak kendisiyle böyle yüzleşiyordu. Belki de duygusunu anlayacak, hissetiklerine iltihak* edecek, elinin yaptığı fakat zihninin çözümleyemediği bir gerçeğin, insanda ki iz düşümünü keşfedecek birilerilerini bulmanın yolunu arıyordu. Kim bilir.

*Fizyonomi: İnsan yüzünün biçim ve anlatım özellikleri.

*İltihak: Katılma.
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.