NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

UŞANKA

---04.01.2016---
Bugün Pazartesi. Günlerdir evdeyim. Ekmek almaya dahi çıkmıyorum, kapıcıya söyledim sabahları getiriyor, kapının tokmağına asıyor. “Hep soğuk oluyor bu ekmekler Veysel abi” dedim bir gün. Fırından aldığında sıcacık oluyormuş ekmek, nasıl soğuk olurmuş, bir hatam varmış. Hunharca uyuduğum için ekmeği öğleden sonra alıyorum tabii kapıdan. Uzatmadım konuyu, “Doğrudur abi” dedim.

Saat 18:00.
Yataktan kalkmaktı, kahvaltı hazırlamaktı, yemekti, toplamaktı, sıçmaktı derken ancak kendime gelebildim. Günlerim aşırı verimli geçiyor sevgili okuyucum. Şimdi kendime bir kahve yapıp çalışmaya başlayacağım. Ortak olmak ister misiniz? Ne diyor hoca: “Deniz yoluyla eşya taşımalarında, yani navlun sözleşmelerinin ifalarında, deniz yoluyla eşya taşımayı taahhüt eden kişinin navlun sözleşmesinden doğan genel borcu gemiyi denize, yola ve yüke elverişli hale getirmektir.” Şimdi görürüz, kesin bu “yola ve yüke elverişliliğin” de şartları vardır. “Gemiler denize elverişlilik hususunda teknik ve fiziksel özellikleri bakımından mevzuatın aradığı standarda sahip olup olmadıklarının saptanması amacıyla denetlenir. Mevzuatta denetlemenin hangi aralıklarla ne şekilde yapılacağı da düzenlenmiştir.” Eminim siz de benim gibi mevzuatı bilmek istemiyorsunuzdur. Siz okumayın, ben yine devam edeyim.

Saat 22:00.
Anlatmaya değecek bir şey yapmıyorum.

Saat 02:00.
İyiden iyiye acıkıyorum artık. Ne yapsam? Dışarı çıkıp rıhtıma mı insem? Köfte ekmek yerim, Şafak abi de gelmiştir. Şafak abi saat 23:00'ten sonra rıhtımda dizilen beş seyyar köfteciden biri. İlk gittiğimde en kalabalık olan oydu, vardır kalabalığın bir bildiği dedim ondan aldım. O günden beri de diğerlerini denemedim. Aslında hiçbirinin birbirinden farkı yok. Evet evet, köfte ekmek aklıma yatıyor. Ağzım da şimdiden sulandı. Saatin geç oluşuna güvenip tabii ki pijamalarımla dışarı çıkıyorum. Koca caddede on yirmi kişi ancak varız. Rıhtıma iniyorum, Şafak Köfte'den yarım ekmek “tükürük köftesi” ısmarlıyorum kendime. “Çok pişmesin abi” diyorum. Bunu deyince hatırlıyor beni, “Birkaç gündür görünmüyorsun usta hayırdır?” diyor. Ortamların aranan insanı olmak bunu gerektirir canım kardeşim, görse karşıdaki çaycı abi de sorardı “Görünmüyorsun, hayırdır?” diye. Ekmeği ortadan yarıp az pişmiş köftelerin üzerine banıyor, ekmek yağı emiyor. Sonra köfteleri içine koyup bana uzatıyor, “Yeşilliğini sen doldur usta, ne istiyorsan koy maşa orada. Ayran da al, benden.” diyor, alıyorum tabii ki. Pul biberinden, kekiğine, domatesinden, maruluna hepsinden bol bol koyuyorum, ayranı da alıyorum. Bir “Eyvallah!” çakıp evin yolunu tutuyorum. Zaman kaybetmemek için yürürken yiyorum elbette. Orada durup yiyecek değilim!

Yarım ekmek köftem bitince karşıma çıkan ilk büfeden sade bir kahve alıyorum kendime. Caddeye varınca evimin yakınlarındaki bir banka oturup içiyorum. Kulağımda müzik sesleri. Dinlemeye başladığımda sözlerin oldukça manidar olduğunu fark ediyorum:

“Uzundur ömür, meraklanma.
Mühimdir yalnızlık, telaşlanma.
Saatler geri, yavaşlama.
Sayfalar sarı, bir zamanlar genç olsan da.”

Nakarata gelince işler iyice kızışıyor:

“Ne zaman gitti tren?
Bir ben kaldım bir de gölgem.
Saatim mi geri kalmış, bilmem.
Ne zaman gitti tren?”

Ne zaman gittiyse gitti amına koyayım işte, gitti! Şarkı, zaman ile olan mücadelemi yeniden hatırlatıyor. Büyükşehirde yaşamanın getirdiği sabırsızlığın, aceleciliğin bizi daha çabuk tüketeceği gerçeğini yeniden yüzüme vuruyor. “İster yürüyen bantta koş, ister köfte ekmeği yürüyerek ye, o tren gidecek!” diyor. Neşemi kaçırdı, karnım doyunca bir süre bu gamlardan uzaklaşmıştım halbuki. Yakıyorum yine bir sigara.

Tramvay yolunda bir karaltı var, hareket ediyor, üç dört metre ötemde. Gözlerimi kısıp ne olduğunu anlamaya çalışıyorum ancak gözlerimin numarası mı büyüdü nedir, seçemiyorum. Bir taksi geliyor uzaktan. Karaltıya nur gibi iniyor aracın farı. O da ne, bir fare! Pıtı pıtı yürüyor. Ama dikine dikine yürüyor, şoför de dikine giden farenin üzerine sürüyor. Galiba görmedi, ezdi ezecek. Fare hala dikine gidiyor, çılgın! Hışımla kalkıp taksiye dur işareti yapıyorum, yirmi otuz santimetre kala duruyor. Bu sırada kahveyi biraz üzerime döküyorum tabii ama önemli olan farenin canı, varsın dökülsün kahve. –Yürürken bir şey içiyorsam mutlaka dökerim.- Faremiz de sonunda tehlikeyi fark etmiş olacak ki yolun kenarına geçiyor. Taksi şoförü camı indirip “O neydi?” diye soruyor, “Dikine giden çılgın bir fare!” diyorum, gece gece dikine giden çılgın fare katili olmasını engellediğim için teşekkür edip yoluna devam ediyor. Taksici gidince fareyi arıyor gözlerim, nereden çıktı acaba? Ulan eksi birinci katta oturmak farelerle yaşamayı gerektiriyor olmasın bir de!

Fareyi buluyorum, yine pıtı pıtı gidiyor. İki kedi fırlıyor mahalle sakinlerinin yaptığı karton yuvalarından. “Aha, diyorum içimden, fareyi ezilmekten kurtardık ama kedilere yem olmaktan kurtaramadık.” Yalnız bir dakika, durum pek beklediğim gibi gelişmiyor. Hayvanların tabiatları değişmiş, şehir yaşamına ayak uydurmuşlar vesselam. Nasıl ki köpekler kedileri kovalamıyor, kediler de köpeklerden kaçmıyorsa bu iki kimyası değişmiş kedi de fareyi kovalamıyor. Peşinden gidiyorlar, takip ediyorlar ama dokunmuyorlar. Çok komikler yahu. Pıtı pıtı yürüyen farenin arkasında pıtı pıtı yürüyen iki kedi. Beni bir gülme alıyor, takılıyorum peşlerine. Pıtı pıtı yürüyen farenin arkasında pıtı pıtı yürüyen iki kedi. Pıtı pıtı yürüyen iki kedinin arkasında da pıtı pıtı yürüyen bir insan. Fare bizi nereye götürürse oraya gidiyoruz. Daire çiziyor fare, kediler dönüyor, ben dönüyorum, hep birlikte dönüyoruz. Sonra fare küçücük bir delik bulup kendini sokuyor oraya. Kedilerin sığamayacağı kadar küçük bir delik. Kediler deliğin başında bekliyor.

Saat 04:00.
Kediler bekleyedursun, ben bankıma geri dönüyorum. Epey de uzaklaşmışız yahu. Bizi gören var mı acaba diye kendi kendime gülerken ara sokaktan “ushankalı” bir kız çıkıyor. (Milat. İsa doğuyor.)

Neden bilmiyorum, durakalıyorum.
(IV. Yüzyıl. Kavimler göç ediyor.)

Neden bilmiyorum, durakalıyor.
(V. Yüzyıl. Roma İmparatorluğu ikiye bölünüyor.)

Neden bilmiyorum, gözlerine bakıyorum, gök mavisi.
(VI. Yüzyıl. Yeni krallıklar doğuyor.)

Neden bilmiyorum, gözlerime bakıyor, hala gök mavisi.
(X. Yüzyıl. Toprak sahibi baronlar güçleniyor.)

Safi sessizlik hakim geceye. Kulağımdaki müzik tınılarına ne oldu?
(XIII. Yüzyıl. Magna Carta ile birlikte kral gücünü kaybediyor.)

Acaba şarjım mı bitti?
(XIV. Yüzyıl. Feodalite hüküm sürmeye başlıyor.)

Bittiğini neden fark etmedim?
(XV. Yüzyıl. Krallık gücünü yeniden artırıyor.)

Nasıl anlatsam…
(XVI. Yüzyıl. Rönesans hareketleri baş gösteriyor.)

Yani zaman durmuş ya da zamanın akış hızı saniyenin milyonda birine kadar yavaşlamış gibi.
(XVIII. Yüzyıl. Burjuvazi ayaklanıyor Fransız İhtilali gerçekleşiyor.)

Yutkunmak bir asır sürerken elimdeki bardağın sıcaklığı vücuduma aniden yayılıyor.
(XIX. Yüzyıl. Ulus devlet doğuyor.)

Başında siyah bir uşanka var, kulaklarını indirmiş, saçının perçemi düşmüş.
(XX. Yüzyıl. Birinci Dünya Savaşı başlıyor.)

Beyaz bir teni var, Grönland kadar beyaz.
(XX. Yüzyıl. Büyük Buhran yaşanıyor.)

Bakışları sert.
(XX. Yüzyıl. İkinci Dünya Savaşı başlıyor.)

Korkuyorum, yalnızlıktan.
(XX. Yüzyıl. Barış anlaşmaları imzalanıyor.)

Güvenlik ihtiyacı duyuyorum Hobbes, çığlıklarımı işitebiliyor musun!
(XXI. Yüzyıl. 2016 yılının dördüncü günü gecesi ya da beşinci günü sabahı geliyor.)

Uşankalı kız yüzyıllar sonra görüş açımdan çıkıyor. Zamanın akışı normale dönüyor. Üç saniyeden kısa süren altı adımda sokağın karşısına geçiyor. Başımı öne eğiyorum. Adımlarımı yavaşlatıp yere bakarak bir derin iç çekiyorum. Aklımda birden siyah fon üzerine beyaz yazılmış “NEDEN?” beliriyor. Ne neden? Neden yalnızsın mı demek istiyor, yoksa neden onunla değilsin mi? Belki tamamen başka bir “neden?” Neden çalışmıyorsun? Neden mutlu değilsin? Neden susuyorsun? Neden! Bilinçaltım her bir neden’in ayrı bir cevabı olduğunu biliyor, kendime itiraf etmemi istiyor. Bu yüzden beni en zayıf olduğum anda vuruyor. Bu arada kulağımda da çığlık çığlığa bir şeyler oluyor. Ne oluyor? Şarjım bitmemiş, müzik çalıyor. Sanatçı içindeki tüm NEDEN’leri boşaltıyormış gibi bağırıyor. Galiba ben de bağıracağım.

“I never dreamed that I'd love somebody (affedersiniz) like you
I never dreamed that I'd lose somebody like you
No I don't wanna (bakabilir misiniz) fall in love
With you”

Bağıramadım. Çığlıkların arasına bir şeyler kaçıyor, ne olduğunu anlayamıyorum. Başımı istemsizce sola çeviriyorum. Uşankalı kız, bana bakıyor, eli havada. Bir şey diyor sanki. “Bakar mısınız?” Tepki vermiyorum, henüz ne olduğunu idrak edebilmiş değilim. Dikine giden çılgın fare gibi üzerime geliyor, “Merhaba!” diyor. “Merhaba?” diyorum ama kulağımdaki haykırışlardan ne dediğimi duymuyorum. Belki yalnızca içimden demişimdir, bilmiyorum. “Ateşiniz var mı?” diye soruyor, ağzını okuyorum. Daha sigaram bitmemiş, uzatıyorum mavi çakmağımı. “Var!” diyemiyorum ki! O sigarasını yakarken ben de sonunda kulaklığımı çıkarmayı akıl ediyorum. Hareketimi gören uşankalı kız “Ne dinliyorsun?” diyor, derin bir nefes alıp “Bilmiyorum, diyorum. Birileri çığlık atıyor, seslenmeseydin ben de haykıracaktım.”

Soğuk yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşuyor. “Bir dudak bu kadar asil kıvrılamazdı herhalde” diye geçiriyorum içimden. Metrobüse nasıl gidileceğini soruyor, “24 saat çalışıyormuş değil mi?” diye de ekliyor. Yolu kabaca tarif edip metrobüsün 24 saat çalıştığını ama bu saatlerde seferlerin nadir olduğunu söylüyorum. Teşekkür ediyor. Bir teşekkürü içimi ısıtmaya yetiyor, ama o bunu bilmiyor. Çünkü soğuk bakışlarımın altında neler olduğunu göremiyor. Gök mavisi gözleri gözlerime, zeytin siyahı gözlerim gözlerine donuk ifadelerle bakıyor. Birbirimizden nefret ediyor gibiyiz.

Sorusunu cevaplamış olmama rağmen gitmiyor. Sigarasından bir nefes daha çekiyor. “Yorucu bir gün müydü?” deyiveriyorum. Böyle bir şey düşünmemiştim, ben sormadım! Ben, ben bilerek sormadım! Gülümsüyor, başıyla onaylıyor. Susuyorum. Merak ediyorum. Tüm gününü, benimle karşılaşmadan önceki tüm günlerini, daha sonra yaşamak istediği tüm günlerini anlatmasını istiyorum. Anlatmaya başlasa iki bin yıl daha dinleyebilirim, ama o bunu da bilmiyor. Zeytin siyahı gözlerim gök mavisi gözlerine donuk ifadelerle bakıyor.

Kendini atar gibi oturuyor banka, oturuyorum yanına. Daha fazla ayakta kalacak gücü kendinde bulamadığını, zaten tüm gün ayakta olduğunu, bu halde metrobüse nasıl yürüyeceğini bilmediğini söylüyor. Gideceği yerin uzak olup olmadığını soruyorum. Metrobüsten indikten sonra nereye gideceğini bilmediğini söylüyor. Taksiyle gitmesini söylüyorum. Dönüyor, başında uşankasıyla, bakıyor bana. Bana mı bakıyor yoksa çok uzaklara mı bilmiyorum. Esniyor. “Şu an hiçbir şey istemiyorum biliyor musun? Kendimi rahatlamış hissediyorum. Şu şekilde iki bin yıl daha oturabilirim” diyor. “İki bin yıl?” diyorum. Gözlerim açılıyor, bakışlarımdaki donukluk yavaş yavaş canlanmaya başlıyor. Diz kısmı yırtık olan pantolonun altından dizindeki kanın pıhtılaştığını görüyorum. Bugün neler olduğunu daha çok merak ediyorum. Ama aklımdan bunlar geçerken ağzımı açıp “isterse metrobüse bırakabileceğimi, isterse kesinlikle yanlış anlamasın ama taksi parasını verebileceğimi” söylüyorum. Elbette reddediliyor teklifim. “Öyleyse şu şapkanı biraz daha indir de üşüme.” diyorum. “Ellerimi başıma götüremem.” diyor üşengeç bir ses tonuyla. Uşankasının iki kulağından tutup yavaşça indiriyorum aşağı. Elime uşankanın tüyü bulaşıyor.

Konuşmadan oturuyoruz bir süre. Gülmeye başlıyor, bir şey söyleyecekmiş gibi bana bakıyor, yeniden gülüyor. Ne olduğunu soruyorum, “Yahu sen neden pijamalısın, hem de bu soğukta?” diyor. “GPGC” diyorum, “Cemiyetiz biz. Geceleri Pijamayla Gezenler Cemiyeti.” Susuyor, bakıyor, hiçbir şey anlamamış. Bakışlarındaki o saflığı kelimelerle anlatmam mümkün değil sevgili okuyucum. Bu durum ya benim lisan üzerindeki yetersizliğimden kaynaklanıyor ya da o bakışların eşsizliğinden.

Yeni bir teklif sunuyorum. Kendini daha iyi hissedene kadar ya da ulaşım araçları seferlerine başlayana kadar burada oturabileceğimizi, isterse evden içecek sıcak bir şeyler getirebileceğimi söylüyorum. Gülümsüyor. Bu ne anlama geliyor? Kalkıp eve mi gideyim, yoksa kalıp oturmaya devam mı edeyim? Oturmaya devam ediyorum. Belki gülümseyerek “Olur bir kahve içerim” demek istemişti. Ama hayır. Yanından kalkmak riskli ve ben bu riski göze alamıyorum.

Sürekli esniyor. Gözleri de yarı kapanık. Yarı aralık gözleriyle bakıyor, bir şeyler anlatır gibi. Yarı aralık gözleriyle bakıyor, çekinmeden. Yarı aralık gözleriyle bakıyor, konuşmuyoruz. Susarak anlaşıyoruz. Kapanıyor gözleri, on saniye sonra yeniden açılıyor. Galiba şurada sızacağını söylüyor. Taksi teklifimi yineliyorum, reddediyor. Teklifimi reddettiğine bir yandan seviniyorum çünkü taksicilere de güvenemiyorum. Takside uyuyakalacak, sonra başına ne gelecek kim bilir. Ayrıca gitmesin ya işte, daha güzel ne olabilir? Gözleri kapalı, uyuyup uyumadığını kontrol ediyorum. Uyuyor gibi görünüyor. Aceleyle eve gidip battaniye alacağım, ama cesaret edemiyorum. Beni korkutan döndüğümde onu bankta görememe ihtimalim, anlıyor musun Hobbes? Sessizce ama ani bir hareketle -tabaklarla dolu masanın üzerinden masa örtüsünü çeker gibi- doğruluyorum yerimden, hemen eve gidip kalın bir battaniye alıyorum. Apartmandan çıkarken duyduğum heyecan gün içinde yaşadığım tüm heyecanlardan daha öte. Sıradışı. Yürüyorum ama beni oraya götüren ayaklarımı hissetmiyorum. Köşeyi dönüyorum...

Orada! Bıraktığım gibi. Yatıyor. Sessizce oturup battaniyeyi örtüyorum. Gözleri aralanıyor, “Sen ders çalışıyordun, engel olmayayım.” diyor. “Oluyorsun.” diye karşılık veriyorum. Gülüyor, gözleri kapanıyor. Başında uşankası, soğuk beyaz teni, minik kırmızı burnu ve güzel yüzüyle bir melek uyuyor ve ben izliyorum.

İzliyorum… İzliyorum… İzliy… İzl… İ…

Saat 06:00.
Gözlerimi açıyorum. Üşümüşüm. Ne üzerimde battaniye var ne de yanımda biri. Ama ellerimde uşankanın tüyleri...

SON
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.