NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

1.BÖLÜM:“İNTİHAR.”

Hayatımın bir pamuk ipliği gibi olduğunu tam sekiz yaşımda öğrenmiştim. Sökülmüş kazağımı ipten kurtarmak için çekip durduğumda ip her seferinde uzamış ve karman çorman olmuştu. Hayatım da bunun gibiydi. Ucundan tutup kendime çekmeye çalıştıkça uzuyor; uzadıkça karışıyordu. Bu karışık hayatıma ipi kesmeyi akıl eden biri girmişti. Çocuk aklım ona hayranlık duymuş, ağzından çıkan her kelimeyi ilgiyle seyretmiştim. Bunları yaşadığımda ise sadece sekiz yaşındaydım.

Her şey güzeldi. Birisi hayatım boyunca damağıma değmeyen şefkati bir yemek gibi bana yedirecekti. Mutluydum, çocukluğum benim için sekiz yaşımda başlamıştı. Koskoca hayatta güneşten sıkılınca gölgesine yatacağım bir çınar ağacı edinmiştim. Ona ilk sığındığımda ise dokuz yaşındaydım. Büyümeme izin vermemişti, sanki hep dokuz yaşımda ve o gölgenin ardında gibiydim.

Ağacımın kökleri kuruyup yaşama veda ettiğinde ise yirmi bir yaşındaydım. Yüzyıllarca yaşayan çınar ağacım, yirmi dokuz yaşında kör bir baltayla gölge veremez olmuştu; ve ben güneşin altında kavrulup büyüdüğümde de yirmi bir yaşındaydım.

Sanki dünyaya yirmi bir yaşında, çocuk biri gibi gelmiştim. Hüzün, hiç bu denli genzimi yakmamış; organlarımı ele geçirip nefes almamı engellememişti. Onun yarattığı gölge, acıları savuruyor gibiydi. Her yaprağın soluşunda acı bir iğne gibi saplandı ruhuma. Kaldım yirmi bir yaşımda. Yirmi bir demek, ölüm demekti benim için.

15 Ekim 2015, hem doğum, hem ölüm günümdü. Herhalde o bana unutulmaz bir hediye vermek istemişti. Unutamamıştım, hayatım boyunca hiçbir zaman unutamayacağım bir dövme yapılmıştı kalbime. Her attığında kanın mürekkeple birleşip içimi yakmasına tanık olacaktım, biliyordum.

"Alo? Lila Önal? Siz misiniz? Abinizi kaybettik."

Ve bu cümle, yürümemi sağlayan ilk cümleydi. Yürümemiştim bile, koşmuştum. Ben ve benim gibi insanlar, yürümeden önce koşmayı öğrenirlerdi; yaşamadan da ölmeyi.

Hastanenin soğuk koridorları, ilaç kokan odaları, nefes alamadan ağlayan hastaları bir ordu gibi üzerime geliyordu. Her gece sarılarak uyuduğumuz için sıcak kalan bedenim, soğuk kanlı bir hayvan misali koridorladın soğukluğunu üzerime çekmiş; kalbimi üşütüyordu.

Ağlamadım. Abimi, yıllarca her hareketine aşık olduğum adamı mosmor, soğuk ve ifadesiz görene kadar, hiç ağlamadım.

Dudaklarımdan çıkan her feryat milletine oğlunu şehit vermiş bir anne kadar içten ve yürek burkan bir haldeydi. İnsanların yüzlerine takındığı gülüş ilk defa nefret uyandırmıştı. Hepsini, bana öyle baktıkları için öldürmek istemiştim. Aşk sadece içine katılan tutku ve şehvetten ibaret olmamalıydı bana göre. Sonuçta aşık olduğunuzu söylediğiniz kitaplarınızla sevişemiyor ya da tutku dolu fantezilerinize alet edemiyordunuz. Abime aşıktım ben, yetimhanenin kapısından atılarak içeri girdiğinde; hıçkıra hıçkıra annemi istediğimi söylerken bana sarılmasından beri aşıktım. Küçük bir prenses kralına nasıl aşıksa öyle aşıktım ona ben. Bir "bebeğim" demesiyle o sözcükten önce yaşanan her şeyi silip atacak kadar aşık, bir yerine bir şey olduğunda kendi canı yanacak kadar bağlıydım.

Böyle olmamalıydı. Beraber olmak için geçtiğimiz onca engel, tavana asılan bir ip sayesinde yokuşa sürülmemeliydi. O ölmemeliydi, ağlamamalıydım, doktorlar elimi onun elinden ayırmamalıydı, her gün altında yatan toprağı deşmeye çalışıp görevliler yüzünden atılmamalıydım.

Ama olmuştu.

Ve bunca şeyden sonra emin olarak bildiğim tek şey abimin, doğum günümde beni yalnız bırakıp gitmeyeceğiydi. O ipi abimin boynuna birilerinin geçirdiğinden emindim. Acım taze, içimde büyüttüğüm kin ve nefretim alevliydi. Ve şunu biliyordum ki, ya o ipin sahibini bulacak ya da aynı iple ben de kendimi tavana asacaktım.

*****

12 Ocak 2002

Lila, iki taraftan toplanmış kıvırcık, siyah saçlarını savurmuş, şeker pembesi minik dudaklarını üzüntüyle öne bükmüştü. Elinden alınan şekere hüzünle bakarken bir yandan da kimse görmesin diye gözlerinden akan yaşları daha dolgun gözüksünler diye kirpiklerine sürüyordu. Kapıya arkasını dönmüş, küçük ama ona göre büyük olan boy aynasından kirpiklerine bakıyordu. Kapı büyük bir gürültüyle açılınca ürküp hemen arkasını döndü. Ondan büyük kocaman bir çocuk beklemiyordu elbette. Dizlerinin üzerine düşen çocuğun yanına koştu, Gülben Ablasının hemen ardından.

"Bilgileri neler?" diye sordu Gülben Ablası yere düşen çocuğa kısa bir gülüş bahşedip karşsındaki adama odaklanırken. Lila, kocaman gözlerini açmış çocuğa bakıyordu.

"Batın Önal, 27 Aralık 1986'da doğmuş. Babası cinayet suçundan içeri atıldı. Annesi belli değil."

"Yaa," diye mırıldandı Gülben üzüntüyle çocuğun sarıya dönük kumral saçlarını okşarken. "Kötü olmuş"

Lila, o sırada ablasının eteklerine yapışmış Batın'ı incelemeye devam ediyordu. Uzun sayılabilecek bir süreden sonra "Arkadaş!" diye şakıdı tatlı sesiyle. On altı yaşındaki çocuk ona bakan küçük kızın kıvırcık saçlarını okşadı dizinin üzerinde bir miktar yürüyerek. Ardından "Arkadaş değil," diye mırıldandı. "Abi."

*****
"Ya memur ben ya ben sizi anlamıyorum ya da siz beni delirtmek için özel oyunlar oynuyorsunuz!" dedim hırsla saçlarımı geriye atarken. Günlerdir aralıksız ağladığımdan olsa gerek acıyan ve şişen gözlerimle, ortama atılabilecek en boş ve ölü bakışları atıyordum. Altmışlarının ortasında olduğu belli olan amir sıkıntıyla nefesini vererek kravatını düzeltti ve "Kızım, abinin psikolojik sorunları yoktu emin misin?" diye sordu. Tekrar aynı cevabı vereceğimi tahmin etmiş gibi gözlerini devirdi fakat tekrar konuşmadı.

"Abimin hiçbir sorunu yok memur bey, birkaç insan abimi sürekli intihara zorluyordu. Abimin hiçbir şey yapmadığından eminim," diye soludum sinirle. Adam pes edercesine ellerini kaldırırken dışarı seslendi ve yeni olduğu oldukça belli bir polis içeri girdi. En yapmacık ve kısa gülüşünü çantamı alırken attım ve karakolu terk ettim.

Ev çöplük gibiydi. Her yerde bir çöp, koltuğu hakimiyeti altına almış peçeteler ve kıyafetler vardı. Baygın bakışlarımı küçük salonumuzda gezdirip aynanın karşısında yağlanmış saçlarıma baktım. Aynada gördüğüm kişi, sevdiğim Lila değildi. Batın'ın beni bıraktığını düşündüğüm kısa zaman dilimindeki kızın geri dönüşünü görüyordum aynaya baktıkça. O zamanla aralarındaki tek fark Batın'ın beni gerçekten bırakıp gitmiş olmasıydı. Bileklerimden bulaştığını tahmin ettiğim kanlı işaret parmağımı gözlerimin üzerinde gezdirdim. Dudaklarının baskısını hissetmek istercesine.

Benim abim beni gözlerimden öperdi, ona sevgiyle baktığım her dakikaya teşekkür etmek için... Gözlerimi açmak istemiyorum abi, sensiz gördüğüm ev cehennemden farksız şimdi.

Burnuma dokundum biraz, hissetmek için. Soğuk ve kanlı parmaklarım onun kalın, sıcak ve ıslak dudaklarıyla bir tutulamazdı. Hayal kırıklığı ile çektim ellerimi.

Odaları dolaştım sonra. Uyuyamıyorum yalanını bahane ederek yanına yattığım yatağa, bana sarılıyor diye ayıma sarıldığı için sinirlenip fırlattığı oyuncağıma ve "Bu tişört kalın kızım," diyip çıkarttığı aslında hiç giyilmemiş ama yere atılan tişörte baktım uzun süre. Yaşlar baskı yapmaya başladıklarında gözlerimi sıkıca kapatıp geçmesini diledim. Tek o vardı, omzunda ağlayacağım, toprak olmuş üstümü temizleteceğim bir arkadaşım yoktu. Tek bir abim vardı benim hayatım boyunca bellediğim. Bir anne baba ise hiç olmamıştı, beni "Bakamıyoruz," diyip bırakmalarından sonra. Bırakıldığımda bir yaşında bile değilmişim, kadın olduğum için istememişler beni. Bırakmışlar. Bir şeyleri anladığımda sekiz yaşındaydım; o geldiğinde de sekiz yaşındaydım, bir gün dokuz oldum ve büyümem yasaklandı. O ölene kadar, dokuz yaşındaydım ben, ama artık yirmi birdim. Kanın bataklığına ayağını kaptırmış olan rakamlar, yine kanın uğursuzluğu ile bulanmıştı. Ölmüştüm, hep yirmi birdim artık. Büyümeyecektim. Bir vampir misali içimdeki acı beni ölümsüz kılacaktı, kalbime tahta kazık soktukları an ise bedenim yok olacaktı.

Sokaktan birini çevirip kalbime kazığı saplaması için yalvarmak istedim, ama acı dolu vücudum bu çirkin isteği bile kaldıramayacak kadar yorgundu.

Üzerime pislikten yapışmış kazağı bir kenara fırlatıp banyoya yürürken üzerinden tüm kıyafetleri çıkardım. Bir haftadır vücuduma doğru düzgün besin alamayışım etkisini göstermiş, fazla belirgin olmayan köprücük kemiklerim ortaya çıkmıştı. Kendimi duvarlara attığımı gösteren morluklar vücudumun çeşitli yerlerinde beyaz tenimi ilahlaştırıyordu. Suyu, getirebileceğim en sıcak seviyeye getirdim. Kış günü öldüğünü bir nebze de olsa unutabilmek için.

Saçlarımı şampuanlamanın ardından, kremlerin arasında bulduğum jiletle bakıştım. Alt kısmı hafif paslanmış olan parlak jilet sanki bana göz kırpıyordu. Jileti hızla kavramamla eş zamanlı olarak yere oturdum ve su seviyesini en soğuğa ayarladım.

Senin son nefesini verdiğin soğuk kış gecesinde, aynı soğuklukla canımı yakacağım abi. Hissediyor musun?

Sıcak suyun ardından açılan soğuk su tüm hücrelerime işlemiş ve tüylerimin diken diken olmasına sebep olmuştu. Pes etmedim, dizlerimin üzerine çöküp jileti bileklerime dayadım. Dayadığım jilet bir buz patencinin, buz üstünde sanatsal kayışını andırırcasına melankolik bir hızla iniyordu bileğimden aşağı. Kesilen deri, kanın uğursuzluğu ile taçlandırılıyordu. Soğuk olduğundan yoğun bir acı hissetmesem de kalbimde yaşamaya alışık olduğum sızı bileklerime de peydah oldu. Suyun rengi usul usul kırmızıya döndüğünde jileti elimden atıp ağlamaya başladım.

Olmuyor abi, senin nefes almadığın dünyada ben nefes alamıyorum. Acıyor abi, ipi neden boynuna doladın? Sen beni bırakmazdın? Kim? Kim?

Bileklerimi umursamadan duşumu tamamladım ve dolaptan çekip aldığım bir havluyu vücuduma doladım. O an yaşadığım sızı, zerre kadar önemli değildi. Odadan çikolatanın hakim olduğu tişörtlerinden birini ve iç çamaşırımı giyip saçlarımı kuruladım. Kısa kıvırcık saçlarımı taramadan havluyu bileklerime bastırdım ve bir dakika bile beklemeden havluyu yere atıp çalışma odasına yürümeye başladım.

"Kim?!" diye bağırdım dosyaları bir bir yerlere saçıp tüm işlerini karıştırırken. Beynimin çalışmadığını ve beni o an sadece üzüntümün yönettiğinin farkındaydım. İçimde bir taraf bu kadar perişan olmama acı dolu gözlerle bakıyordu.

Bileklerimden ısrarla akan kanlar, beyaz parkenin üzerine düşüyorlardı. Yaşlar tekrar akmaya başladığında kaderime ağlamaya başladım.

Belki de kader istediği olmayan, şımarık bir erkek çocuğuydu ve biz de onun sinirden ortaya savurup, üzerine bastığı; modası geçmiş, değersiz oyuncaklardık.

Hıçkırıklarım, birbirlerini öne iten çocuklar gibi arka arkaya sıralanıyor ve dudaklarımdan firar etmek için beni zorluyorlardı. Bir kenara fırlattığım sert kapaklı mavi dosya, beyaz, yumuşak halının üzerine düşerken tok bir ses bıraktı. Bileklerimden ince bir dal misali akan kan ise halının beyazlığını kirletmeye gidiyordu.

Benim hikayemde siyah ya da beyaz yoktu. Biz karışıp gri olamazdık. Ben beyazdım, hayat ise kırmızı. Biz birleşip pembe olur; insanları iyi olduğumuza inandırırdık.

Birkaç dakika sonra gözümdeki yaşları silip ayağa kalktım. Titreyen ince bacaklarım hastalıklı bir tavırla beni ayağa kaldırdığında, ıslak bıraktığım saçlarımın soğukluğu beni üşütmüştü; hemen kollarımı kendime doladım. Mavi dosyadan savrulduğunu düşündüğüm fotoğrafı eğilip yerden aldım.

****

30 Kasım 2004

"Abi!" diye koşturdu Lila önden ilerleyen abisini durdurup elindeki kamerayı heyecanla göstermek için. Kısa ve ince bacakları ne kadar koşsa da abisine ulaşamayacak kadar güçsüz kalmıştı ama pes etmeden koşmaya devam etti.

"Abi ama bu çok güzel, Gülben abla hediye etti neden durmuyorsun ki?" Nefes nefese söylediği cümle, kesik kesik çıkmış ve havaya karışmıştı. Pembe ve çilek desenli elbisesi koşarken çıkan kumlar yüzünden hafif sararmış olsa da bunu umursayacak halde değildi. Dudaklarını büzdü ve kendini ileri atarak abisinin büyük eline sarıldı.

"Abi!" dedi tekrardan. Dişlerini kocaman göstererek sırttı ve boynuna taktığı kamerayı gösterdi. Batın'ın yeşile dönük ela gözleri ilk kameraya ardından ifadesizce Lila'ya dolandı.

"Ne istiyorsun Lila?" dedi terslenerek. Yumuşak söylerse ağlayacağını bildiğinden boğuk sesini en sert hale getirmeye uğraştı. Lila'nın gülen suratı solup, gözleri dolmaya başladığında "Fotoğraf çekelim," dedi sesi titreyerek. Batın kardeşinin yüzüne bakmadan onayladı ve kamerayı Lila'dan alarak onunla aynı yaştaki bir çocuğun eline verip çekmesini rica etti.

"Belki de son fotoğraf," diye soludu Lila'yı kucağına alarak. Kalbi kırılmış kız kaşlarını çatarak ne dediğini anlamaya çalıştı ama başaramayınca boş verip kameraya kocaman sırıttı. Batın'ın buruk gülümsemesi, dağılmış saçları ve mor göz halkaları da kameraya takıldı.

Lila'yı indirip ufak bir gülüşle teşekkür etti onları çeken çocuğa, Lila üfleyip salladığı fotoğrafa bakarak gülüyordu.

Batın onu tekrar kucağına alırken kolunun tekini abisinin boynuma dolayıp gözünün içine kadar soktu fotoğrafı. "Abi çok güzel!"

Kardeşinin alnını öperek cevabını veren Batın, "Öğle uykusu prenses," diye mırıldandı. Lila onaylayıp tatlı bir uykuya dalarken, abisinin yurttan ayrılacağından bir haberdi

Ertesi sabah uyandığında fotoğrafın arkasında yazan yazı, on yaşındaki bir kız çocuğunu büyütebilecek cinstendi.

"Gidiyorum çileğim, sen kocaman bir kız olup beni özleyince geri geleceğim. Unutma, sen dokuzsun. Büyümek yasak."

****

Salonun ortasına geçip kıyafetlerimi doldurduğum koltuğa kendimi attım. Sessiz hıçkırıklarımı ben bile duymuyordum. Salona karışan hastalıklı nefesim sanki tekrar ciğerlerime iniyor ve bir bıçak yardımıyla bronşlarımı tekrar ve tekrar deliyordu. Hafifçe eğilerek koltuğun altında saklanmış sigara paketini çıkarıp içinden bir dal aldım. İlk sigara içerken yakalanışım geldi aklıma, yutkunamayınca sigarayı yakıp büyük bir duman gönderdim; bıçakla delinmiş ciğerlerime. Ağrıyan boğazım sigara dumanıyla tekrar yanıyor, açlıktan büzüşen midem sigaranın varlığına isyan edercesine bulanıyordu. Yüzümü buruşturdum ve kafamı arkaya atarak sigarayı tekrar ve tekrar kalın olmayan, dolgun dudaklarımla buluşturdum. Saçımdan koltuğa yayılmış bukleler, havaya karışmış duruyorlardı.

Benim yaralarım vardı, o ise tuz olduğunu bilmeden sarıldığında, canımı yaktığından habersizdi.

İlk sigara bittiği an ikinciyi dudaklarıma yerleştirip bir nefes aldım. Duman, sigarayı tutan aralık dudaklarımdan dalgalar halinde dağılırken bilgisayarı dizlerimin arasına koyup açtım. Şifreyi hızlı bir şekilde girip bulabileceğim dosyalara göz gezdirmeye başladım. Bulduğum tek şey ise bir dolu insanın yaşamları, uyuşturucu ve türevi yasal olmayan işlere nasıl bulaştıkları ve adresleriydi. Hayalkırıklığı ile dosyaları kapatıp bilgisayarı kapatacağım sırada en köşeye yerleştirilmiş bir dosya gözüme çarptı.

"PAMİR." Dosyanın adı buydu, beynimi bilgi süzgecinden geçirip bu isimde birini bulmaya çalıştım ama belleğimde Batın isminden başka erkek ismi bulunmuyordu bile.

Dosyaya tıklayıp bana epey uzun gelen bir sürede açılmasını bekledim. Açıldığında ise yirmili yaşlarında bir erkeğin fotoğrafını ve bilgilerini bulmayı pek de beklemiyordum açıkcası, diğerleri gibi bir şey sanmıştım.

İsmi, Pamir'di. Pamir Dağılmaz. 13 Eylül 1994 tarihinde Mersin'de doğmuş ve üniversitesi bitene kadar Mersin'de kalmıştı. Ardından İstanbul'a gelip bir klinikte çalışmaya başlamış ve hala da çalışmaya devam ediyordu.

Kaşlarımı çattım. Abimle bu çocuğun alakası neydi ki? Kumraldı ve büyük kahverengi gözleri yüzünün ilk dikkat çeken yeriydi. Yüzüne göre normal olan, düz, kalkık burnu ve normal sayılabilecek dudakları vardı. Baktığınız zaman muhtemelen tekrar dönüp bakmayacağınız kadar normal ama bir o kadar da sempatik biriydi.

Gözlerim fotoğraf üzerinde fazlaca oyalanmadı, yazıları aşağı çekip okumaya devam ettim.

"Psikolojik baskı anlamında yardım edebilmesi adına, Pamir Dağılmaz, Batın Ünal'ın işine ortak olarak alınmıştır."

Ağzım şaşkınlıkla açılırken beynim bunun ne tür bir iş olduğunu sorgulayıp duruyordu, hem bu adam neydi ki psikolojik anlamda yardım edecekti? Dosya, bunun gibi bir çok kararla son bulurken internette ismini çoktan aratmıştım. Bir dolu sosyal medya hesabında, bir dolu Pamir Dağılmaz vardı ve ilk çıkan hiçbir profilde fotoğrafını göremiyordum. Arama motoruna Mersin'i de ekledikten sonra işim biraz daha kolaylaşmıştı.

Psikolojik anlamda destek olması adına... Ve klinikte çalışıyordu. Birçok arama motorunda doktor olarak arattım, belki de saatler geçmişti ve umudumu kaybetmek üzereydim ki "ÖZEL MERLİS PSİKOLOJİ KLİNİĞİ DOKTORU, PAMİR DAĞILMAZ." yazısıyla tekrar heyecana kapılıp kliniğin adresini aldım.

İçimde büyütmekten kaçındığım çocuğum, kalbimin duvarlarını yumruklayıp oyun için yalvarıyordu. Bilmiyordu ki, kaçınacak halim kalmamış ve tüm duvarları kaldırmıştım.

Bilgisayarı durgun hareketlerle koltuğa bırakıp koşar adımlarla banyoya girdim. Dolapları talan edip lavabonun içine renk açıcı ve boyaları dizdim. Boyaları lavaboya her fırlatışımda gözlerimden yaşlar birer ikişer firar etmeye başlamıştı. Tutunup kafamı geriye attım. Kısa saçlarım havada dökülüyordu, gözlerimden akıp giden yaşların sıcaklığı, kalbimde yanan ateşe bir odun bırakıyordu. Her yaşta ateş büyüyor ve tüm vücudumu kaplamaya başlıyordu. Titreyerek ayağa kalkıp elime eldivenleri taktım ve simsiyah saçlarıma renk açıcıyı sürmeye başladım.

****

"Abi, neden mor alıyoruz ki şimdi? Pembe de çok güzeldi."

Batın, elindeki mor saç boyalarına bakan kardeşinin alnından öperek "Mor asaletin rengidir, Lila'm" diye mırıldandı. "Ve sen de morun en güzel tonusun."

Lila gözleri parlayarak sırıttı. Kalbi bu tatlı iltifat karşısında hızla atmaya başladığında abisinin yanağına masum bir öpücük kondurmuştu bile.

"Hem sana bir sır vereyim mi Lila?" dedi, bir kolu kardeşinin omuzlarından aşağıya düşüp yürürlerken. Lila gülerek onayladı onu.

"Mor saçlı kadınlar asla ağlamaz."

****

Aynadaki sarışın Lila'ya dil çıkarıp dudağımın üzerindeki yaşları sildim. Tuzlu tat, boş midemi bulandırsa da sesimi çıkarmadan çiğ sarı rengindeki saçlarıma mor boyayı yedirmeye başladım. Dokuz yaşımdaki Lila'yı ilk öldürüşümdü bu, onun siyah saçları vardı, karşımda duran Lila ise yirmi bir yaşındaydı ve onun mor saçları vardı. Siyah saçlı halim, oyuna meraklı ve her düştüğünde ağlayan biriydi; mor saçlı halim ise ağlamayı kendine yasaklamış ve yürümeden koşan halimdi. Bu halimin elinden sigara düşmezdi. Elindeki oyuncak kediye sarılan siyah saçlı Lila onaylamaz bir tavırla kapının ardına saklandı.

Buruk bir tavırla fırçayı elimden bırakıp aynadaki yansımamla bakıştım. Gözlerimden akan kırıklık, son günlerimi uykusuz geçirdiğimi belli ediyordu, kuru dudaklarım arasına dolacak her yaş için iyileşmiyordu sanki.

Ona, beni bıraktığı için kızamıyordum. İçimdeki bir ses onun beni bırakmayacağını o kadar çok haykırmıştı ki ve ben de ona inanmak o kadar istemiştim ki aksi aklımın ucundan bile geçemiyordu. Aklım almıyordu, benim abimden ne istemişlerdi?

Öz kardeş olmasak da ikimizin de siyah, kıvırcık saçları olduğundan herkes bizi kardeş sanardı. Bu hoşuma gider ve kıkır kıkır gülerdim, onun yanında hep gülerdim ben. Dokuz yaşındaki bir çocuk ne yapardı ki başka?

     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.