NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

-|SUÇLU|-|KARAKTERLER|-

Kaan Duman Gökçe Yıldız
Kuzey Aylar Ada Öztürk
Kerem Sığ Açelya Parlar
Furkan Şimşek Melis Aylar
Alperen Çetin Cansu Yıldırım
Ensar Kara Sude Özdemir
Tuğkan Özer Doğa Özkan
Kayra Yaman Defne Aydın
Çağan Asaf Asya Aslan
Ayaz Demir Merve Doğan
Emre Şahin Belinay Korkmaz
Talha Aktaş Ecrin Şahin

Gökçe İstanbul'a yeni taşınır. Yeni okulunda
ve yeni sınıfına alışma sürecinde olan Gökçe
birtakım sorunlarla karşılaşır.
Gökçe yapmadığı ama üzerine atılan suçun
gerçek suçlusunu bulma çabalarındayken
arkadaşı Açelya da ona yardım edecektir.





--GİRİŞ--

Merhaba ismim Gökçe Yıldız , 16 yaşındayım. Lise 2'ye geçtim. 3 hafta önce buraya ;İstanbul'a taşındık. Buraya alışmam biraz uzun sürecek gibi duruyor. İki gün sonra derslerime yeni okulum "Sır Koleji"'nde başlayacağım. Dürüst olmak gerekirse ben koleje gitmek istemiyordum ama annemle babam orada daha iyi eğitim alacağımı söylüyorlar. Eski okulumda pek bir arkadaşım yoktu. Ada dışında tabii ki. Eskişehir'de iken yanımda olan tek kişi oydu. Ama taşındığımız için ondan ayrılmak zorunda kaldım. Onu özlemiyorum diyemem. Çok yakın arkadaşlar olmuştuk. Telefondan mesajlaşıyoruz bazen ama gerçketeki gibi olmuyor. Ondan ayrıldığımdan beri hiç arkadaş edinmedim. Aslında buraya geldiğimizden beri hiç dışarı çıkmadım, zaten başka bir arkadaşa ihtiyacım olduğunu da sanmıyorum.


--GİZEMLİ GENÇ--

Sabah uyandığımda dışarıdan gözüme çarpan güneş ışığı beni karşıladı. Bir süre yatağımda durup telefonumu elime aldığımda saatin 12.04 olduğunu farkettim. İçimde ufak bir şok geçirdikten sonra aklıma dün gece başlayıp sabaha kadar film izlediğim geldi. O zaman saat haklıydı işte.

Hızlıca kalktığımda yere yapıştım. Aniden kalktığım için yine başım dönmüştü. Alt kattan sesimi duymuş olmalı ki annem bana seslendi.Tabi ben pat diye yere düştüğümde tüm sokağı ayağa kaldırmış olmalıydım.
"Gökçe n'oluyor orada kızım ? Neydi o ses ?" Evet duymuş demek ki.
"Yok birşey anne!" Aramızdaki zemin birbirimize bağırmamıza engel olamıyordu.
"Hadi kahvaltıya gel!"
Bir dakika. annem beni kahvaltıya mı çağırmıştı ?! Bu saatte mi cidden?
Üstüme siyah uzun kollumu, altıma da kot pantolonumu giydikten sonra merdivenlere adımımı attım. Merdivenlere annemin yaptığı omletin kokusu yayılmıştı bile. Aşağı indiğimde annemin omleti tabağa koyduğunu gördüm. Yanına gidip yanağını öptükten sonra:
"Günaydın anniş" diye mırıldandım. Bana şaşırarak bakan annem duramadı ve sordu:
"Hayırdır pek bi' keyiflisin?"dedi. Omleti ağzıma sokuştururken cevap vermeye çalıştım.
"Tobo conım yoro çokoldokton sonro!"dedim gülerek.
"Tamam ye sen, boğazına kaçacak şimdi." diye gülüyordu.Ben onca omleti ağzımda yeme çabalarındayken annem soru sormaya devam ediyordu.
"Ee ne yapacakmış benim kızım bugün?" dedi.
Elimle 1 saniye işareti yaparak ağzımdaki lokmayı yuttuktan sonra cevap verdim.
"Kırtasiyeye gitmem gerek annem. Kalem, defter filan alacağım."
"Benimde gelmemi ister misin ? Daha yeni taşındık yollarını karıştırırsan?" Endişeli gibiydi. Sakinleştirmeye çalışarak cevap verdim.
"Korkma annem ya dikkatli olurum ben. Hem sen beni tanımıyor musun?" dedim gülerek.
"Emin misin ? Bak karşı komşunun kızı var, Açelya. Aynı yaştaymış seninle. O buraları biliyor, beraber gidin. Hem arkadaş olursunuz." Birden gülen yüzüm düştü yerini kızgınlık kapladı.
"Arkadaşa ihtiyacım yok anne! Bu konuda konuşmamış mıydık?!" dedim sinirlice.
Arkadaş istemiyordum. Anneme defalarca söylemiştim bunu. Ama hala arkadaş edinmemi söyleyip duruyordu. Anlamıyor işte! Ar-ka-da-şa ih-ti-ya-cım yok! Ben böyle iyiydim.

Yemeğimi bitirir bitirmez ayağa kalkıp anneme sarıldım. Kırılmış olmalıydı.Hissedebiliyordum.
"Seni seviyorum anne. Hiçbir şey olmayacak, göreceksin." Sarılmayı bırakıp tabağımı tezgaha koydum.Odama çıkıp Bel çantamı kaptım. İçine bir miktar para ve telefonumu koyup kot ceketimi aldım üzerime. Aşağı inip ayakkabılarımı giyidim.Anneme seslenip:
"Anne ben çıkıyorum. İstediğin bir şey var mı?" dedim
"Yok kızım sadece dikkatli ol." dedi.

Onay aldıktan sonra da çıktım. Annem kırılmıştı evet ama ne yapayım arkadaş kelimesinin "a"'sını duymak istemiyordum.Apartmanın en üst katında oturuyorduk ve asansör yoktu. İnanabiliyor musunuz? Bilmem kaç kat bir apartmanda en üst katta oturup asansörünüzün yok. Çok kötü bir şey. Aslında var ama 2-3 senedir kullanılmadığı için arızalanmış. Bu binadaki kimse dışarıyı sevmiyor belliki.
Bir alt kata indiğimde babamı ve yanında uzun boylu ellili yaşlarda birini gördüm. Yanşarından gizlice geçeyim derken beni gördü ve gülümsedi.
" Ooo kim gelmiş, kim gelmiş? Aslan kızım gel bakalım!" Beni kolunun altına aldı ve konuşmaya başladı.
"Ertuğrul Bey bu da benim kız, Gökçe." Gülümsüyordu. Beni kullanıyordu.
"Vay vay vay Gökçe Yıldız? Beni tanıdın mı bakalım?" bunu söyleyince babamla birbirimize baktık. Hala sırıtıyordu.Adamı tanımıyordum etmiyordum valla. Ne desem bilemedim. Birden salladım.
"Aaa şey ııı ....... Ertuğrul dede?" Ben bunu söyleyince ikiside kahkahayı basmıştı. E ne yapayım ne demem gerekiyordu ki ? Sallamıştım işte ama biraz fazla mı olmuştu ?
Hızlıca babamın kolundan çıkıp merdivenlere atladım.
"Benim biraz işim var da... Hadi ben kaçtım." deyip hızlıca aşağı indim ve dışarı adımımı attım.Karşıdaki çiçekçiden mis gibi kokular geliyordu burnuma. Şimdiden sevmeye başlamıştım burayı. Sırf bu çiçek kokusu yüzünden.Dönüşte bir tane anneme almalıyım diye içimen geçirdim.
Bulunduğumuz sokakta daha çok yaşlılar oturduğu için sessizlik yoğundu. Etrafta kimsenin olmaması beni ürkütse de eminim meydanda kalabalıklaşırdı.
Yürümeye başladım, buraya taşındığımızdan beri ilk defa dışarı çıkıyordum. Çevreyi hiç tanımıyordum. Oysa annem buraları adı bilirdi. Memleketi sonuçta..
Bomboş bir sokakta bomboş yürüyordum. Kırtasiyenin nerede olabileceği konusunda inanın hiçbir fikrim yoktu.
Yürümeye devam ettim. Yürüdüm, yürüdüm yine yürüdüm. Sonra yön değiştirmeye kara verip etrafıma baktım. Belki denizi görürsem sahile varırım diye. Ama nerdee? Etraf bina kaynıyordu. Etrafımda bu kadar bina olup neden 1 tane bile insan olmadığını bilmiyordum. Bunları düşünürken yürümüşüm ve nasıl olduysa evden çok uzaklaştığımı hissettim.
Acaba annemin dediği şu kızı yanıma mı çağırmalıydım? Hiç bilmiyordum ki buraları. Olduğum yerde durdum. Ne yapabilirdim ki? Ne?
Düşün Gökçe!
Düşün!
Düşün!
Olmuyor ya aklıma birşey gelmiyor. Birilerine sorsam etrafta 1 gram insan yok. Deliricem şimdi ya!
Telefonumu elime aldım. Saat 13.52'ydi. 2 saattir yürüyor muymuşum ben ya?! Sonra tam yanında kırmızı bir şey. "Şarjım mı bitiyor !?" diye bağırdım. Ciddiyim şarjım 3 kalmıştı. Şimdi 2 !
Ne yapacağımı bilemedim. Koskoca şehirde, bilmem kaç sokak yürümüştüm. Belki de ben "kaybolmuşumdur?"

Tek çare annemi aramaktı. Ama ne söyleyecektim. 'Anne ben kayboldum gel beni bul.' mu diyecektim? Ne diyeceğimi bilmeyerek annemi aradım. Hangi cesaretle yaptıysam bunu?
Telefon açılınca sakin bir şekilde konuşmaya başladım:
"Alo anne?" burnundan soluma sesi duydum sonra bir ses... Kulaklarım sağır oldu resmen
"Gökçe ben sana dedim kızım! Yapma dedim etme dedim! Yok dinlemez ki! Yanına veriyim şu kızı dedim sana! Nerdesin 2 saattir kızım öldün mü ?! Nerdesin!?"Acayip sinirliydi aniden kulağımdan çektim telefonu.
"Anne ne oldu da?" Belli etmemeye çalışıyordum.Ama o çoktan anlamıştı.
"Kayboldun değil mi?! Şurada oturmuş 2 saattir seni bekliyorum 2 saat! Ama bizim kız ortalarda yok ki!" Sesi o kadar sinirli çıkıyordu ki yanımda olsa beni parçalayacak, etimi yeyip kemiğimi de bırakmayacak gibiydi. Ne diyeyim ki ben bu kadına şimdi. Haklı yani. Bir yalan uydursam?
"Anne ben yeni okulumu ziyarete geldim tanımak için. 1 buçuk saat orada kaldım. Şimdi kırtasiyedeyim merak etme sen beni." Dedim sakinleştirmeye çalışarak. Cevap vermedi. Sadece nefes alıp verme seslerini duyuyordum onun. Ne biçim sinirliydi. Ama bu yalana kesin kanardı. Okulumun yerini bilmiyorum ama söyledim bu yalanı işte.
"Gökçe he-"
HAYIR! Şarjım bitti! Allah kahretsin ne yapıcam şimdi! Ortada kaldım böylece Allahım yardım et!
Sinirle yere baktım. telefonumu bel çantama koydum. Öylece duruyordum yolun ortasında. Sonra bağırasım geldi ve bağırdım. "AAAAAAAAAAAAAH!"
Neden bilmiyorum ama bu beni rahatlatmıştı. Sinirimi bu sefer evindekilere gösterdim " AZ DIŞARI ÇIKSANIZ ÖLÜR MÜSÜNÜZ HAYVANLAR!!" dedim bu seferde.
Ama kimseden cevap yoktu. Bu sefer gerçekten yardıma ihtiyacım vardı..

En sonunda pes ettim. Bıraktım bağırmayı. Koşup bir ara sokağa girdim. Yalnız kalmak istiyordum. Burası küçük ve karanlıktı. İstediğim tam da buydu işte. Oturdum yere ve beklemeye başladım. Derin nefes aldım, verdim. Aldım, verdim. Dünya umurumda değilmiş gibi orada oturup sadece kendi nefes alışverişlerimi dinledim.
5-6 dakika öylece durdum. Sonra iki kişinin konuşması gibi bazı sesler duydum. Erkeklerden nefret ediyordum. Onlardan hiç hoşlanmazdım. Iyy. Hemen ayağa kalktım. Arkama bakarak yavaş yavaş sokağın diğer ucuna doğru ilerlemeye başladım. Tam sokaktan çıkacaktım ki biriyle çarpıştım. Kim olduğunu yere düşünce gördüm. Kafasını kaşıdıktan sonra bana baktı ve elini uzattı. Beni kaldırdı ve dik dik bakmaya başladı. Mavi gözlü kumral bir kızdı. Kaşlarımı kaldırınca birden gülümsedi ve
"Sen Gökçe misin?"diye sordu, şaşırdım. Ben olduğumu nerden biliyordu bu kız? Ben onu tanımıyordum bile. Neden bilmiyorum ama ona başımı salladım. Birden kahkaha atıp bana sarıldı. Heyecanlı gibiydi. Hemde çok..
"Ben Açelya. Karşı komşunuzum. Annen seni bulmam için beni gönderdi. Neyseki fazla uzakta değilmişsin." Yüzüm düştü. Annem mi? Açelya bu kız mıydı?
"Anlamış mı?" diye sordum moralim bozukken.Bir yandan kolumu çekiştirip beni eve doğru götütürken bir yandan açıklama yapıyordu.
"Anlamamak mümkün mü? Bende oradaydım telefonla konuşurken. Sen büyük bir hata yaptın. Okula gittiğini söyleyerek." Şaşırdım birden.
"Neden ?!" diye sordum.
"Gökçe kolej burdan 35 km uzakta yani yürüyerek nasıl gideceksin?" Gülüyordu o, bense moral bozukluğundan ölücektim.
"E yuh yani başka okul yok muydu?!" dedim sinirlice.
"Saçmalamaa o çok iyi bir okul." diyordu sevinçle.


30 dakika sonra evde buldum kendimi. Annemden azar işitiyordum. Bu sırada eski dostum halı deseniyle vakit geçiriyordum. Onu dinlemiyordum bile. Sonra ayağa kalktım, moral bozukluğum artmış numarası yaparak anneme geldim.
"Babama söyleme lütfen." deyip odama çıktım.Telefonumu şarjdan çıkarıp yatağıma girdim. Saat 15.00 olmuştu. Ada'yla konuşma grubumuza girdim. Mesaj yazmaya başladım. Moralimi ancak o düzeltebilirdi. Çevrimiçiydi zaten hemen gördü:
-Ada ne yapıyon knk?
-Oo kanka sen yaşıyo muydun ya? *gülücük*
-Kanka noldu biliyo musun
-Anlat dinliyom. Dur bekle cips , içecek alayım.

Bu kızı seviyorum yaa. Ben başımdan geçenleri Ada'ya anlatırken saatin nasıl bu kadar geç olduğunu anlamaya çalışıyordum. 3 buçuk saat olmuştu.Gülmüş eğlenmiştik.
Saat 18.36'ydı Aşağıdan sesler geliyordu. Annemle babam benim hakkımda konuşuyorlardı.Moralim şimdi yine bozulmuştu. Anneme güvenip söyleme demiştim. Ama nerde öyle emin anne? Kendimi bu evden atmak istedim. Onlar mutfakta konuşurlarken sessizce ceketimi ve telefonumu alıp kapımı açtım. Ses çıkarmadan merdivenlerden aşağı indim. Mutfağın kapısı çok hafif aralıklıydı. Beni göremezlerdi. Ayakkabılarımı giyiyip kapıyı sessizce açtım ve kendimi dışarı attım. Kapıyı yine sessizce kapatıp aşağı inmeye başladım. Dışarı çıktım. Bu sefer ne tarafa yürüyeceğimi biliyordum çünkü çıkmadan önce penceremden denizin ne tarafta olduğuna bakmıştım. Sağa doğru yürüdüm. Sonra sola geçtim. Şimdi dümdüz bu yönde ilerlersem denize varacaktım.

Yürüdüm yürüdüm. En sonunda binalar azaldı, ilk karşıma renkli ışıklar sonra müthiş deniz manzarası çıktı. Meydana gelmiş olmalıydım. Oraya doğru ilerledim. Birden geçen bir arabanın ışığı gözüme vurunca ayağımı bir taşa çarptım ve yere düştüm. PAT!
Bir dakika? Düşmemişim. Biri beni tutmuştu?!
"Ah Açelya ah beni takip mi ed-" gördüğüm kişiyle birden irkilip kendimi geri çektim.Korkup yüzüne baktım. Esmer yeşil gözlü erkek bir çocuktu. Benim yaşımda gibiydi ama boyu bi hayli uzundu.
"Sen Açelya değilsin ?!" dedim korkuyla.
"Evet" dedi sakince. Ama erkekti ıyy! Erkeklerden nefret ederim!
"Sen nasıl bana dokunursun !?" dedim ve yüzüne bir tokadı geçirdim! Sonra oradan kaçıyordum ki beni kolumdan tuttu. Bir daha mı dokundu!? Şimdi bitirdim!
"Hala dokunuyorsun!" deyip birtane daha geçirecektim ki diğer elimi de tuttu.
"Ben sadece yardım ettim sen tokat atıyorsun?" dedi. Allahım delireceğim. Kusucam şimdi.
"İğrenç ellerini çek!" dedim. Hala bırakmıyordu. Gülümsedi.
"Sakın birdaha buna kalkışma."dedi. Beni bırakınca bende sırıttım.
"Sen öyle san!" dedim. Elimi kaldırıp birtane daha tokadı yapıştırdım ve kaçtım. Bu sefer ciddi kaçtım. Tutmadı ama arkamdan seslendi.
"Büyük bir hata yaptın! Bunu sana ödetirim!" diye bağırdı. Çok ödetirsin birdaha görürsen beni! Heh almışsındır şimdi ağzının payını.
Ben kaçarken o gitti. Kimse o çocuk? Neyse umurumda değil. İşte bana dokunmasaydı bunlar olmayacaktı. Tamam düşmüşüm evet ama tutmasına ne gerek var ben kendim kalkamıyor muyum sanki? Hiçbir erkek bana dokunamaz!



--ARKADAŞIM--

Oradan uzaklaştıktan sonra sahilin yanında yürümeye başladım. Deniz dalgalarının sesi, kokusu çok hoş geliyordu bana. Kendi kendime düşündüm. Az önce ben ne yaşamıştım?? Çok garipti, acaba o çocukla bir daha karşılaşır mıyız? Umarım öyle birşey olmaz, sinirli olduğu gözlerinden belli oluyordu çünkü. Iy bir de bana dokunmuştu değil mi iğrenç! Aslında daha fazla tokadı kabul ediyordu ama iyi ki tuttum kendimi. Oracıkta tokat manyağı yapardım o çocuğu. Bir dakika! Bende onun yüzüne dokundum! Birden ortada çığlık attım. Sağımda solumda yürüyenlerin bakmasını umursamadan eve koşmaya başladım. Hemen duş almazsam bayılacağım!
Eve kadar koşarak ve kendimi sakinleştirmeye çalışarak geldim. Hızlıca merdivenlerden yukarı çıkıp evin kapısını çaldım. Birden durdum. Kapıyı neden açmadılar? Tekrar çaldım, tekrar, tekrar. Yok! Açmıyorlar. Evde olmadıklarını anlamıştım. Yoksa beni aramaya mı çıktılar?
Evde olmadıklarını anladıktan sonra karşı komşumuz Açelyagilin kapısını çaldım. Kapıyı Açelya açtı.
"Hoşgeldin gelsene." diyerek içeriyi işaret etti. Şüphesiz içeri girdim, odasına girip yatağının üstüne oturdum. Karşıma geçti.
"Annemleri evde bulamadım." dedim. Hafif gülümseyerek bana baktı.
"Evet bize geldiler. Seni evlatlık vermek istediler. Sonra taşındılar." Dalga geçermiş gibi bakıyordu. Ben birden şaşırarak ona baktım. Endişeyle:
"Ciddi misin?!" dedim. Bir kahkaha patlattı sonra bana döndü.
"Evett artık kardeşimsinn!"dedi hala gülüyordu. Şaka yaptığını anlamış olmama rağmen oyuna devam ettim.
"İnanamıyorum hep bir kardeşim olmasını istemiştim!" İkimizde kahkahayı bastık. Sonra ciddi bir şekilde
"Tamam yeter. Neredeler?"diye sordum.
"Sen evden çıktıktan sonra annengil bize geldiler. Ellerinde bir valiz vardı, ayakkabılarını giyerlerken konuştular."dedi. Ben birden korkarak bağırdım
"Yoksa beni bırakıp gittiler mi ?!!"
"Ay saçmalama kız niye bıraksınlar seni." Gülerken anlatmaya devam etti. "Senin yengenin babası mı ne ölmüş, ona gidiyorlarmış Eskişehir'e. İki hafta orada kalacaklarmış. İşte sen evde yokmuşsun. Gelirsen bizde kalacakmışsın falan dedi. Sahip çıkar mısınız dedi. Sonra bunu sana vermemi istedi. Ha bide gelince beni arasın dedi." Elindeki evimizin anahtarını bana uzattı.
"Herşeye tamam ama sizde kalmak filan ona hayır."dedim. Kendi evim gibisi varken ne yapayım milletin evinde? Hem arkadaşım değil bişeyim değil.Kendimi yabancı hissederim ben burada. ben kalmam dedikten sonra yüzü düştü. Üzülüp bana baktı. Gözleri yalvarıyordu sanki.
"Ya neden ama?"dedi.Üzülmüştü. Onlarda kalmamı istiyordu.
"Kendi evim varken size yük olmak istemem." dedim sakince. Ama çok güzel bakıyordu buna nasıl hayır diyebilirdim ki? Mavi gözlerinin karalığı küçülmüş parıltıları uçmuş gitmişti. Üzüldüğü çok belli oluyordu. Onu kırmak istemiyordum bu yüzden 1-2 gün kalabilirdim.
"Tamam. Kalırım." dediğimde aniden boynuma sarıldı. Çok garip hissetmiştim. Şu ana kadar boynuma tek sarılan Ada'ydı. O zamanlar küçüktüm ama hissettiğim o his.. arkadaşlık.. Aynı hissi ikinci defa yaşadım ben bugün. Bu mükemmeldi. Kollarımı ona sarıp bende sarıldım. Ama boğuluyordum sanki ?! Kendimi geri çekmeye çalıştığım sırada
"Tamam tamam öleceğim şimdi dur!" dedim ve boynumu bıraktı. Ayağa kalkıp elinde bir kağıt ve kalemle geldi, bana verdi. Şaşkınlıkla kağıda baktığımda
"Bu ne ?" diye sordum. Kağıtta "ARKADAŞLIK FORMU" yazıyordu.
"Arkadaşlık formu. Arkadaş olmalıyız." dedi. Ben gülünce bana ciddi bir bakış attı. Birden şaşkınlıkla sordum.
"Ne oldu ?"
"Bu ciddi bir iş. Hadi ama biraz ciddi ol ve şurayı imzala."diye biryeri gösterdi. Başımı sallayarak imzamı attım. Sonra boş bir yer gördüm ve göstererek:
"Burası ne için?"diye sordum.
"Kendini tanıtacaksın. Hadi yaz bekliyorum." dedi. Onaylayıp kendimi tanıtmaya başladım.

"Merhaba ben Gökçe Yıldız. 16 yaşındayım, 10. sınıfa geçtim. 13 Şubat'ta Eskişehir'de doğdum. Burcum Kova. İki gün sonra yeni okulum Sır Koleji'nde derslerime başlayacağım." yazdım.

"Başka ne yazmalıyım?" diye sordum.
"Fobilerini, hobilerini, fiziksel özelliklerini, en sevdiğin yemeği, sporu, falan yaz seni her ayrıntına kadar tanımak istiyorum!" dediğinde yazmaya devam ettim.

"54 kiloyum, boyum 1.62, kahverengi saçlı ve kahverengi gözlüyüm. Aslında kahverengi denemez. Annem bal rengi diyor. Fobilerim böcekler, hobilerim uyumak ve müzik dinlemek.
En sevdiğim yemek patlıcan, brokoli, karnıbahar, soğan, pırasa, sarımsak dışındaki her şey. En sevdiğim spor bisikletçilik. Küçükken çok yarış kazanmıştım, en sevdiğim renk: koyu mavi, en sevdiğim ders matematik. Ve son olarak en sevdiğim mevsim: sonbahar" yazdım.

Kalemi elimden bırakıp yatağa bıraktım kendimi. Bileğim çok ağrımıştı.
"Çok yoruldum bitmedi mi?"dedim. Eline kağıdı alıp okuduğunda. Başını bana çevirdi.
"Ciddi misin sen !?"
"Ne oldu ki?"
"Sende mi sonbaharı seviyorsun?!"
"Evet sende mi?"
"Evet!"
"Çok iyi vakit geçireceğiz!" dedi ve okumaya devam etti. Birden kağıdı yatağa bırakıp masasına gitti. Çekmeceyi açıp bir fener aldı. Ne yapacağını merakla beklerken birden başımı yatağa koydu ve ışığı gözlerime tuttu. Gözlerim acıyordu, aniden kapattım.
"Açelya delirdin mi ne yapıyorsun!?"dedim konuşmaya çalışarak.
"Aç gözlerini rengine bakacağım!"dedi. Zorla gözlerimi açtığımda ışık gözlerimi kör etmişti.
"Vay be gerçekten de mükemmel. Bal rengi! İlk defa görüyorum!"dedi şaşırarak.
"Artık çeker misin şunu kör oldum!" dediğimde hemen ışığı çekip aynaya baktı ve kendi gözünü incelemeye başladı. Benim gözlerim telef olmuştu, etrafı bembeyaz görüyordum.
"Benim gözlerim mavi miymiş?!"dedi. Kahkaha atarken başımı sallayıp Açelya'ya baktım. Sonra yanıma geldi kağıdı alıp okumaya devam etti.
"Matematiğin iyi mi gerçekten? Bana da anlatsana lütfen!!" dedi. Ben yüzüne bakıp gülmeye başladım.
"Ne iyisi ya bizim hoca bana çok iyi davranıyodu o yüzden. Yoksa matematikten gram anladığım yok."dedim.
"Bisikletçilik mi? Okulda bazen bisiklet sürme yarışmaları oluyo ama bizim sınıftan katılan olmadığı için geri iptal ediliyo. Belki sen gidersin ?"dedi. Bu çok güzel bir şeydi neden kimse istememiş ki ?
"Olursa neden olmasın?" dedim Açelya'ya.

Biz kendi aramızda oynaşırken Açelya'nın annesi Sema Teyze içeri girdi. Elinde yaptığı kapkek ve meyve suyu vardı. Gelip masaya koyunca kapıya gidip benimle konuşmaya başladı.
"Hoşgeldin kızım. Nasıl ? İyi vakit geçiriyor musun?" diye sordu. Çok iyi bir kadına benziyordu. Ben cevap verecektim ki Açelya atıldı hemen:
"Herhalde anne! Benim yanımda olup kim iyi vakit geçirmedi şu ana kadar?! Ayıp kız ayıp!"dedi annesine şakayla karışık bir şekilde.
"İyi bakalım hadi size iyi eğlenceler."dedi Sema teyze ve içeri gitti. Merakım çok garip bir soru sordu:
"Senin baban nerede?" bunu söylediğim zaman gülen yüzü düştü. Oh hayır çok kötü bir bıçak sapladım ona!
"Özür dilerim ben bilmiyordum yani ç-"dediğimde sözümü kesti.
"Yok kız ölmedi." dedi. Bi' an öyle rahatladım ki. Onu kalbinden vurmuşum gibi hissetmiştim, sonra cümlesini devam ettirdi.
"Yurtdışına çıktı, seninde hemen aklın oraya gidiyor yaa!" dedi.
"Ne yapayım üzüldüğünü görünce..." dediğimde büyük bir kahkaha patlattı. Neden güldü ki şimdi? Şaşkın şaşkın ona baktığımda cevapladı sağolsun:
"Ben ona üzülmedim ki." dedi. ve tepsiyle yanıma geldi. bana doğru uzattı.
"Neye üzüldün o zaman?"diye sordum. Yüzü yine düşmüştü. Göz kırpsa ağlayacak gibiydi. Ağlamaklı sesiyle cevap verdi:
"Annem keki üzümlü yapmamış cevizli yapmış." dedi. O sırada bir kahkaha da ben bastım.
"Sen buna mı ağlıyorsun gerçekten!?" dedim gülerek. Sahte gözyaşlarını silerek bana sarıldı.
"Ühühühhüü evet ben üzümlü istemiştim!" dedi. Ben kahkahalarımı durduramıyordum ki kafamı yatağa gömdüm. Oda gülüyordu..

O geceyi böyle bitirmiştik. Her şeyimizi birbirimize anlatmıştık. Ama bugünkü olanları ben anlatmadım. Gerek duymuyordum. Bilmesine gerek yoktu zaten.. Bu olay saklıydı.
İlk defa Ada'dan başka bir arkadaşım olmuştu. Açelya çok iyi bir arkadaştı. Hareketli ve eğlenceli olması en sevdiğim özelliklerindendi. Onu çok sevmiştim. Biliyorum arkadaşa ihtiyacım yok demiştim. Ama hayatımın ne kadar sıkıcı ve kapalı olduğunu Açelya'yla tanıştıktan sonra anladım. O gerçekten harika bir arkadaştı..




--TANIDIK--

Sabah gözlerimi açtığımda Açelya'nın karşımdaki yatakta oturmuş telefonuyla ilgilenirken gördüm. Telefona bakıp bakıp gülüyordu. Sonra telefonu yatağa bırakıp esneyeceği sırada gözgöze geldik. Yorganın içine sokulmuş beni görünce kahkahasını atmayı ihmal etmeden konuşmaya başladı:
"Koalamız uyanmış bakıyorum ?!" dedi gülerek. O kadar yorgundum ki yüzümü oynatamadım bile. Merakla ağzımı kıpırdattım:
"Saat kaç ?" diye sordum. Bana bakarak birdaha gülünce telefonunu açıp baktı ve tekrar kahahalara boğuldu. Allah'ım neden böyle biriyle karşılaştım ?! Neyse vardır bunda da bir hayır. Dizine vurarak kahkahalarının içinden cevap vermeye çalıştı.
"İki buçuk... ÜÇ AHAHAHAHAHA!!!" dedi. İçimden ufak bir şok geçirerek birden ayağa fırladım. Yanına yaklaştım.
"Yuh! Biz dün kaçta yattık ?!" diye bağırdım.Hemen cevabımı verdi.
"Ohoo sen erken yattın. Ben dört buçukta yatmıştım."dedi. O dörtte yattıysa ben 3te falan yatmışımdır.

Odadan çıkıp lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynadan yüzüme baktım. Dün ne olmuştu öyle ya? En son korku filmi izlediğimi hatırlıyordum. Sonra da... uyuya kaldım galiba. Lavabodan çıkıp kapıya yöneldim. Evden kıyafet almam gerekiyordu. Açelya'ya haber verip çıktım. Eve girip odama yöneldim, dolabımı açıp kıyafet seçtim. Hava güzel olduğu için üstüme kısa kollu siyah tişörtümü, altıma da kısa kot şortumu giyidim. Kemerimi de takıp kapıyı kilitledim ve Açelya'nın yanına gittim. Beni görünce şaşırıp üstüme baktı.
"Ne oldu?" diye sordum. Dik dik üstüme bakıyordu. Yüzüme bakıp konuşmaya başladı:
"Ama kıskanıyorum ben şuan!" deyince hafif bir kahkaha atıp cevap verdim.
"Gel sana da bulalım bir şeyler." deyip dolabını açtım. Siyah kısa bluzunu seçtim. Onun altına da uzun kot pantolonunu. Üstüne de siyah gömleğini alıp yatağa koydum. Kaşlarımı kaldırıp ona baktım.
"Giyi de bakalım." deyip odadan çıktım. Az sonra kapı açılma sesiyle elimdeki telefonu cebime koyup gözlerimi Açelya'ya çevirdim. Çok güzel olmuştu.
"Çok güzel oldun yaa." dedim. Bana mutlu mutlu bakarken aynada buldu kendisini. Bakıp bakıp fotoğraf çekiyordu. Bana dönüp telefona bakarken konuştu.
"Bundan sonra tüm kombinlerimi sana yaptırıcam." dedi. Bana bakarak güldü. Bende ona gülümsedim.
"Her zaman!" dedim. Biraz daha telefonda vakit geçirdikten sonra bana baktı. Şaşkın şaşkın bakıyordu. Sorusunu beklerken sordu:
"Her şey tamam da biz niye böyle giyindik?" bunu deyince birden kahkaha atasım geldi. Ama sorunun cevabını bende bilmiyordum.
"Bilmiyorum ki ben böyle giyinince sende istedin." dedim. Parmağını şıklatarak:
"Dışarı çıkalım o zaman." dedi gülümseyerek.
"Aa evet evet! Benim de kırtasiyeye gitmem gerekiyordu zaten." başımı sallayıp onu onayladım. Mutfağa girip bir şeyler atıştırdıktan sonra küçük sırt çantamı alıp içine cüzdanımı ve suyumu koydum. O da siyah çantasını alıp kapıya yöneldik. Annesine seslendikten sonra çıktık. Ayakkabılarımızı giyip merdivenlerden inmeye başladık. Açelya yine kendi kendine söyleniyordu:
"Hay Allah'ım şu asansörü bir yaptıramadılar. Ne iş yapıyor buradakiler. He-" O kendi kendine konuşurken ben telefondan annemi arıyordum. İkinci kez çaldırdığımda telefonu açtı:
"Alo?" diye seslendiğimde 3-4 saniye sonra cevap geldi:
"Nerdesin sen ?!" birden bağırdığında hızlıca kulağımdan çektim telefonu.
"Sakin ol anne Açelyalardaydım." dedim
"Ne zaman geldin eve ?!" çok kızgındı. Dün gelince aramayı unutmuştum onu.
"Dün geldim anne de unutmuşum aramayı ya."
"Tamam! Napıyorsunuz?!" oh ilk defa düzgün bir soru.
"Dışarı çıkıyoruz anne. Kafeye gidiyoruz." bunu söylediğimde Açelya bana bakıp kaşlarını kaldırdı. Ona elimle 'sus' işreti yaptım. Yalan söylüyordum çünkü kırtasiyeye daha önceden gitmiş biliyordu beni.
"Tamam anne geliyorum! Kızım babaannen çağırıyor. Mantı yapacağız, hadi görüşürüz sonra." dedi. Benim cevabımı beklemeden telefonu yüzüme kapadı.
"Mantı mı yapacaklar ?! Cenazeye gidiyorlardı hani?" diye sordu Açelya.
"Bende anlamadım ama mantı işinden kurtuldum ya o iyi." ikimizde güldük.

Merdivenlerden inince apartmandan çıktık. Ben kırtasiyenin nerede olduğunu bilmediğim için Açelya'nın koluna girdim. Bana şaşkınlıkla baktı.
"Noldu?" diye sorunca omuz silkip önüne döndü. Yürümeye devam etti.
"Az ilerde var bir kırtasiye." dedi. Yürürken nedense birini gördüm. Çok tanıdık geliyordu. Kimdi o ya? Dikkatlice yüzünü incelemeye çalışırken bana baktı. Kim olduğunu anladığım an elimle yüzümü kapattıktan sonra daha hızlı yürümeye çalıştım. Oydu. Tokat yapıştırdığım çocuktu. Bir daha karşılaştığımızda beni bitireceğini söylemişti. Adımlarımı hızlandırarak elimi hafif aralayıp baktığımda bize doğru geliyordu. Birden elimi çekip koşmaya başladım. Açelya'nın kolunu bırakıp elini tuttum.
"Napıyorsun Gökçe?!" dedi onu çekiştirirken. Arkama baktığımda göz göze gelmiştik. Beni görünce kaşlarını çattı.
"KOŞ!" diye bağırdım Açelya'ya. Hiç tereddüt etmeden koşmaya başladı. Koşa koşa kırtasiyenin içine girdik. Üst kata çıkıp merdivenlerden kafamı uzatıyordum. Ortalıkta görünmüyordu. Birden içeri girdi. Bizi göremedi ve etrafa bakınmaya başladı. Kafamı geri çekip hızlıca Açelya'yı sürükledim. Kitapların olduğu rafın arkasına girip orada saklandım. Açelya bana soru soracağı sırada onun da ağzını kapatıp parmağımı ağzıma koydum. Başını salladı ve nefesimizi tuttuk. Üst kata çıkma seslerini duyunca gözlerimi kapattım. Korkuyordum. Ya bulursa? Gerçekten bir şey yapar mıydı? Açelya'ya da zarar verir miydi? Etrafta dolaşıyordu. Bizi arıyordu...

Az sonra ayak sesleri merdivenlere doğru yöneldi. Bizi aramayı bırakmıştı. Merdivenlerden indiğini duyduğumda derin bir nefes aldım. Açelya'da aynı şekilde yapıp bana şaşkın şaşkın bakmaya başladı. Sessizce:
"Uzun hikaye." deyip gülümsedim. Çocuğun kim olduğunu görmemişti ve bilmiyordu. Bana böyle bakarken ona anlatmadığıma pişman oldum. Ama en yakın zamanda anlatacaktım. Yavaşça rafın arkasından çıkıp merdivenlerden kafamı uzattığımda ortalıkta görünmüyordu. Aşağı indik ve alışveriş yapmaya başladık. Defter bakarken Açelya dik dik bana bakıyordu, sinirli gibiydi.
"Kırtasiyeden sonra cidden kafeye mi gitsek?" dedim konuyu değiştirmeye çalışarak. Hala bana baktığı sırada cevap verdi.
"Bence de orada o 'uzun hikaye'yi anlatırsın!" dedi. Konuyu yine oraya getirdiğinde önüme dönüp devam ettim.

Alışverişimizi yapıp dışarı çıktığımızda Açelya önümden yürüyordu. Sağa dönünce bende döndüm. Yürüdük yürüdük bir kafeye geldik. Önden geçip bir masaya oturdu. Bende yanına oturmuştum. Çok garip davranıyordu. Bir şeyler saklamamı sevmemişe benziyordu. Sanki o mutlu, neşeli, eğlenceli Açelya gitmiş; yerine başka birisi geçmişti. Garson yanımıza gelince Açelya iki kahve isteyip bana baktı. Sinirle:
"Dökül!" diye bağırdı. Neden böyle olmuştu çok merak ediyordum.
"T-tamam ama.. n-neden böyle davranıyorsun?" bir of çekip tekrar bana baktı. Vay be onu hiç böyle görmemiştim.
"Benden bir şey saklanmasından nefret ederim de ondan!" dedi. Şimdi anlaşılıyordu. Galiba benim de ona bir "Arkadaşlık Formu" hazırlamam gerekiyordu. O sırada kahvelerimiz geldi. Ben de anlatmaya başladım.
"Dün akşam evden çıktığımda.. sahile doğru yürüyordum. Yürürken gözüme ışık ayağıma da taş takıldı. Tam düşeceğim sırada biri beni tuttu. Ben ilk başta senin olduğunu sanmıştım ama doğrulduğumda bugün bizi takip eden çocuk olduğunu anladım beni tutan kişinin. Esmerdi ve... yeşil gözleri vardı. O bir erkekti ve ben erkeklerden nefret ederim. Beni tuttuğunu görünce birtane yapıştırdım yüzüne!"
"Oha ciddi misin? Bir erkeğe mi vurdun cidden. Ölmediğine şükret bence." Şaşırmıştı. Ben anlatırken keyfi yerine gelmişti. Kahvemi yudumlayıp devam ettim.
"Evet. Sonra tam kaçacaktım ki beni tuttu kolumdan!" deyince masaya vurdu.
"Şimdi bittin kanka." diye bağırdı. Masalardaki herkes bize bakınca özür diledi.
"Biraz kendimi kaptırdım pardon." dediğinde kahkaha attım. Devam ettim.
"Sen şimdi bundan sonrakileri dinle. Şimdi bu kolumu tutunca ben daha da sinirlendim. Çek ellerini falan dedim. Bırakmıyordu. İşte dedi ki ben yardım ettim sen vuruyorsun falan birdaha buna kalkışma dedi. Sonra bu beni bırakınca yüzüne bir tane daha geçirdim."
"İyi yapmışsın! İşte benim kankam !" dedi.
"Ben kaçtım tabii. O da arkamdan seslendi. Ben sana ödeticem dedi. Böyle işte en son bugün yürürken gördüm onu beni görünce arkamızdan geldi. Sen fark etmedin ama.. yakalasaydı geberirdik galiba." bir kahkaha patlatıp Açelya'ya döndüm. Onun da güldüğünü fark ettiğimde kahvemden içtim.

Kafede biraz sohbet edip kahvelerimizi içtikten sonra kalktık. Eve doğru yürümeye başladık. Saat 7'ye geliyordu. Akşama kalmamak için hızlı hızlı yürümeye başladık.
"Ne gündü be." dedi Açelya. Hafifçe başımı sallayıp koluna girdim...
Apartmanın önüne geldiğimizde şifreyi girip kapıyı açtık. Merdivenlerden çıkıp zili çaldık. Annesi kapıyı açtığında içeri girip odasına çıktık. Ben hemen duşa girdikten sonra üstümü değiştirdim. Odaya girdiğimde Açelya telefona bakıyordu. Nedense sabahki gibi kıkır kıkır gülüyordu. Sessizce arkasından gelip telefonuna göz attığımda birisiyle mesajlaştığını gördüm. Adını 'Ruhum' koyduğunu görünce bunu arkasından bi' tuttum! Çocuk sıçradı, birden ve telefonunu gizlemeye çalıştı. Telefonunu almaya çalıştığım sırada beni engellemeye çalışıyordu.
"Kimdi o? Kiminle mesajlaşıyorsun sen?" dedim gülerek.
"Hiç! Sadece arkadaşım! Şimdi bırakırsan o telefonu çok iyi olacak! Hadi ama Gökçee!" Bir yandan endişeli bir yandan kızgın gibi görünüyordu. Bu kız bir işler çeviriyordu ama neyse. Telefonu bıraktığımda hızlıca içeri odaya kaçtı. Peşinden gidemedim çünkü annesinden utanıyordum.
O gittikten sonra gözüm çalışma masasındaki fotoğraflara kaydı. Kolejden, babasından, annesinden fotoğrafları vardı. Kolejdekilerden elime alıp sırayla baktım. Bir fotoğrafta okulun havuzundaydı. Mayosu çok tatlıydı. Sanırım bu geçen yıldan kalmaydı. Bir diğerine baktığımda bu sefer ders işliyorlardı. Öğretmen tahtaya dönük bir şeyler yazarken Açelya sınıfın fotoğrafını çekmişti. Birkaç kişi birbiriyle konuşuyor, iki kişi telefonla oynuyor, inekler dersi dinliyor, birisi de arkası dönük resim çiziyordu. Kim olduğu görünmüyordu..

Ben fotoğraflara bakarken içeriden Açleya'nın sesini duydum. Bana çağırıyordu. Fotoğrafları bırakıp odaya girdim. Sema Teyze televizyondan yarışma programları izlerken Açelya'yla bir şey konuşuyorlardı. İçeri girip koltuğa oturduğumda Açelya söze girdi:
"Kanka sana çok büyük bi' sürprizim var!" dedi. Ne olduğunu çok merak etmiştim. Bu kadar heyecanlı söylüyorsa kesin güzel bir şeydir. Kafamı bir sağa bir sola sallayıp ne demek istediğini sordum. Annesi Açelya'nın konuşmasına izin vermeden dudaklarını araladı:
"Kızım şimdi biz bir karar aldık. Okulunuz buradan uzak olduğu için ben sürekli sizi götürüp getiremem. Bu yüzden k-" derken Açelya sözünü kesti:
"KENDİ EVİMİZ OLUCAK!" dedi. Ben şoka girmiş bir şekilde bakarken sevinçten çıldırmak üzereydim. İlk defa kendi evim olacaktı. Arkadaşımla ayrı bir eve çıkmak eğlenceli olabilirdi. Ama birden yüzüm düştü. Annesi dayanamayıp
"Ne oldu kızım yoksa istemiyor musun?" dedi. Başımı sallayıp onlara baktığımda:
"Yok. Sadece annemgil buna izin vermez." dedim üzgün bir şekilde. Açelya annesine kaş göz yapıyordu ki annesi o güzel cümleyi söyledi
"Ben konuşurum annenle." dedi. Yerimden kalkıp koştum ve Sema Teyze'ye sarıldım.
"Teşekkür ederim Sema Teyzee."

Akşam yemeğini yedikten sonra odaya girdik. Açelya bilgisayarının başına oturup korku filmlerine göz atarken ben patlamış mısırdan yiyordum. Bana bakıp gülmeye başladı.
"Ne yiyip duruyorsun? Film açmadım daha." dedi. Bende gülümseyerek cevap verdim.
"Ne yapayım soğuyor. Yarım saattir film seçemedin."
Burnundan gülerek önüne döndüğü sırada "İşte!" diye bağırdı. Filmi açıp izlemeye başladık. Bir çeşit korku filmiydi. Zombilerin ve hayaletlerin olduğu filmleri her zaman çok sevmişimdir. Ama Açelya'nın tarafından öyle görünmüyordu. Korku filmlerinden her zaman korkuyordu ama yine de ben istediğim için seçip izlemiştik. En korkunç yerlerde kolumu tutup sıkabildiği kadar sıkıyordu. Hemde öyle sıkıyordu ki bırakınca kıpkızarık oluyordu. Sırf benim kollarım böyle kızarık olacaksa izlemeyelim daha iyi bence. :D
Film bittikten sonra saatin çok geç olduğunu fark ettim. Zaten yatağa yatar yatmaz da uyumuşum..



--KENDİ EVİMİZ--

Gözlerimi açtığımda Açelya'nın hala uyuduğunu gördüm. Telefonumu elime aldım. Saat nedense daha çok erkendi, ben hayatımda hiç bu kadar erken kalkmamıştım. Hava daha yeni yeni aydınlanıyordu. Bugün okul günüydü ama daha iki buçuk saat vardı. Açelya'yı kaldırmalı mıydım? Yok yok kaldırayayım. Bu kız çok geç yatıyor zaten, uykusunu alsın iyice.
Lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra pijamalarımla evden çıktım. Kapının kilidini açıp kendi evimize girdim. Odama çıkıp üstümü değiştirdim. Rahat olmak istediğim için üstüme kısa sweatimi giydim, altımaysa siyah eşofmanımı. Üstümü giyindikten sonra dolabımın yanından valizimi alıp kıyafetlerimi yerleştirmeye başladım.
Kıyafetlerimi valize yerleştirdikten sonra sırt çantama defter ve kitaplarımı koydum. Her şeyimi aldıktan sonra evden çıkıp kapıyı kilitleyebildiğim kadar kilitledim. Anahtarımı pantolonumun cebine koyduktan sonra valizimle çantamı Açelyagilin evine taşıdım. Odasına girdiğimde Açelya yatağında yoktu. Şaşkınca etrafa bakınırken omzumda bir kol hissettim. Sıçrayarak arkaya döndüğüm sırada Açelya'nın beni korkutmaya çalıştığını fark ettim. Amacı buydu ve başarmıştı da. Kahkahalarını atarken sinirle baktım yüzüne.
"Delirdin mi sen ?! Korkudan ölüyordum!" diye bağırdım.
"Ödeştik canım." diyerek omzuma vurdu. Gözleri valizime kayınca:
"Yeni eve çıkacağız ya ondan." dedim konuşmasına izin vermeden. Hatırlamış gibi "haa" deyip odasına girdi ve valizini çıkardı. Dolabını açıp kıyafetler seçmeye başladı. Bir yandan kıyafetlerini valize koyarken bir yandan benimle sohbet ediyordu.
"Ben onu unutmuşum. Hemen hazırlanalım, biraz erken gidersek okula da yetişebiliriz." dedi. Tamam anlamında başımı sallayınca konuşmaya devam etti.
"Annem az sonra bizi bırakır, şu valizleri arabaya götürelim." dedi ve valizinin fermuarını çekti. Kıyafetlerinin arasından gri sweatini ve siyah kotunu seçti. Onları giyindikten sonra arabanın anahtarını aldı.
"Gel hadi." deyip kapıya yöneldi.
Valizlerimizi alıp merdivenlerden aşağı indirmeyi başardık. Açelya arabanın bagajını açtı ve valizlerimizi yükledik.
"Bir şey kalmadı değil mi ?" dedim.
"Bilmiyorum. Şarj aletleri, giysiler, telefonlar, şapkalar, çantalar, makyaj ve bakım malzemeleri başka ne vardı?" dedi.
"Terlikler?" dedim kaşlarımı kaldırarak.
"Aaa evet! Dur hemen alıp geleyim." dedi ve hızlıca apartmanın içine girdi. Ben beklerken telefonumu açtım. Ada'dan mesaj gelmişti. Açıp baktığımda şok olmuştum. Açelya ile kafede otururkenki fotoğrafımızı atmıştı. Altına da
"Yeni kankanla keyifler nasıl ?!" yazmıştı. Bunu nasıl çekmiş olabilirdi ki? O Eskişehir'deydi.
"Nasıl çektin bunu?" yazdım. çok merak ediyordum nasıl olduğunu. Mesajı hemen gördü ve
"Şuan bunun önemi var mı sence Gökçe !?" yazdı. Sinirlenmiş gibiydi, kıskanmıştı belki de. Önemi ona göre olmayabilirdi ama benim için büyük önem taşıyordu bu fotoğraf.
"Bunu sana birisi filan mı attı yoksa?" dedim. Yani Eskişehir'den buraya kadar gelmiş ve bizi böyle çekmiş olamazdı. Meraktan ölüyorum!
"Benimle ayrılırken başka kankan olmayacaktı hani?!"
"Ada o benim kankam değil, bir arkadaşım."
"Umurumda değil! Sen bir daha arkadaşım olmayacak dedin bana! Sana her gün yazacağım dedin, demek ki birilerinin işi varmış dün de o yüzdenmiş!"
Böyle geçti yazışmalar, Ada sinirlendi ben sakinleştirdim. Yalanlar söyledim. Arkadaşım değil, kankam değil dedim. Tüm cümleleri yalanlarla birleştirdim ama kanmadı. Tanıyordu beni. 8 senedir arkadaşım olan birisine yalan nasıl söyleyebilirim ki zaten? Ada'yı atlatmaya çalıştım, fotoğrafı kimin attığını sordum, hep geçiştirip bana kızmaya devam ediyordu. En sonunda numarayı attı ve bana küstü. Evet... Ada ile küstük, tüm o lafların ardından birimizin pes etmesi gerekiyordu ve bu kişi Ada oldu. Ne kadar yalan söylesemde, gönlünü almaya çalışsamda olmadı. Ama eminim bana geri dönecektir. Çünkü bensiz kalabilseydi bu kadar uzatmazdı görüşmeyi. Attığı numarayı alıp mesaj yazdım.
"Amacın Ada'yla aramı bozmaksa bunu başardın, teşekkürler!" Mesajı doğru düzgün bile yazamadan apartmanın kapısının açılma sesini duydum. Telefonumu kapatıp cebime attığımda Açelya ile annesi karşımdalardı. Annesi arabanın kapısını açıp işaret etti.
"Haydi gençler." dedi. İlk önce Açelya, sonra ben onun yanına oturdum. Sema Teyze arabayı sürmeye başladığında içimden eve veda ettim. Meraklıca
"Ne kadar kalacağız orada?" diye sordum. Sema Teyze aynadan bana cevap verirken Açelya telefonda tıkır tıkır bir şeyler yazıyordu.
"1 ay o evde kalacaksınız. Benim işim burada olduğu için maalesef sizin yanınızda olamayacağım. Bu arada Gökçe'cim annenle konuştum canım." dedi.
"İzin verdi mi peki?" dedim heyecanlanıp.
"Evet izin verdi." dedi. Az sonra mutluluktan geberebilirdim. Kafamı cama yaslayıp geçtiğimiz yollara baktım. Aklım numaraya takıldı. Acaba kimdi o? Neden fotoğrafımızı çekip atmıştı ki Ada'ya? Belki de beni sevmeyen biridir. Ama buraya daha yeni taşındık, kimi kendimden soğuttum ki? Telefonumu cebimden çıkarıp mesaj yazmış mı diye bir baktım ama yazmamıştı. Çok merak ediyordum kim olduğunu. Elbet ortaya çıkacaktı...

"Gökçe, Gökçe kalk." Açelya'nın sesiyle gözlerimi açtığımda araba durmuştu. Esneyip doğrulduğum sırada
"Geldik mi?" diye sordum. Başını salladı ve kapımı açtı.
Arabadan indiğimde karşıma iki katlı müstakil bir ev çıktı. Küçük şirin bir bahçesi vardı. Çimler yemyeşil renkleriyle ortama ayrı bir hava katıyordu, bahçenin sağ tarafında yine çimlerin rengiyle uyumlu bir salıncak yer alıyordu. Arkasında ağaçlarla dolu bir orman, önünde ise ancak tek bir aracın geçebileceği, kenarı yol boyunca uzayıp giden sarmaşıklarla kaplı, kıvrımlı toprak yol, yine yolun arkasındaki saçları koyu yeşil yapraklardan oluşmuş çam ağaçları ormanın derinliklerine kadar uzanıyordu.
Bu tür evlerden her zaman korkmuşumdur, neden böyle bir ev seçmişlerdi ki ? Korku filmlerindeki evlerden tek farkı yolun bitişiğinde olmasıydı. Korkuyla Açelya'nın gözlerine baktım.
"Ne oldu kanka?" dedi.
"Neden böyle bir ev seçtiniz?"
"Neden ki korktun mu yoksa?" sırıtırken yüzü çok garip oluyordu.
"Hayır ama buralar hep orman, hayvan filan çıkmasın sonra?"
"Yok kız ne hayvanı saçmalama, tertemiz bir orman merak etme. Hem kafamızı dinleriz."dedi. Eve baktığımda o karanlık ormanın aksine bana göre aydınlığın rengi olan beyazı taşıyordu. Ormana döndüğümde ise, aslında dediği doğruydu. Hiçbir şey yoktu. Yalnızca uzun ağaçlarla dolu bir orman. Bu kadar büyütmeye gerek yoktu ama işte...

"Hadi bakalım Açelya o 'çok beğendiğin' evine ilk adımını at bakalım." dedi Sema Teyze.
Ben elimde valizlerle Açelya'nın arkasından ilerlerken cebinden çıkardığı anahtarla çizgilerle dolu krem rengini taşıyan kapıyı açtı. Kapı açıldığında karşıma beklemediğim bir sahne çıktı. Korku filmleri gibi ev bomboş değildi. Aksine etraf hoş bir şekilde eşyalara bürünmüştü. Duvarlarda resimli yağlı boya tabloların renkleri iç içe girmiş; eve garip bir renk katmıştı. Sol taraftaki büyük televizyon içeri girer girmez insanın gözüne çarpıyordu. Cam kenarının orada kahve tonlu bir çekmece ve üstünde değişik bitkilerin yer aldığı saksılar, köşede yine krem rengini benimseyen L koltuk üstündeki desenli yastıklarıyla çok hoş duruyordu, ortadaki büyük yuvarlak halı da dikkat çekmiyor değildi. Kenarda yukarı kat için eski bir merdiven vardı. Valizleri yere bırakıp yukarıya çıktım. İkili ranzanın yanında küçük bir şifonyer, üstünde gece lambası, solda kıyafetler için bir dolap, hemen onun yanında çalışma masası, karşısında da kitaplık. Sağda lavabo vardı, yerde küçük tatlı bir halı yer alıyordu. Çalışma masasının yeri nedense çok hoşuma gitmişti. Pencerenin tam önünde duruyordu. Böylece bir yandan ders çalışırken bir yandan ormanın müthiş görüntüsünü izleyebilirdim.
"Gökçee yardım et de şunları yukarı çıkaralım!" aşağıdan Açelya yardım isterken etrafı incelemeyi bırakarak merdivenlerden indim. Kendi valizimi ve çantamı alıp yukarı çıkardım. O da aynı şekilde. Açelya valizini alıp dolabın kenarına koydu. O sırada Sema Teyze bize veda etmek için gelmişti.
"Çocuklar hadi bakalım size güveniyorum, çok dikkatli olun. Açelya her gün beni ara kızım tamam mı? Az sonra servis sizi almaya gelir. Hazırlanın, ben gidiyorum." dedi. Her birimize teker teker sarıldıktan sonra ona arabaya kadar eşlik ettik.
Annesi gittiğinde Açelya ile hemen yukarı çıktık. Dolabın kapağını açıp bir anahtar çıkardı. Bana uzatınca şaşkın şaşkın bakmaya başladım.
"Al bunu. Evin anahtarı, ben evde olmazsam filan diye." dedi. Başımı salladım.
"Ne yapacağız şimdi?" diye sordum. Kafasını çantama çevirip işaret etti.
"Çantanı hazırla servis az sonra gelicekmiş." dedi. Çantamı aldım, içine baktığımda zaten hazırdı. Gülümseyerek
"Hazır!" dedim. Şaşkınlıkla bana bakıp garip surat ifadeleri yapıyordu.
"Önceden de hazırdı." dedim omzuna vurarak.

Her şeyimizi aldıktan sonra odada oturup beklemeye başladık. Az sonra dışarıdan korna sesleri gelmeye başladı. Hızlıca aşağı indiğimizde servisin bizi beklediğini fark ettik. Açelya kapıyı kitledikten sonra elimi tutup beni servise götürdü. Servisin içine girdiğimizde herkes bana bakmaya başladı. 3 kız, 5 tane de erkek vardı. Herkesin gözleri üzerimdeyken kendimi çok garip hissettim. Açelya elimden çekiştirirken utancımdan kıpırdayamıyordum. Bana bakıp kafasını tekrar servistekilere çevirdi.
"Ne bakıyorsunuz ya ilk defa insan görmüş gibi?" dedi. Sonra gözler Açelya'ya döndü. Bir çocuk Açelya'ya bakıp kahkahaya gömüldü.
"Ooo Açelya Hanım nerelerdeydiniz?" dedi. Açelya çocuğa bakıp hayal kırıklığına uğramış gibi gözlerini kaçırdı. Belli ki bir şey vardı bu çocukla aralarında.
Arka koltuklardan birine geçip yan yana oturduk. Açelya'ya baktığımda camdan gözlerini ayırmıyordu.
"Ne oldu?" dedim sessizce.
"Ne ne oldu?" dedi ,hala cama bakıyordu.
"Söylememe gerek var mı ?" dedim gülümseyerek.
"Sonra anlatırım." dedi ve tekrar sustu.



--SIR KOLEJİ--

Az sonra servis durunca Açelya ayağa kalktı. Önden yürüken bende onu takip ediyordum. Yürürken çocuğa sinirlice baktım. Erkekti. Nefret ediyorum nefret! Açelya'mı nasıl üzerdi bu çocuk? O da bana bakınca daha da kaşlarımı çatarak servisten indim.
İndiğimde karşımda kocaman bir okul duruyordu. Yaklaşık 4-5 katlıya benziyordu. Çok penceresi vardı, bahçesi ise kocamandı. Etrafta bele kadar gelen duvarlar onun üstünde ucu sivri demir çitler vardı. Fazla anlatmaya gerek yoktu. Bildiğimiz okuldu. Ama 10 katı gibi bir şeydi. Bahçeye adımımı attığımda okulun üstündeki dev gibi yazı bizi karşılamaya yetmişti bile. "SIR KOLEJİ" yazıyordu.
Etrafta kızlar ve erkekler dolanıp duruyorlardı. Demek ki dersler daha başlamamıştı. Yürürken nedense Açelya'nın yanından ayrılmak istemiyordum bu yüzden tam arkasından onun kolunu tutmuş birlikte ilerliyorduk. Açelya'nın daha ilk günden moralini bozan o çocuğun kim olduğunu bilmek istiyordum. Çünkü az sonra bana patlayacaktı.

Bahçede okula doğru ilerlerken etraftakiler yine ve yine bana bakıyorlardı. Yeni geldiğim için olsa gerek çünkü bu hiç hoşuma gitmemişti. Cidden ilk defa insan görmüş gibi bakıyorlardı. Açelyanın kolunu tuta tuta içeri girmeyi başardık. İçerisi en az dışarısı kadar büyük ve kalabalıktı. Bana bakıp gülümsedi.
"Hadi seni gezdireyim." dedi. Elimden tutup beni sağ tarafa götürdü. Biraz yürüdükten sonra sağ tarafımda kantinin olduğunu gördüm.
"Burası kantin, az sonra yemek yiyelim çünkü çok acıktım. Neyse gel şimdi spor ssalonuna gidelim." Kantinden çıkıp sol tarafa yürüdük. Merdivenlerden en aşağı kata indik. Fakat en aşağıdan bir kat aşağı da vardı ama orası kapalıydı.
"Burası neresi?" kapalı yeri göstererek sordum.
"Orası bodrum. Sadece hizmetliler giriyormuş, bizim girmememizi söylediler." başımı salladım. Orayı merak etmiştim ama girmememiz gerekiyorsa girmezdim yani.
Yer altındaydık. Burada hiç denecek kadar az öğrenci dolaşıyordu. Spor salonunun neden buralarda olduğunu merak etmiştim. Koridorlar loş ışıklarla aydınlanıyordu. Az ilerde tam sağda büyük bir kapı vardı.
"İşte spor salonu burası. Beden hocası burayı kullanmak istemiyor o yüzden pek giren yok." dedi Açelya. Benim karnım durmak bilemedi ve birden büyük bir guruldama sesi geldi içimden. Açelya bir kahkaha patlatarak bana bakınca
"Tamam hadi kantine gidelim." dedi. Yürüyerek tekrar yukarı çıktık ve sağa doğru ilerledik. Kantine girince gözler yine tabii ki üzerime kaydı. Kızların kıskanç gibi bakan gözlerini sevdim denilemez ama yine de kendimi büyük hissetmiştim. Erkeklerin bazılarının bakışları ise beni iğrendirirken bazılarının da nedense iyi hissettiriyordu. Belki de tüm erkekler iğrenilecek kadar kötü değildir? Amaan neyse yaa. Hepsi aynı!
Açelya tost sırasına girince bende boş gördüğüm bir masaya oturdum. Çaprazımdaki bir çocuk nedense dik dik bana bakıyordu ve kötü hissetmeme neden oluyordu. Kahverengi saçlarına karışmış sarı rengi çok belli oluyordu. Gözlerinin rengini pek çıkaramamıştım ama kahverengi tonlarında gibiydi. Başımı çevirip gözlerimizi buluşturunca bana göz kırptı. Sonra gözlerini kaçırarak yanında oturan arkadaşlarıyla sohbete daldı. Ben ne olduğunu bile anlamadan terlemiştim. Erkekleri sevmem onlardan nefret ederim ama.. kalbim hızlanmıştı. Neden ateş gibi sıcaklamıştım böyle? Çok garip. Umarım kötü şeyler olmaz.
"Of Gökçe gördüğün ilk çocuğa aşık olmayacaksın değil mi ?" Açelya bana seslenirken kafamdan damla damla terler çıkıyordu. Birden kafamı ona çevirince itiraz ettim.
"Ne aşık olması?! Biraz daha saçmala istersen! Erkeklerden nefret ederim!" dedim sinirlenerek. Bence çok doğru cümleler kurmuştum. Aşık olmak ne alaka sadece alışmam gerek.
Tostumu elime verdiğinde kıtlıktan çıkmış gibi ekmeği ağzıma sokuşturuyordum. Açelya ilk defa bana garip garip bakmak yerine bu sefer o da benim gibi yapıyordu. İkimizde hayvan gibi yemek yerken başkalarının bize bakmasını umursamıyorduk. Tostumun bitmesine az kaldığında ders zilinin çaldığını duyduk. Öğrenciler kantinden bir bir ayrılırken biz tostumuzu bitirmeye uğraşıyorduk. Yemeklerimizi bitirdiğimiz sırada öğretmen zili çalıyordu. Açelya çok rahattı. Ders başlamıştı, belki de öğretmenlerden azar işitecektik ama umrunda bile değildi. Sakince peçetesiyle ağzını sildikten sonra kalktı. Şaşkınca ona bakan bana doğru gelip güldü.
"Ne oldu kız? Niye öyle bakıyorsun?" dedi. Dünya umrunda değildi kızın.
"Farkında mısın bilmiyorum ama öğretmen zili çaldı, gitmemiz gerekmiyor mu ?" diye sordum. Sonra ciddi gibi olmaya çalıştı ama hala gülüyordu.
"Yoo." dedi. Kaşlarımı kaldırdım. gitmeyecek miydik yani?
"Ne demek yoo Açelya delirdin mi?" dedim.
"Şaka yaptım! Hadi müdüre gidip sınıfımızı öğrenelim!" birden kolumdan girip yürümeye başladık. Allah'ım nasıl biriyle karşılaştım? Açelya'nın ruh hali sürekli değişiyordu.
Kantinden çıktığımızda ortalıkta hiç öğrenci kalmamıştı. Merdivenlerden iki kat yukarı çıktıktan ve biraz ilerledikten sonra müdürün kapısına ulaştık. Tıktıkladıktan sonra içeri girdik. Kırklı yaşlarda biriydi, uzun sakalları ve pala bıyığından müdür olduğu hemen anlaşılıyordu. Öğrencilerden çok çile çekmiş gibi saçları ağarmıştı. Kaşları çatıktı, tam da müdür denilecek biriydi. Ellerimi önümde birleştirip Açelya'nın arkasına geçtim. Müdür Açelya'yı görünce çatık kaşlarını biraz kaldırarak samimi olmayan gülüşüyle baktı.
"Açelya Parlar." dedi gözleriyle Açelya'yı incelerken. Açelya'da dudağını bükmüştü. Kaşlarını kaldırarak alayla cevap verdi.
"Hocam." dedi Açelya. Müdür gözlerini bir bana bir Açelya'ya çeviriyordu. Tam konuşacaktı
"E-" Açelya sözünü kesti.
"Sınıfımızı öğrenmek için geldik." dedi. Arkasını dönüp kağıtlarını kurcalamaya başladı. İki tanesini çıkarıp incelemeye başladı. Bana bakıp gözlerini kıstı.
"Gökçe Yıldız?" dedi. Başımı salladım. Sonra tekrar kağıtlara dönüp sınıfımı bulmak için parmağını kağıdın üzerine koydu.
"Sen 10/B." dedi. Tekrar başımı sallayıp bekledim. Açelya arkasını dönüp çıkacaktı ki müdür onun ismini okudu.
"Sen dur Parlar." dedi. Açelya kaşlarını çatarak döndü. Ne olmuştu ki? 10/B'deydik işte! Anlaşılan buradakilerin Açelya ile bir sorunu vardı. Müdürün emriyle kapıyı kapatıp tekrar içeri girdik. Kağıtlardan diğerine baktığında aynen şunu söyledi
"10/C" ne!? Ne saçmalıyordu bu adam?! Bizi ayıracak mıydı gerçekten?! Açelya hızlıca müdürün yanına gidip kaşlarını çattı.
"Ne demek istiyorsunuz hocam?!"
"Dedim ki '10/C'. İtirazın mı var?" dedi müdür sakin bir şekilde. Delirtecek bu adam beni! Ne istiyordu ki bizden?! Okuldaki tek arkadaşım olan Açelya'yı benden alacaktı resmen!
"Neden onunla aynı sınıfta olamıyorum!?" dedi Açelya beni göstererek. Müdür oturuşunu dikleştirdi ve boğazını temizledi. Tek kaşını havaya kaldırıp
"Bana sesini mi yükseltiyorsun?" dedi. Elindeki telefonu Açelya'ya gösterince kız bir adım geri geldi. Başını eğdi ve gözlerini kaçırdı. Ne olmuştu birden? Neden telefonu gösterince Açelya değişmişti? Hiçbir fikrim olmayan ben müdüre sinirli sinirli bakarken Açelya
"Hayır hocam." dedi ve odadan çıktı. Benim diyecek hiçbir şeyim yoktu. Açelya'yı böyle yapan biri beni ne yapardı onu bilmek istemiyordum. Sessizce odadan çıkıp kapıyı çarptım.
Açelya hızlıca bir üst kata çıktı. Arkasından yetişmek zor oluyordu.
"Açelya dur!" dedim. Ona yetiştiğimde yanında 10/C yazan kapının önündeydik.
"Özür dilerim hepsi benim suçum." dedi ve bana sarıldı birden. Ne olduğundan gram bilgim yoktu ama bende ona sarıldım.
"Tamam, olmuş bir kere yapılacak bir şey yok. Kendini suçlama, hadi gir teneffüste görüşürüz." Ne kadar üzgün olduğumun farkındaydım ama onu sakinleştiren kişi ben olmalıydım.

Açelya sınıfını tıklatıp içeri girdikten sonra kendi sınıfım olan 10/B'yi aramaya başladım. Zaten hemen yan tarafımdaydı. Derin bir nefes aldım. Kapşonumu kafama geçirerek kapıyı tıklattım. İçeriden "Gir!" diye bir ses gelince kapıyı aralayıp öğretmene baktım. Kafasıyla içeriyi işaret ettiğinde girdim. Hiç kimseye bakmadan boş bulduğum bir sıraya oturdum. En arkanın bir önü boştu. Aslında en arkaya geçmek isterdim ama orası doluydu. Oturduğumda hoca bana baktı. Diğer herkesin de baktığını hissedebiliyordum ama kapşonlumdan onları göremiyordum. Tüm yüzümü sarmıştı. Öğretmen bana dik dik bakarken
"Kendini tanıtmak ister misin?" diye sordu. İyi birine benziyordu. Sarı saçları, ela gözleri, yaklaşık 30lu yaşlarda gibi biriydi. Üstünde pembe bir kazak ve kısa bir etek vardı. Çok tatlı duruyordu. Kafamı hayır anlamında salladığımda
"Pekala, o zaman dersimize başlayalım." dedi. Okulun ilk günü ders yapan hocalardan olması zoruma gitmiş olsa da sevmiştim bu kadını. O ders anlatırken camdan dışarıyı istiyordum. Aşağıya bakmak başımı döndürüyordu bu yüzden gökyüzünü izlemeyi tercih ettim..

Dersin ortalarında kapşonumu indirdim ve etrafı izlemeye başladım. Ön sıralarda genellikle inek öğrenciler oturur derlerdi. Evet doğru, hocanın her dediği şeyi önemli diye not alan çocuklardı. Onların bir arkasında ise kızlar birbirleriyle oturmuştu. Biri uyuyordu diğeri ise sıranın altından telefona bakıyordu. Benim önümdeki sırada bir kız bir erkek vardı, yanları boştu. Sessiz çocuklardı galiba. Umarım benim hakkımda da böyle düşünen yoktur. Ah şimdi Açelya yanımda olacaktı varya. Arka sıralarda göz gezdirdiğimde ise....
NE?! İNANAMIYORUM! Hayır olamaz bu! Hayal görüyorum hayal hayal hayal! Olamazdı o çocuk olamazdı! Hayır Allah'ım HAYIR! Kahretsin gerçketi bu!
O çocuk!
Tokat attığım çocuktu! Olamazdı! Aynı okulda, aynı sınıfta olamazdık! Korkuyla onu izlemeye başladığımda önündeki sırada da kantindeki çocuğu gördüm. NE!? O da mı bizim sınıftaydı?! Sanırım ben buradan canlı çıkamayacağım. Nasıl bir yere düşmüştüm!? O çocuk nasıl bizim sınıfta olabilirdi?! Hala aklım almıyordu! Yoksa beni takip mi etmişti diye düşünürken gözleri bana kaydı. Hızlıca kafamı öbür tarafa çevirdim. Umarım beni tanımamıştır derken birden kapşonumu kapadım. Bir iki dakika geçtikten sonra yavaşça o tarafa çevirdim başımı. Gözlerimi ona kaydırdığımda...
İşte şimdi bitmiştim. Beni tanımıştı. İlk önce şaşırdı ve ağzı açık kaldı. Sonra kaşlarını çatıp ayağa kalktı. Bittim ben, bittim. Bu kadarmış hayatım.. Tam o sırada öğretmen beni kurtardı.
"Kaan? Gel bakalım hadi. Çok isteklisin galiba!" dedi. Kaan mıymış yani adı? Tam da Kaanlık tip vardı yaa. Of Gökçe şuan bu önemli mi sence! Kaan şaşkınlıkla başını öğretmene çevirdiğinde. Kaşlarını daha da çatıp bana baktı. Öğretmenin yanına gidip soruyu çözmeye çalıştı. Ne yapacağım şimdi?! Ne yapacağım?! Kaçmalı mıydım yoksa özür mü dilemeliydim?
Kaan soruyu çözüp yerine geçince bana baktı. Hiç ayırmadan bana baktı. Kaşları çatık çatık bakarken korkudan ölmek üzereydim. Daha fazla katlanamazdım buna. Hızlıca elimi kaldırıp lavabo izni istedim. Hoca bana başını büküp baktı, sorun varmış gibi gözlerimi büyütünce, başını sallamıştı. Onu kandırmıştım ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bu Kaan denilen çocuktan uzaklaşmazsam her an ölecekmişim gibi hissediyordum.
Koşarak sınıftan çıkarken gözlerine baktım tekrar, bana dik dik bakarken birden çıktım. Rahatladığımı hissetmiştim ki HAYIR! Zil çalmıştı! Ne yapmalıyım?! NE! Hızlıca uzaklaşırken arkama bakıyordum. Koşmaya başladım ve koridorun sonuna doğru ilerledim. Arkama tekrar baktığımda... Bana doğru geliyordu! Adımlarını hızlı hızlı ve büyük büyük atarken daha da korkuyordum. Şaşırıp hemen aşağı kata indim. Peşimden geliyordu! Ne yapacağımı bilmeden merdivenlerin en sonuna doğru ilerledim. En alt kata indiğimde kapalı olan yeri gördüm. Oraya girmeli miydim? Ayak sesleri yaklaştığında hiç tereddüt etmeden demirin üstünden atlayıp aşağı indim. Buraya girilmemesi gerektiğini biliyor olması gerekiyordu. Aşağı indiğimde ayak sesleri uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça rahatlıyordum. Ama nedense içimdeki merak aşağı inmemi söylüyordu ve bende buna uyuyordum. Karanlığa doğru ilerledim. Burası neresiydi? Neden gizlemişlerdi ki burayı? Hiçbir şey yoktu, Yalnızca karanlık büyük bir yer. Koridorlardan geçerken telefonumun ışığını yaktım. Kapkaranlıktı etraf. Koridorların nereye çıktığını bilmeden öylesine yürüyordum sadece. Işığım sadece önümü aydınlatsa da yetiyordu bana. İlerledikçe rahatlıyordum.Demek ki uzağımdaydı. Hissedebiliyordum.
Bu karanlık yere girdiğimden beri 5 dakika geçmişti ve ben sadece yürüyordum. Geri gitmek istiyordum artık, sıkılmıştım, yürü yürü bir yere varamamıştım. Çıkmak istiyordum bu yerden, karanlık gözlerimi acıtmaya başlıyordu artık. Şarjım da az kalmıştı zaten. Servisteyken sürekli Ada'yla mesajlaşmıştım. Geldiğim yollardan geri gitmeye başladım. Yürüdüm yürüdüm ama yok! Çıkışın ışığı bir türlü gelemiyordu gözümün önüne, neredeydim onu da bilmiyordum. Kaybolmakta üstüme yoktu, nereye gitsem kayboluyordum. Şimdi yine kaybolmuştum. Keşke Açelya bulsa beni, yine sarılsam ona.. Derken şarjım da bitti. Al! Şimdi bul ışığı bakalım Gökçe! Niye giriyorsun ki buraya!? Girme demişler işte! Niye giriyorsun?! Kendi kendimi azarlarken etrafı görmeye çalışıyordum ama görünmüyordu işte! Tek ışık kaynağım da gitmişti. Şimdi yap ne yapıyorsan!
10 dakika oldu. Hala bulmaya çalışıyordum ışığı. Sanki aynı yerleri dönüp dolaşıyordum. Yapabileceğim hiç birşey yoktu. Korkuyordum artık. Ya burada kötü şeyler varsa? Ya sonsuza kadar burada kalırsam? Ya ölürsem burada?! Sakin olmalıyım sakin. Koridorlardan koşarak geçtim, yürüyerek geçtim, yavaş yavaş geçtim yok! Panik yapmıştım. Korkuyordum. Koştum, daha fazla koştum. Artık çıkmak istiyordum. Bulamıyordum çıkışı, kaybolmuştum, gözlerim karanlıkta zar zor görüyordu, hatta göremiyordu bile. Az sonra panik atak geçirecektim. Nefes alamıyordum, sıkıştım kaldım burada, aynı koridorlar tekrarlanıp duruyordu, yapamıyorum, bulamıyorum çıkışı! Koşarken omzuma bir kol değdi. Bastım çığlığı birden. Korkmuştum, beni duvara sıkıştıdı. Kollarımı yana açtı. Gözlerimi kapattım ve konuşmaya başladım.
"Kimsin!" dedim fısıldayarak. Gözlerim hala kapalıydı kim olduğunu göremiyordum ama umarım Açelya'dır. Gözlerimi açtığımda karşımda duruyordu. Yerdeki fener yüzünü aydınlatıyordu. Hemen anlamıştım. Bu Kaan'dı.. Beni bulmuştu ve şimdi daha büyük bir sorunum vardı. Evet beni birinin bulmasını isterdim ama bu çocuk isteyeceğim son kişiydi.
Hiç bir şey demeden kafamı eğdim ve ağlamaya başladım. Zaten çok korkuyordum, bu çocukta gelince korkum daha da artmıştı. Tir tir titrediğimi fark ettim. Bir yandan ağlarken bir yandan titriyordum. Kollarımı bıraksa yere yığılacaktım. Gücüm tükenmişti. Evet o bir erkekti ve şuan bana dokunuyordu, ama inanın yapabileceğim bir şey yoktu..
Birden kollarımı bıraktı ama tahmin ettğim gibi yere yığılmamıştım, demek ki hala güçlüymüşüm, Ayakta durabiliyordum. Aniden koşmaya başladım, yanından ayrılmaya çalıştım ama her zamanki gibi kolumu sıkıca kavradı. Kaşlarını çatıp bana baktı.
"Tekrar mı kaybolmak istiyorsun?" dedi sinirlice. Başımı hayır anlamında salladım ve yanına gittim. Belki ondan özür dilersem beni affedebilirdi. Bunu yapmak istemesemde şansımı denedim.
"Özür dilerim, sen kolumu tutunca bende korktum ve tokat attım ama amacım sana bir şey yapmak değildi yemin ederim. Lütfen bana zarar verme." dedim çaresizce. Yapabileceğim daha iyi şeyler olabilirdi ama ben yine de bunu yaptım. Onurumu ayaklar altına alıp ondan özür diledim. Umarım beni affederdi yoksa ben kendimi affetmeyecektim. Ciddiyim bir erkek tarafından dövülmek istemiyordum. Bu cümleleri kurduğumda güldü.
"Sana zarar vereceğimi mi düşündün?" dedi. Başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. Ne demek istiyordu bu şimdi? Zarar vermeyecek miydi de? Daha üç gün önce ona tokat attım diye bunun hesabını vereceğimi söylemişti. Garip bir şekilde kaşlarımı çattım.
"Ama bunu bana ödeteceğini söylemiştin?" dedim sessizce.
"Ödettim zaten." dedi. Ben hiçbir şey anlamamıştım. Ne zaman ödetti ki? Çok merak ediyordum ama bunun sırası değildi şimdi. Burdan çıkmam lazımdı. Gözlerimin içine bakarken elimi yavaşça çektim. Bırakmaya niyeti yok gibiydi. Korkuyordum, bırakmıyordu. Eline baktığımda bıraktı birden. Gülen yüzünü düşürdü ve yürümeye başladı. Ben duvarda orada kalakalmıştım. Nereye gidiyordu şimdi. Bir eli cebinde bir eli fenerdeydi. Orada öylece duran bana baktı. Baştan aşağı süzdükten sonra yüzüme baktı.
"Takip et." dedi. Tereddüt etmeden peşinden gitmeye başladım. O önde ben arkada çıkışa kadar gelmiştik.
Demirlerin üstünden atlayıp yukarı çıktı. Demirlerden inmesi kolaydı ama çıkması zordu. Omzuma kadar gelen demirden nasıl çıkabilirdim ki? Ellerimle demiri iyice kavrayıp kendimi yukarı çekmeye çalıştığım sırada elini bana uzattı. Erkeğin eli? Ölürüm de tutmam!
"Gerek yok kendim çıkarım." dediğimde elini çekip beni izlemeye başladı. Ciddiyim çıkamıyordum. Sanırım... gerçekten yardıma ihtiyacım vardı. Derin bir nefes verdim ve ayaklarıma baktığım sırada ellerini belime atıp beni çekti ve çıkardı. Yok artık belime nasıl dokunabilirdi bu?! Yere indiğimde elimi kaldırıp tekrar tokat atacaktım ki kendime hakim oldum. Başını dikleştirip bana dik dik baktı ve gülümsedi. Allah'ım bir insan bu kadar mı gıcık olur ?! Kaşlarımı çattım ve tüm cesaretimi toplayıp yavaş bir tokat attım yüzüne, sonra merdivenlerden çıkmaya başladım. 3 kat çıktıktan sonra sınıfımın olduğu koridora girdim. Arkamdan geldiğini hissedebiliyordum. Hızlı adımlarla bana yaklaştı ve saç tokamı çekip saçlarımın salınmasına neden oldu. Ne sanıyordu kendini bu? Ne hakla tokamı alırdı?!
"Ne yaptığını sanıyors-" derken sınıfın kapısını tıklatıp içeri girdi. İnanamıyorum tokam onda kalmıştı. Saçlarım salıktı ve ben bundan hiç hoşlanmıyorum! Derse girdiğimizde Kaan hemen sırasına oturdu. Sinirle yüzüne baktığım sırada tokamı parmağında döndürüyordu. Arkadaşları buna gülerken öğretmenden özür dileyip yerime oturdum. Dersimiz aynı hocayaydı. Tahtaya dönüp birşeyler yazarken çantamı yavaşça açıp telefonumu taşınabilir şarj cihazıma taktım.



--OLAY--

Ders boyunca Kaan'a sinirli sinirli baktım. İzleyip durdum ama o beni takmıyordu bile. Tokamla oyun oynarken keyifli görünüyordu. Ama ona ödetecektim bunu. O gülen yüzünü solduracaktım. Keşke belimden tuttuğu sırada 3-5 tane daha tokat atsaymışım yüzüne!
Ders bitip zil çaldığı sırada sıramdan kalkıp yanına tokamı almaya gidecektim ki kantindeki çocuk yanıma geldi.
"Selam." dedi. Terlediğimi hissediyordum.
"Selam." dedim. Evet çocuğu hoş bulmuş olabilirdim ama aşık olmak bundan daha üstün bir şey. Birden yüzümü düzelterek Kaan'a doğru yürümeye çalıştım. Tokamı almam gerekiyordu. Çocuk Kaan'a baktığımı görünce o da baktı.
"Ne oldu bir şey mi var?" dedi. Kaşlarını çattı.
"Hayır, yok." dedim sakince. Kaan'a tekrar baktığımda bize bakıyordu. Tokayı parmağında çevirmeyi bırakıp ayağa kalktı. Yanıma doğru geldi. Bir bana bir yanımdaki çocuğa bakıyordu.
"Ne oldu?" dedim kaşlarımı kaldırarak.
"Bir dakika gelsene." dedi. Kolumu tutarak beni çekiştirmeye çalıştı. Ne yapmaya çalışıyordu bu?! Kolumu hızlıca çektim. Bana kaşlarını çatarak baktı. Çocuk da öylece bizi izliyordu.
"Ne yapıyorsun sen?!" dedim sinirlice. Yüzüne baktım.
"Gel dedim!" dedi ve tekrar kolumu tuttu. Beni zorla götürmeye çalışırken yanımdaki çocuk kollarımızı ayırdı.
"Gelmek istemiyor işte zorlama kızı!" dedi. Şuan öyle minnettardım ki ona. Gülümseyerek baktım. Kaan öldürecek gibi bakarken kapıdan Açelya'nın sesini duydum. İçeri girip bir bana bir Kaan'la şu çocuğa baktı. Kaşlarını çatarak konuşmaya başladı.
"Hayırdır bir sorun mu var?" dedi. Açelya beni koruyordu ama bu kızın ne yapacağı belli olmuyordu. Çocuk Açelya'ya öyle bir bakıyordu ki gözleri korkuyla doluydu. Neden öyle baktığını acayip merak etsemde şuan bunun sırasının olmadığını biliyordum. İkisinin de gözlerine bakarak derin bir nefes aldım.
"Yok Açelya'cım arkadaşlar silgi istediler de." dedim. İkisi de şaşkın şaşkın bana bakarken
"Hadi bahçeye çıkalım biz, gel." dedim ve koluna girip onu kapıya götürdüm. Bana baktıklarını hissedebiliyordum.
Açelya'yı sınıftan çıkardıktan sonra nefesimi verdim.
"İkisi aynı anda mı silgi istedi?" dedi. Anlamıştı, daha fazla uzatmanın anlamı yoktu.
"Ne yapardın?" dedim. Önüme doğru bakarak
"Hiç, en fazla..." deyince gözlerimi büyütüp yüzüne baktım. Hafifçe gülümsedi ve önüne döndü.
"Dökül." dedi. Bu repliğini hiç sevmiyordum. Beni strese sokuyordu.
"Benden önce sen dökülsen diyorum?" dedim sırıtarak ve gözlerine baktım. Kaşlarını kaldırdı ve derin bir nefes verdi.
"İki üç hafta olmuştu, kimseyi tanımıyordum ve tanışmakta istemiyordum. Bizim sınıftakiler benle hiç anlaşamazlardı, bir şey varmış gibi uğraşır dururlardı. Tabi ben bunlara hiç tepki vermiyordum. Bir gün kantindeyim, çay almıştım. Bir yandan kitabımı okuyup bir yandan çayımdan içiyordum. Bizimkiler yine başıma gelmez mi? Allah'ım nasıl gıcıklar varya, şimdi bunlar yine benimle alay ediyorlardı, tabii ben tepkisiz kalıyordum. İşte o servisteki çocuk varya masadaki çayımı alıp kafama döktü. Sıcak bir de yandım durdum. Ayağa kalktım buna tekme tokat girdim, çocuğu öyle böyle dövmüştüm ki o gün, etraftakiler ayırmaya korkuyordu. Neyse bunun ağzını gözünü yumrukladım derken öğretmenlerle müdür geldi işte, bizi ayırdılar. Bana bir şey olmamıştı ama çocuğu hastaneye kaldırdılar. Meğer ben bunun dudağını, kaşını patlatmışım. Zaten çocuğu elimden aldıklarında kanlar içindeydi. Her yeri morarmıştı. İşte o zamandan beri kimse benimle iletişim kurmak istemiyor, kimse beni sevmiyor. Çocuğa neden girdiğimi herkese teker teker anlatsamda beni anlamıyorlar." dedi. İlk başta ufak bir şok geçirdim. Nasıl olabilirdi bu ? Açelya hiç böyle birine benzemiyordu. İyi ki dışarı çıkarmışım yoksa Kaan ile o çocuğa neler yapardı bilemem. Üzülerek yüzüne baktım. Ama bu durumdan çok hoşlanmış gibi gülüyordu.
"Kanka sen iyi misin?" dedim omzuna dokunarak. İyi olmadığını biliyordum. Kız ağlayacağı yerde kahkahalarla gülüyordu. Oturduğumuz çardaktan kaldırdım onu ve okulun içine götürdüm. Lavabonun nerede olduğunu bilmediğim için birilerine sordum. Lavaboya götürdüğümde musluğu sonuna kadar açıp yüzüne dört beş kere su çarptı. İyi değildi, hem de hiç iyi değildi. Keşke sormasaydım, keşke yapmasaydım böyle bir şey. Suyu açık bırakıp yere oturdu. Saçlarını arkaya attı ve yere baktı. Biraz öyle durdu. Ben suyu kapatıp yanına oturdum.
"Ben seni anlıyorum Açelya." dedim. Saçlarını karıştırıp güldüm ama o hiç gülme havasında değildi. Gülmeyi bırakıp ayağa kalktım. Ellerimi uzatıp ellerinden tuttum. Ayağa kaldırıp sarıldım. Kurduğu cümleler eski anılarının gözünün önüne gelmesini sağlamıştı ve onu ezmişti.
Sarıldığımız sırada zilin çaldığını duydum.
"Hadi." dedim sarılmayı bırakıp.
Lavabodan çıktıktan sonra onu sınıfına götürdüm. Girdikten sonra bende kendi sınıfıma girdim, öğretmen daha gelmemişti. Sırama gidip oturdum, bir an aklıma tokam geldi. Saçlarım hala salıktı, sırasına baktığımda ortalıkta görünmüyordu. Aynı şekilde o çocukta yoktu. Yoksa kavga mı etti bunlar ya? Biraz sıramda bekledikten sonra öğretmen geldi. Onlar hala yoklardı..
Dersin ortasına doğru artık gelmeyeceğini anlamıştım derken kapı tıklandı. Öğretmen izin verirken kapıya gözümü diktim. Kapı açıldı ve içeri girdi. Kaan gelmişti ama diğeri yoktu. Nefes nefese bir şekilde öğretmenden özür dileyip yerine oturdu. Tokamı bileğine takmıştı. Anladım, o tokayı bana vermeyecekti, zaten verse de takmazdım artık. Gözlerimi diktiğim sırada biri daha girdi sınıfa. Bu sefer o çocuk gelmişti, özür dileyip yerine oturdu. Bana doğru bakıyordu, terlediğimi biliyordum. Bu çocuğu görünce sıcak basıyordu beni.
Gülümsediğinde bende gülümsedim, ardından Kaan'a baktığımda tokayı elinden çıkardı ve gerdirmeye başladı. Ne derdi vardı bu tokalarla bunun?!
Ders bitiminde zil çaldı, hızlıca Açelya'nın sınıfına gittim. Sırasına baktığımda pencereden dışarıyı izliyordu. Yanına gidip oturdum, durgun görünüyordu.
"Kanka?" dedim. Yorgun gibi görünüyordu.
"Hı?" diye bir ses çıktı ağzından.
"Kantine gidelim mi?" dedim.
"Sen git."
"İyi misin peki?"
"Evet. Sadece yorgunum."
"Tamam." onu yalnız bırakmanın iyi bir fikir olacağını düşündüm. Yanından ayrılınca tekrar sınıfa girdim. Sadece iki kişi vardı sınıfta, onları da tanımıyordum zaten. Çantamdan cüzdanımı kapıp kantinin yolunu tuttum. Merdivenlerden inip kantine vardım. Oldukça kalabalıktı, etrafı incelerken arkadaşlarıyla oturmuş ve yine tokamı bileğine geçirmiş Kaan'ı gördüm. O da beni gördü. Bir iki saniye bakıp kafasını tekrar çevirdi. Sıraya girip meyve suyu aldıktan sonra boş bulduğum bir masaya oturdum. Telefonumu çıkarıp kamerayı açtım. Ön kameraya baktığımda saçlarımın ne kadar iğrenç durduğunu fark ettim. Tarağım veya tokam yoktu, sanırım okul bitene kadar saçlarım salık gezecektim. Saçlarımı elimle düzeltmeye çalışırken yanımdan sandalye çekme sesini duydum. Yanıma baktığımda birden korkarak ufak bir çığlık attım. Sınıftaki çocuktu.
"Korkuttum mu?" dedi.
"Yok yani bir an öyle gelince.." dedim. Sözcükleri toparlayamıyordum. Ayakta bekliyordu nedense?
"Oturabilir miyim?" Şimdi ne olduğu belli oluyordu.
"Ah tabii ki evet!" dedim. Sıcak! Çok sıcak, terliyorum. Yanıma oturup elini bana uzattı.
"Tanışmaya fıratımız olmadı ama ben Alperen." dedi. Elini sıktığımda kendimden geçtim. Birden ufak titrediğimi hissettim. Sorun yok... sorun yok.
"Ben de Gökçe." dedim. Elini bıraktığımda beni izliyordu. Telefonumu tekrar açıp saate baktığımda saçlarımdan bir tutamını eline aldığını hissettim. Gözlerimi büyütüp eline baktım. Saçlarımla oynuyordu. Bir erkek benim saçlarımla oynuyordu ve ben izin veriyordum. Çünkü hoşuma gidiyordu..
"Çok güzeller." dedi. Yüzümün kızardığını hissettim. Ben saçlarımı bu zamana kadar hiç sevmemişken ilk defa biri beğendiğini söylemişti.
"Teşekkür ederim." dedim. Diyecek başka bir şey yoktu.
O saçlarımla oynarken kafamı sağa çevirdiğimde Kaan'ın bizi izlediğini gördüm. Yüzü sinirden kıpkırmızı olmuştu. "Ne oldu?" dercesine kafamı salladığımda ayağa kalktı. Yanıma doğru gelecekti ki arkadaşlarından biri bunu tuttu. Şişesinin kapağını açıp bir kaç yudum su içti. Tokamı elinde sıkı sıkı tutuyordu. Biraz daha böyle devam edersek beni öldüreceğini hissediyordum, kendimi yavaşça geriye çekip ayağa kalktım. Merakla bana bakıyordu.
"Ee şey benim biraz işim var da."
"Tamam sonra görüşürüz." dedi. Endişeyle kantinden ayrılırken Kaan'ın ayağa kalktığını gördüm. Kantinden ayrılıp hızlıca merdivenlerden çıktım, sınıfa tam girecekken kolumda bir el hissettim. Arkama döndüğümde Kaan'ı gördüm. Sertçe elimi çekerken tokamı bana uzattı. Hala sinirli gibi duruyordu,
"İstemiyorum!" dedim. O kadar eline bileğine değmişti o, neden takayım ki? Çöp oldu artık.
"Tak şunu!" dedi, sinirliydi ama sessizdi.
"Takmayacağım!"
"Al şunu tak dedim!" çok sertti ama bende vazgeçmeyecektim.
"İstemiyorum o tokayı! Her yerine değdi o senin!" dedim bağırarak.
"Farkındaysan o çocuk da saçlarına değdi?!" dedi. Haklıydı aslında ama Alperen'le o bir değildi!
"Olabilir!" dedim, ciddiyim verecek cevaplarım yoktu. Ben öyle laf sokan insanlardan değilim. Birden arkama geçti ve saçlarımı toplamaya başladı. Kaçmaya çalıştığımda saçlarım acıyordu. Acı içinde kıvranarak bağırırken bırakmaya niyeti yoktu.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun! Bırak!" diye bağırdım. Hiçbir şey demiyordu. Saçlarımı tepeden topuz yapıp bıraktı. Arkamı dönüp onu hızlıca geri ittim. Çok sinirlenmiştim, her an yüzüne yumruklar savurabilirdim ki oradan kaçtım. Nereye gittiğimi bilmeden kendimi lavaboda buldum. Aynaya baktığımda şok olmuştum, ben bile bu kadar güzel bağlayamazken nasıl böyle bir topuz yapmış olabilirdi? Yok, kesin annesi kuaför bu çocuğun. Topuzu hiç bozmadan lavabodan çıktım. Zil iki dakika önce çalmıştı zaten. Sınıfa girip hızlıca sırama oturdum. Öğretmen az sonra geldi. Hiç sağıma bakmadan kafamı pencereye yasladım. İzlemeye başladım, her şeyi unuttum. Sadece gökyüzünü izledim. Yumuşacık bulutları, masmavi gökyüzünü, bakınca gözümü acıtan güneşi bile kıpırdamadan izliyordum. Gözlerimi sakince kapatacağım sırada telefonum çaldı. Oh hayır, sınıftayım olmaz! Çantamı aralayıp telefonuma baktığımda annemin aradığını gördüm. Zaten kim arayabilirdi ki ben okuldayken!
Hoca arkasını döndüğünde hızlıca sessize alıp çantamın fermuarını kapattım. Kaşlarını çatarak etrafa bakarken konuşmaya başladı.
"Kimindi o telefon?!" dedi. Kimse bilmezken Kaan gülümseyerek dik dik bana bakıyordu. O biliyordu... benim telefonumun çaldığını biliyordu. Elini kaldıracakken kaşlarımı kaldırdım ve endişeyle bakmaya başladım. Elini indirdi ve resim çizmeye devam etti. Şuan o kadar minnettardım ki.. telefonumun alınması dünyada isteyeceğim son şey olurdu. Herkes etrafa bakarken bende şüpheliymişim gibi davranmamaya çalışıyordum.
"Kimindi o telefon dedim!" öğretmen sinirlenmişti, bağırarak herkesin gözüne bakıyordu.
"Okulda telefon yasak!" dedi tahtaya vurarak. Önüne döndüğünde büyük bir oh çektim. İçimden kontrol yapmasın diye dua ediyordum ve yapmadı. Teşekkür ederim..
Ders boyunca hoca deftere yazı yazdırdı. Bileğim artık dayanamadı ve kalemi elimden attı. Yazı yazmak istemiyordum artık. 5 sayfa yazı yazdık resmen! Artık kurtulmak istediğim sırada zil çaldı. Hayret! Bu ders her şey istediğim gibi gidiyor.
Zil çaldığında hemen gizlice telefonumu cebime atıp sınıftan çıktım. Açelya'ya olanları anlatacaktım ama önce annemi aramalıydım. En alt kata inip spor salonuna girdim. Buraya pek fazla kişinin girmediğini biliyordum ve muhtemelen artık buraya gelip telefonumla vakit geçirebilirdim. Burası oldukça büyüktü, basketbol oynamak için gelinebilirdi. Sağ tarafta seyirci koltukları, salonun en köşesinde de sanırım soyunma odası vardı. Koltuklardan en yüksektekine gidip oturdum ve telefonumu çıkardım.
"Az kalsın hocaların eline düşüyordun ufaklık!" dedim sessizce. Evet ne kadar saçma olduğunun farkındayım ama eşyalarla konuşmak beni rahatlatıyordu. Küçükken oyuncak bebeğim Sara'yla dertleşirdim. Hiç hareket etmezdi ama karnına basınca kıkırdardı. Gözümün önüne geliyor. Sarı saçları, siyah gözleri, üzerinde çiçekli minik bir elbisesi vardı.
Bildiğiniz bebek işte, hala yatak odamda duruyor..
Telefonumu açtığımda şarjı %64 olmuştu. Okul bitene kadar yeterdi en azından. Aramalara girdim ve annemi aradım. Hemen açtı tabii ki.
"Gökçe neden açmıyorsun telefonu !?"
"Anne dersteydim. Okula telefon götürmek yasakmış."
"Tamam kızım ben merak ettim. Ne yapıyorsun?"
"Okul işte. Sen beni boşver siz ne yapıyorsunuz?"
"Bizde şimdi yengengildeyiz. Baş sağlığına geldik."
"Tamam anne de, bir şey soracağım. Şu ev konusunda Sema Teyze sana ne dedi Allah aşkına!?"
"Ne bileyim kızım, bir şeyler söyledi de anlamadım. Ben de evet dedim geçtim valla. Ne diyordu ki ?" anlamadan evet mi demiş?! Cidden mi? Neyse en azından izin vermiş, şimdi anlatırsam kararını değiştirebilir.
"Yok bişey anne, kurabiye yapmıştık da."
"İyi kızım iyi. Hadi ben salona geçiyorum, eve gidince ara beni."
"Ta- bip..bip..bip" Annemin bu huyunu hiç sevmiyorum! Yüzüme kapatıyor hemen!
Aramalardan çıktıktan sonra mesaj gelmiş mi diye Whatsapp'a girdim. Hiç mesaj yoktu. Ama bir şey dikkatimi çekti, Ada profil fotoğrafını mı değiştirmiş?! Büyüttüğümde şaşırdım kaldım. Bir kızla fotoğrafını koymuştu! Nasıl yapabilir bunu ya!? Eminim bana inat yapmıştır varya! Çok sinirlendim şuan!
Fotoğrafa biraz bakınca aklım başıma geldi. Haklıydı kız, beni Açelya'yla görmeye dayanamamış ve bana gıcıklık olsun diye bunu yapmıştı. Mesaj yazmayı düşündüm ama vazgeçtim. Telefonu kapatıp kalkacaktım ki bildirim geldi.

WHATSAPP
Yeni Mesaj: 534*******

Mesaj mı ?! Numaradan mı? Hemen bildirimin üstüne tıklayıp mesajı açtım.
"Evet amacım buydu." yazmıştı. Çevrimdışı olmadan hemen mesaj yazdım.
"Sen kimsin?" cevap yok. Mesajı görmedi. 'son görülme bugün'

Zil çalmıştı, telefonumu cebime attım ve ayağa kalktım. Spor salonundan çıkıp üst kata çıktım. Sınıfa girmeden önce Açelya'ya bakmak istedim ama 10/C'nin kapısı kapalıydı. Açmadım, sonuçta benim sınıfım değil. Hemen yanındaki kendi sınıfımın kapısını açıp içeri girdim. Girdiğimde şaşkınlıkla sıralara baktım. Hayret?! Kimse yoktu. Merakla sınıfa girip etrafa göz attım. Yürüyüp sırama geldiğim sırada gözlerim pencereye kaydı. Aşağı baktığımda şoka girdim. Birkaç kız Açelya'ya mı sataşıyordu?! Yok yok! Ben yanlış görüyorum.
Hayır! Gerçekten sataşıyorlardı. Açelya hiç karşılık vermiyordu. Donuk donuk otururken kızların sözlerini duymak zorunda kalıyordu. Sinirlenmiştim. Hem de çok! Kafamı pencereden geri çektim ve kaşlarımı çatıp sınıf kapısına doğru yürüdüm. Koridordan hızlıca geçip alt kata indim. Sola döndüm ve çıkış kapısına ulaştım. Sinirle dışarı baktığımda, hala oradalardı. Hızlı adımlarla yanlarına gittiğimde Açelya beni gördü. Ayağa kalkıp gülümsedi. Kızlar ne olduğunu anlamamış bir şekilde aralarından geçip yanıma geldi. Kaşlarımı garipçe oynatıp yüzüne baktım.
"Ne oluyor?!"
"Hiç.. gel." kolumdan tutup beni çekiştirirken aklımda bir sürü soru dolanıyordu. Kimdi o kız? Açelya'dan ne istiyorlardı? Neden beni götürüyor? Neden Açelya ve bizim sınıftakiler dışarıda? Sorularımla uğraşırken sınıfa geldiğimizi fark ettim. Açelya da yanıma oturmuştu. Bizim sınıftı burası, kendi sınıfına girmemişti. Kafasıyla pencereyi işaret etti.
"Melis... benimle uğraşmaktan çok zevk alır."
"Melis mi?"
"Evet, müdürün kızıyım diye çok havalanıyor. Kendi grubunu oluşturmuş, cidden film gibi ya."
"Müdürün kızı mı !?"
"Aynen öyle. Yanındakilerde Cansu ve Sude. Hepsi şerefsiz!" dediklerini duyunca çok şaşırdım. Müdürün kızı Melis? Cansu ve Sude? Her şeyi öğreneceğim. Daha okulun ilk gününde başıma neler geldi ya!?

Açelya cebinden telefonunu çıkarıp Whatsappa girdi. Ben camdan dışarıyı izlerken tuş sesleri kulağımı gıdıklıyordu. Melis ve yanındakiler az önce Açelya'nın oturduğu çardağa gitmiş oturuyorlardı. Ne kadar gıcık oldukları tiplerinden anlaşılıyordu. Melis zayıf ve orta boylu bir kızdı. Sarı saçlarının diplerindeki siyahlıklar belliydi. Dudağında hafif kırmızı bir ruj vardı. Protez tırnaklarını beyaza boyamıştı. Üzerinde ince tişört ve altında dar kot pantolonu vardı. Ne kadar iğrenç durduğunun farkında bile değildi. Sude Melis'ten daha beter duruyordu. Simsiyah saçlar, simsiyah ruju, simsiyah farı, kaşlarına kadar gelen eyelinerı, simsiyah sweati, simsiyah eşofmanı ve yine simsiyah ayakkabıları. Bu kadar siyah giyinmek hastalık belirtisi olmalı. Cansu normal birine benziyordu. Zayıf ve Melis ile aynı boydaydı. Kahverengi saçları vardı. Yüzünde allıktan başka bir şey yoktu. Sade giyinmişti. Gömleğin altına beyaz tişört ve sarı eşofman.
"Neden sataşıyorlardı ki sana?"
"Onların çardağıymış falan filan!" Omzuna hafifçe vurup sormaya devam ettim.
"Neden dışarıda bizim sınıftakiler? Ve sende tabii?"
"Ha senin haberin yok değil mi? Beden hocasıyla felsefe hocası kaza yapmış. Pek umrumda değil gerçi. Bizim dersimiz felsefe, galiba sizin beden."
"NE?! Kaza mı!?"
"Aynen. Niye şaşırdın ki?"
"Bir şey olmuş mu?"
"Kızım daha tanımıyorsun bile onları. Niye endişeleniyorsun hemen?" kaza yapmışlardı ve Açelya gülüyordu. Ne saçmalık ya?!
"Endişelenmeyeyim mi kaza yaptılar diyorsun?!"
"Onlar hep kaza yapıyor zaten. Bence sırf dersleri ekmek için. Kimse bunları sevmiyor. İkisi evli." ne diyeceğimi bilemedim. Hep mi kaza yapıyorlarmış. Şaka gibi ya!
"E ne yapacağız burda? İki saat bekleyecek miyiz?"
"Galiba." of ya. Ne yapacağım burada. Yahu okulun ilk günüde neler yaşadım neler?! Şimdi de dersler boş! Sıkıntıdan patlarım.



--......--


Telefonumu ve kulaklığımı çantamdan çıkarıp cebime koydum. Açelya bana baktı
"Gel sana bahçeyi gezdirmedim."
"Gezmeye gerek yok bence. Zaten birkaç çardaktan başka bir şey yok."
"Peki ya arka taraf?"
"Ne arka taraf?"
"Okulun arkasında başka bir şey yok mu?"
"Var mı? Hadi gidelim!"
"Gel." birlikte dışarı çıkarken çok meraklanmıştım. Çıkış kapısına vardık ve bahçeye çıktık. Melis, Cansu ve Sude çardakta otururlarken bir arkasındaki çardakta da Kaan'ı arkadaşlarıyla oturmuş telefona bakarken gördüm. Kafamı sağ tarafa çevirdiğimde ise birkaç kişi top oynarken, okulun duvarına yaslanmış etrafı izleyen Alperen'i gördüm. Ama şuan sırası değil. Hızlıca gözlerimi kaçırıp tekrar sola baktığım sırada elimi çekiştiren Açelya'yı fark ettim.
"Hadi kurtlar görmeden gitmemiz gerek!" Açelya'ya kafamı salladım. Ama bir şeyi anlamadım. "Kurtlar" dediği neydi?
Hızlıca yürümeye başladık. Açelya bir yandan etrafı gözetlerken bir yandan yavaş yavaş ilerliyorduk. Okulun yan tarafına geçtiğimizde artık normalce yürümeye başladık.
"Kurtlar derken?"
"Boşver."
Okulun arkasına geldiğimizde hiç bir şey göremedim. Yalnızca okul duvarı ve üstünde teller vardı. Şaşkınca etrafa bakarken Açelya duvara dokunuyordu. Ne yaptığını hiç bilmiyordum ama bir şey arıyor gibiydi.
"Ne yapı-" derken sözümü kesti
"Şşşt"
Bir dakika duvara dokunduktan sonra bana bakarak gülümsedi.
"Buldum!" ne olduğundan gram fikrim yoktu. Öğrenmek istiyordum artık.
Tam merakımdan çatlayacakken Açelya bir medil çıkardı cebinden ve eline koydu. Duvara biraz yaklaştığımda bir şey fark ettim. Sildiği yerde küçücük bir kol vardı. Allah'ım burada daha neler göreceğim? Kolu aşağı indirdiğinde duvarın birr kısmının aslında bir kapı olduğunu anladım. Acayip şaşırmıştım. Bura neresiydi ki şimdi? Kapıyı açtığımızda içeriye girdik. Kapıyı arkadan kapattığımızda içeriye göz attım.
"İşte! Kurtların bölgesi." hala "kurtları" anlamıyorum. Etrafa bakındım. Loş bir ışık tepeden aydınlatıyordu, ortada yuvarlak bir masa dört yanında koltuklar vardı. Sağda kitaplık ve çalışma masası, solda asansör vardı. Bu ne asansörü ya?!
"Asansör?"
"Evet. Çalışıyor, buradakiler binip yukarı çıkabiliyor ama kimse yukarıdan binip buraya gelemiyor." masada bitmiş cips poşeti ve içecek tenekeleri vardı. Anlaşılan burada birileri atıştırmış.
"Kurtlar dediğin ne, artık anlatacakmısın?"
"Zamanla öğrenirsin, daha ilk günün burada."
İleriye doğru gittim. Gittikçe karanlıklaşıyordu. Korkacak bir şey yoktu zaten. Burası sadece bir oda. Karanlığa doğru yürüdüğümde buzdolabını gördüm. Kapağını açıp içine baktım. Işık gözüme çarpınca geri çekilip kapağı kapattım. Sola dönüp o tarafa yürüdüm. Etrafı merak ediyordum. İncelemek istiyordum. Karşıma bir kapı daha çıktı. Merakla kapıyı açtım. Hadi canım!? Burası 1+1 ev herhalde?! Hemde okulda?! Karşıma büyük bir dolap ve ikili üç adet ranza çıktı. Şaşırdım. Kurtlar kim ise burası onların evi olmalı. Etrafı biraz inceledim, telefonumu çıkardım, ışığını açtım ve yataklara baktım. Dolaba baktım. İçinde birkaç parça kıyafetten başka bir şey yoktu. O sırada Açelya'nın sesini duydum.
"Gökçe! Gitmeliyiz!" diye bağırdığında telefonum elimden kayıp dolabın altına düştü.
"Geliyorum!" dedim. Eğilip dolabın altında ışığı yanan telefonuma elimi uzattım. Yetişmiyordu, buraya ancak küçücük bir fare girebilirdi. Nasıl girdiyse oraya?! Telefonuma uzanmaya çalışırken Açelya bağırıyordu.
"Gökçe çabuk ol! Geliyorlar!" ne? Kim geliyordu? Yoksa kurtlar dediği mi? Yatağın altındaki bulduğum ince çubukla telefonu ittirip kendime çektim. Hızlıca ışığını kapatıp içeri koştum. Açelya asansörde beni bekliyordu. Biraz baktığımda Açelya şaşırmış yüz ifadesiyle kapıya bakıyordu. Sesler... kapıdaki sesler.
"Git!" dedim. O gitmeliydi. Beni beklerse hiç gidemeyecekti.
"Saçmalama çabuk gel!" sesler yakınlaşınca
"Git sen ben geleceğim söz!" fısıldaşırken Açelya asansörün kapısını kapattı ve yukarı çıktı. Yapabileceğim bir şey yoktu. Sesler daha da yakınlaştı. Kapı açma sesiyle aniden diğer odaya koştum. Öyle korkuyordum ki! Hızlıca dolabın içine attım kendimi. Sesler pek anlaşılmasa da duyuluyordu.
"Kapı kolu silinmiş." diyordu. Bir başkası da
"Evet bende fark ettim." dedi.
"Anlaşılan misafirimiz var?" dedi diğeri. Öyle korkuyordum ki her an bayılabilirdim. Başkasının yerine girmiştim ve bir dolabın içinde saklanmış beni bulmasınlar diye yalvarıyordum. Şimdi yakalanırsam bunun sonu iyi olmayacaktı. Ama burada durup beni bulmalarını bekleyemezdim. Hangi cesaretle yaptıysam dolabın kapağını araladım. İçeriden çıt çıkmıyordu. Odanın içine göz attıktan sonra tamamen kapağı açıp ayağımı yere bastırdım. Sakince çıkıp sesizce yürüdüm. Gideceğim tek yer içerisiydi ama zaten oradalardı. Hadi pencere filan olsa... O da yok! Of Gökçe yer altı zaten burası! Ne penceresi saçmalama!
Yavaşça yürümeye çalışıyordum. Kapıdan kafamı hafifçe uzattığımda içeride kimseyi göremedim. Çıkış kapısı da ağzına kadar açıktı. Dışarı çıkmış olmalılardı, kafamı çekip parmak uçlarımda içeri girdim. Hiç bir şey görünmüyordu. Yalnızca dışarıdan gelen güneş ışığı aydınlatıyordu içeriyi. Az önce gördüğüm loş ışığı kapatmışlardı. Ay ne tasarruf ama!? Rahatça bir oh çekip hızlıca yürüdüm. Hiç bir şeye dokunmadan kapıya ilerledim. Ağzına kadar açık zaten. Direk çıkarım diye düşündüm. Kapıya vardığım an *PAT*
"Neler oluyor!?" kapı aniden kapanmıştı. Ne olmuştu aniden. Bu kapı kendiliğinden kapandı mı?! Güneş? Işık? Hiçbir şey göremeden ve ne yapacağımı bilmeden kapı koluna elimi uzattım. Açmaya çalıştığımda kilitli olduğunu fark ettim. Kapı az önce açıktı?! Ne oluyor lan? Kapıyı açamayınca ışığı açmak istedim. Bul bakalım Gökçe. Nerede bulacaksan o küçücük tuşu? Tam arayacağım sırada beynim çalışmaya başladı. Tabii ya? Benim telefonum var? Telefonumu çıkarıp feneri açtım. İçeriye göz attım. Kapının yanına bakınca gördüğüm şeyle çığlığı bastım. Birisi vardı burada?! Kurtlardan birisi miydi? Kendimi ve telefonumu yere atmam bir oldu. Yüzünü pek ayrıntılı göremedim ama erkek olduğunu anlamıştım. Nefret!
Yere düştüğümde çığlıklarım devam ediyordu. Bildiğiniz bas bas bağırıyordum. Telefonum ters düştüğü için ışık alt tarafta kalmıştı. Yine hiçbir şey görünmüyordu. Aniden kolumda bir el hissettim. Ve diğer kolumda da. İki kolumdan tutuldum. Kim tarafından tutulduğumu hiç bilmeden hem de. Bağırmayı kesip hemen çırpınmaya başladım.
"Hey! Bırak! Kimsin sen!" içerideki ışık açılınca her şeyi anlamıştım. Bunlar.. kurtlar olmalıydı. Tam 5 kişi. İkisi kollarımda, biri koltukta, biri duvara yaslanmış, biri de ışığın düğmesinin yanındaydı. Işığı açan o olmalıydı. Bir dakika!? Bunlar ne zamandan beri buradaydı? En son kapı açıktı hepsi dışarıya çıkmıştı ama?! Herkesi teker teker inceledikten sonra kollarımı sertçe çektim. Bırakmıyorlardı. Hiçbiri konuşmazken söze atladım. Sinirlice yerdeki telefonuma baktım. Tekrar çocuklara bakınca duvara yaslanan ışığı açana kaş göz yaptı. Ne oluyordu şuan? Çocuk hızlıca gelip telefonumu yerden aldı. Koşup koltuğa oturdu. Öfkemi tutamayıp
"Hey! O benim telefonum!" dedim. Ben ne olduğunu anlamadan hepsi kahkahalarla gülmeye başladı. Lan dalga mı geçiyor bunlar benimle!?
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.