NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

Karanlıktasın diye üzülme,
Güneş doğacak...
Aydınlık diye de pek sevinme,
Elbet akşam olacak...


Oysa ben yıllarca yanındaydım;
Ama,
Bu senin için bir "an" bile değildi...



Hiçbir şeyden zor diye vazgeçme. Herşey zor.


Hayat insana sınav yaptıktan sonra öğretir, derler. Bence öyle değil. Hayat sana, başkalarına yaptığı birçok sınav örneğini verir. Çalışıp çalışmamak ise sana kalmış bir tercihtir.


Sevmediğim insanlardan beklentim olmaz. Beklenitimin bittiği insanlarda benim için bir daha var olmaz.


Olacak olana hiçbir şey engel olamaz, olmayacak olanada hiç bir yol bulunamaz...

Öyle bir şey yap ki insanlar sana karşı utansın. Öyle şeyler yapma ki tek bir insan bile senden utanmasın.


Min dixwest ku bibim dagirker li ser dilê te. Lê mixabin ez bum dîlgirtîyê evîna te.

Ez kûlîlkim, li ser qêrîna dayîka. Ez helbestvanim, li ser dîroka şehîda. Ez tolhildanim, li ser arteşên dagirkerê tirka.

Mirin tineye, Jîyaneka ku bi dawî bûyî heye. Jîyana xwe ji dest bernedin. Ji ber kû tiştê we ji pîya digre tenê ew e.
Ölüm yoktur, son bulmuş bir hayat vardır. Hayatınızı bırakmayın. Çünkü sizi ayakta tutan tek şey o'dur.

Müslümanlar alın yazısına inandıkları kadar alın terine inansalardı şuan dünyaya islamiyet hükmediyor olurdu.


Ragirtina dirîyê ji ber xatirê bêhna gûlê ye. Xwestina kû ji dil be ne dirî, mirin jî jê ra nabe asteng.


Yek bra nayê dayîn bi hezar dosta...

Astengiya herî mezin ya ku li peşîya teye ew e ku fikr u bawerîyên tene.


Carna xwestekên mirov ji pêk anîn çêtir rê distîne. Ji wê yekê bixwazin. Xweşîyê, azadiye, mirovatîyê, qencîyê, pêşveçunê...
Bixwazin...

Xwestina xweşîyê ecibandina tirşîyêye lê bele fekîyen wî jî ew e...



Izgara odunu gibiydim;
Beni yaktığını bilmeme rağmen, yelpazelediğin zaman beni serinlettiğini düşündüm. Ateşimi gürleştirmeye çalıştığını değil.



Yaşamaya alerjim var. Yaşadıklarım da bunun göstergesi/kanıtı/yan etkileri.

Işığın ötesine gidiyoruz ve bu bazıları için ışıktan daha aydınlık, bazıları için ise siyahtan daha karanlık.



Ez yekim, ne hezarim
Ez dil'im ez dildarim
Delala min lı ser te dinalim
De were, min bê war nehêle


-----------


Ten değmemiş kollarını aç yârim, Benim olanı sarmalamaya geldim… Yıllar acıtmış gülmelerini, Saçlarındaki tozu almaya geldim… Üzen olur yokluğumda gönlünü, Sana kast eden cana ölüm olmaya geldim… Kirpiklerine tutuşur aşk ateşim, Islak gözlerini silip öpmeye geldim… Bir ömür bekledim senli günleri, Kaderimi baş üstüne koymaya geldim…

---------


Gurbetteyim sevdiğim;
Bugüne kadar tek vatanım vardı,
Ve ben o vatandan her ayrıldığımda gurbetteydim.

Gurbetteyim sevdiğim;
Bugün ise iki vatanım var,
Biri annem biri sen.

Gurbetteyim sevdiğim;
İki vatanım bir oluncaya dek...


---------


Her türlü otorite ve hiyerarşi sorgulanmalı ve bunların meşruiyeti ispatlanmalıdır. Meşruiyetini ispatlayamayan her türlü otorite gayrimeşrudur ve devrilmelidir.- Noam Chomsky

--------------


Leyla Alp - Ben Karşının Ölüsüyüm

Ben karşının ölüsüyüm...
“Terörist” dediğiniz Kürt. Küfür ettiğiniz Ermeni...
Evini aldığınız Rum, kovduğunuz Çingene, hor gördüğünüz Arap…
Kapısını işaretlediğiniz Alevi, camını kırdığınız Hrıstiyan, korkuttuğunuz Süryani… Ötekileştirdiğiniz beriki…
Ben karşının ölüsüyüm…
Yaktığınız ormanım ben, ezdiğiniz karınca, zehirlediğiniz köpek…
Yuvasından ettiğiniz kuş..
Tarlada çürüttüğünüz mahsul…
Sömürdüğünüz emek, çaldığınız yetim hakkı…
Kirlettiğiniz duayım…
Ben karşının ölüsüyüm…
Termik santral için talan ettiğiniz Karadeniz yaylasıyım, altın için delik deşik ettiğiniz Kaz Dağları…
AVM için yıkmaya çalıştığınız Gezi Parkı…
Kuruttuğunuz dereyim, kestiğiniz zeytin ağacı…
Ben karşının ölüsüyüm…
Taciz, tecavüz ettiğiniz kadınım ben…Tecavüzcüsünü salıverdiğiniz çocuk…
Bıçakladığınız LGBTİ…
İtip kaktığınız evsiz…
Kaderine terk ettiğiniz yaşlı, odalara kilitlediğiniz kimsesiz çocuk…
Ben karşının ölüsüyüm…
Ermenek’te yetim kalan çocuk, Soma'da tekmelenen madenci, Reyhanlıda elini göğe açan anne…
Oğlunu mezara koyan babayım. Babasıyla tek fotoğrafı mezar başında olan çocuk…
Evladının kemiğini soran Cumartesi annesi…
Ben karşının ölüsüyüm…
Buzlukta bekletilen Cemile'nin asılı kalan bakışlarıyım…
Panzer ardında sürüklenen Hacı Birlik'in annesinin gözyaşı…
İki aydır oğlunun cenazesini almak için çırpınan Aziz’in babasının kederi…
Ben karşının ölüsüyüm…
Meryem ananın elindeki beyaz mendil
Ata Önder’in dilindeki ısrar
Ethem’in inadı, Ahmet’in gülüşü, Hrant’ın delik ayakkabısı…
Veysel’in hiç binemediği bisikleti…
35 günlük bebeğin acısıyım…
Ben karşının ölüsüyüm…
Döve döve öldürdüğünüz Ali…
Başından vurduğunuz Berkin…
Çırılçıplak soyduğunuz Kevser…
Roboski’de 50 lira için öldürdüğünüz köylü
Suruç’ta oyuncak götüren genç…
Ben karşının ölüsüyüm…
Hani şu öldüre öldüre bitiremediğiniz
Hani itip kaktığınız… Hani yok saydığınız… Hani yok etmek istediğiniz.. Hani yok edemediğiniz…
Öldürmeye doymadığınız… Usanmadığınız, utanmadığınız…
Hani şu öldürmekle korkutamadığınız…
Bitiremediğiniz, ezemediğiniz…
Susturamadığınız…
Susturamayacağınız...



------------


Evrenin yaratılışına, Big Bang teorisine, Risale-i Nur nasıl bir açıklık getirmiştir?


  
Cum, 30-Nis-2010 - 00:00 tarihinde gönderildi

Cevap
Değerli Kardeşimiz;

Konuyu Risale-i Nur eserleriyle de harmanlayıp size takdim etmeye çalışalım:

İçinde bulunduğumuz uçsuz bucaksız evrenin nasıl var olduğu, nereye doğru gittiği, içindeki düzen ve dengeyi sağlayan kanunların nasıl işledikleri; her devirde insanların merak konusu olmuştur. Bilim adamları, düşünürler asırlardır bu konuyla ilgili sayısız araştırmalar yapmışlar, pek çok teoriler üretmişlerdir.

Yirminci Yüzyılın başlarına kadar hakim olan görüş, 'evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı' şeklindeydi. "Statik evren modeli" adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi.

Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcı'nın varlığını da reddediyordu.

Her şey, hatta henüz yaratılmamış olan "gökler ve yer" bile, tek bir noktadayken, büyük patlama ile yaratılmış ve birbirlerinden ayrılarak evrenin bugünkü şeklini meydana getirmişlerdir. Materyalizm, maddeyi mutlak varlık sayan, maddeden başka hiçbir şeyin varlığını kabul etmeyen bir düşünce sistemidir. Tarihi eski Yunan'a kadar uzanan, ama özellikle On Dokuzuncu  Yüzyılda yaygınlaşan bu düşünce sistemi, Karl Marx'ın diyalektik materyalizmiyle ünlenmişti.

On Dokuzuncu  Yüzyıldaki durağan evren modeli, başta belirttiğimiz gibi, materyalist felsefeye zemin sağlamıştı. Materyalist felsefeci George Politzer, bu evren modeline dayanarak, "Felsefenin Başlangıç İlkeleri" adlı kitabında; "Evrenin yaratılmış bir şey" olmadığını öne sürmüştü ve şöyle demişti:

"Eğer yaratılmış olsaydı, o takdirde Allah tarafından belli bir anda ve yoktan var edilmiş olması gerekirdi."

Politzer, evrenin yoktan var edilmediğini iddia ederken, On Dokuzuncu  Yüzyılın durağan evren modeline dayanıyor ve dolayısıyla bilimsel bir iddia ortaya attığını sanıyordu. Oysa Yirminci Yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan "durağan evren modeli" gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır.

Yirmi Birinci Yüzyılın eşiğinde olduğumuz şu dönemde, 'evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla yaratıldığı' modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir.

Şimdi de bu çok önemli gerçeklerin bilim dünyası tarafından nasıl ortaya çıkarıldığından bahsedelim:

1929 yılında California Mount Wilson gözlem evinde, Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Bu buluş bilim dünyasında büyük bir yankı yarattı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma farkedilmişti. Yani yıldızlar bizden sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar.

Hubble, çok geçmeden çok önemli bir şeyi daha keşfetti: Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Her şeyin birbirinden uzaklaştığı bir evren karşısında varılabilecek tek sonuç, evrenin her an "genişlemekte" olduğuydu. Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar.

"O inkâr edenler görmüyorlar mı ki başlangıçta göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?" (Enbiya, 21/30)

Aslında bu gerçek daha önceden de teorik olarak keşfedilmişti. Yüzyılın en büyük bilim adamı sayılan Albert Einstein, teorik fizik alanında yaptığı hesaplamalarla evrenin durağan olamayacağı sonucuna varmıştı. Fakat o devrin genel kabul gören durağan evren modeliyle ters düşmemek için bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein, bu davranışını daha sonra, 'kariyerinin en büyük hatası' olarak adlandıracaktı. Daha sonra Hubble'ın gözlemleriyle evrenin genişlediği kesinlik kazandı.

Peki evrenin genişliyor olmasının, evrenin varoluşu konusundaki önemi neydi? Evren genişlediğine göre, zaman içinde geriye doğru gidildiğinde evrenin tek bir noktadan başladığı ortaya çıkıyordu.

Yapılan hesaplamalar, evrenin tüm maddesini içinde barındıran bu "tek nokta"nın, "sıfır hacme" ve "sonsuz yoğunluğa" sahip olması gerektiğini gösterdi. Evren, sıfır hacme sahip bu noktanın patlamasıyla ortaya çıkmıştı. Evrenin başlangıcı olan bu büyük patlamaya ingilizce karşılığı olan "Big Bang" ismi verildi ve bu teori de aynı isimle anılmaya başlandı.

Aslında "sıfır hacim" bu konunun teorik bir ifade biçimidir. Bilim, insan aklının kavrama sınırlarını aşan 'yokluk' kavramını ancak 'sıfır hacimdeki nokta' ifadesi ile tarif edebilmektedir. Gerçekte ise 'sıfır hacimdeki bir nokta' 'yokluk' anlamına gelir. Evren de yokluktan var olmuştur; diğer bir deyimle yaratılmıştır.

Modern fiziğin ancak bu yüzyılın sonlarına doğru ulaştığı bu büyük gerçek, Kur'an'da bize on dört yüzyıl önceden şöyle haber verilmekteydi:

"O Allah gökleri ve yeri yoktan var edendir." (Enam, 6/101)

Bilindiği gibi Big Bang Teorisi, başlangıçta evrendeki tüm cisimlerin birarada olduklarını ve sonradan ayrıldıklarını göstermiştir. Big Bang teorisinin ortaya koyduğu bu gerçek de, zamanımızdan tam on dört asır önce insanların evren hakkındaki bilgilerinin son derece kısıtlı olduğu bir dönemde, yine Kur'an'da şöyle bildiriliyordu:

"O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, başlangıçta göklerle yer birbiriyle bitişikken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?" (Enbiya, 21/30)

Yani her şey, hatta henüz yaratılmamış olan "gökler ve yer" bile, tek bir noktadayken, büyük patlama ile yaratılmış ve birbirlerinden ayrılarak evrenin bugünkü şeklini meydana getirmişlerdir. Ayetin ifadelerini Big Bang teorisi ile karşılaştırdığımızda tam bir uyum içinde olduklarını görürüz. Oysa Big Bang'in bilimsel bir teori olarak ortaya atılması ancak Yirminci Yüzyılda mümkün olmuştur.

Evrenin genişlemesi, Büyük Patlama teorisinin yani evrenin yoktan var edildiğinin en önemli kanıtlarından biridir. Evren yaratıldığından beri süregelen bu gerçek, modern bilim tarafından ancak bu yüzyılda keşfedildiği halde Kur'an'da yine bundan on dört asır önce haber verilmiştir:

"Biz, göğü büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz." (Zariyat, 51/47)

Açıkça görüldüğü gibi, Büyük Patlama Teorisi evrenin "yoktan var edildiği"nin, yani Allah tarafından yaratıldığının ispatıydı. Big Bang'in bu zaferi ile birlikte, materyalist felsefenin temeli olan "ezeli madde" kavramı da tarihe karışmış oldu. Peki o zaman Big Bang'den önce ne vardı ve "yok" olan evreni bu büyük patlama ile "var" hale getiren güç neydi? Elbette ki bu soru bir Yaratıcı'nın varlığını göstermektedir. Ünlü ateist felsefeci Anthony Flew, bu konuda şunları söyler:

"İtiraflarda bulunmanın insan ruhuna iyi geldiğini söylerler. Ben de bir itirafta bulunacağım: Big Bang modeli, bir ateist açısından oldukça sıkıntı vericidir. Çünkü bilim, dini kaynaklar tarafından savunulan bir iddiayı ispat etmiştir; Evrenin bir başlangıcı olduğu iddiasını. Sadece evrenin bir sonunun ve başlangıcının olmadığını kabul ettiğimiz sürece, evrenin şu anki varlığının mutlak bir açıklama olduğunu savunabiliriz. Ben hâlâ bu açıklamaya inanıyorum, ama bunu Big Bang karşısında savunmanın pek kolay ve rahat bir durum olmadığını itiraf etmeliyim."(1)

Kendisini ateist olmak için körü körüne şartlandırmayan pek çok bilim adamı ise, evrenin yaratılışında sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmiş durumdadır. Bu Yaratıcı, hem maddeyi hem de zamanı yaratmış olan, yani her ikisinden de bağımsız bir varlık olmalıdır. Ünlü Amerikalı astrofizikçi Hugh Ross bu gerçeği şöyle açıklar:

"Eğer zaman ve madde, patlamayla birlikte ortaya çıkmışsa, o zaman evreni meydana getiren nedenin, evrendeki zaman ve mekandan tamamen bağımsız olması gerekir. Bu bize Yaratıcı'nın evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu gösterir. Aynı zamanda Yaratıcı'nın bazılarının savunduğu gibi evrenin kendisi olmadığını ve evreni kapladığını, sadece evrenin içindeki bir güç olmadığını kanıtlar."(2)

Bu bilim adamının da söylediği gibi, madde ve zaman, tüm bu kavramlardan bağımsız olan sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı tarafından var edilmiştir. O Yaratıcı, göklerin ve yerin Rabbi olan Allah'tır.

Dipnotlar:

(1) bk. Henry Margenau, Roy Abraham Vargesse, Cosmos, Bios, Theos, La Salle II: Open Court Publishing, 1992, s. 241.
(2) bk. Hugh Ross, Cosmoc and the Creator, 1993, s. 112.

Ayrıca konu ile alakalı bir bölüm için bk:

- Barla Lahikası, 250. Mektup (Envar Neşriyat, s.324)



-----------


Kimileri toprak kadar kıymetli, kimileri bir ot kadar değersiz. Herkes bir şekilde yaşıyor işte. Kimileri şerefli, kimileri şerefsiz…

Balık olmak ne güzel, düşünsene. — Ayrıldık kanka + Unutursun – Neyi + Ne neyi – Sen kimsin?


İlkokulda nöbetçi öğrenci yapmak diye bir şey vardı. Bunlar işlerini çok ciddiye alırlardı, sanırsın Topkapı Sarayını koruyorlar.

Siz gülmekten ağlayan mutlu insanlarsınız , biz ağlamanın ortasında kahkaha atan deliler.

Anlatsam roman olur sussam içime dert…

Tek nokta bitirir. Üç nokta devam ettirir. Ben iki noktayım, ne yapacağım hiç belli olmaz.

Yanıma keyfimin kâhyasını, paşa gönlümü ve tepemin tasını alarak hep beraber, burnumun dikine gitmeye bayılıyorum.

Sen beni yenemedin. Çünkü ben seninle oynamadım.

Hiç kimse duymak istemeyen biri kadar sağır oIamaz. (Wshakspeare){Nadie puede ser tan sordo como cualquiera que no quiera escuchar.}

İnsanIarı niçin öIdürüyorsunuz, biraz bekIeyin zaten öIecekIer. (Konfucyus)



---------


Min dixwest ku bibim dagirker li ser dilê te. Lê mixabin ez bum dîlgirtîyê evîna te.

Ez kûlîlkim, li ser qêrîna dayîka. Ez helbestvanim, li ser dîroka şehîda. Ez tolhildanim, li ser arteşên dagirkerê tirka.

Mirin tineye, Jîyaneka ku bi dawî bûye heye. Jîyana xwe ji dest bernedin. Ji ber kû tiştê we ji pîya digre tenê ew e.
Ölüm yoktur, son bulmuş bir hayat vardır. Hayatınızı bırakmayın. Çünkü sizi ayakta tutan tek şey o.

Müslümanlar alın yazısına inandıkları kadar alın terine inansalardı şuan dünyaya islamiyet hükmediyordu.


-----------


Ragirtina dirîyê ji ber xatirê bêhna gûlê ye. Xwestina kû ji dil be ne dirî, mirin jê ra nabe asteng.


Yek bra nayê dayîn bi hezar dosta...

Astengiya herî mezin ya ku li peşîya teye ew e ku fikr u bawerîyên tene.



-----------


Gurbetteyim sevdiğim;
Bugüne kadar tek vatanım vardı,
Ve ben o vatandan her ayrıldığımda gurbetteydim.

Bugün ise iki vatanım var;
Biri annem biri sen.

Gurbetteyim sevdiğim;
İki vatanım bir oluncaya dek.


-----------------


Her türlü otorite ve hiyerarşi sorgulanmalı ve bunların meşruiyeti ispatlanmalıdır. Meşruiyetini ispatlayamayan her türlü otorite gayrimeşrudur ve devrilmelidir.- Noam Chomsky


----------


Carna xwestekên mirov ji pêk anîn çêtir rê distîne. Ji wê yekê bixwazin. Xweşîyê, azadiye, mirovatîyê, qencîyê, pêşveçunê... Bixwazin...

Xwestina xweşîyê ecibandina tirşîyêye lê bele fekîyen wî jî ew e...



---------------


Izgara odunu gibiydim;
Beni yaktığını bilmeme rağmen, yelpazelediğin zaman beni serinlettiğini düşündüm. Ateşimi gürleştirmeye çalıştığını değil.



--------------


Çok doğru!

Şimdi boğazımda düğümlenen kelimelerim, gözyaşlarımdan akan selle kırılmış gönlümün kan gölüne akıyor ama o gözyaşı dindiği zaman o kelimeler kurşun değmişçesine değil hançer saplanmışçasına acıtacak...



------------



Silgi ve Bilgi
Babası yeni evlenen oğlunun evine tebriğe gider…

Oturunca bir beyaz kâğıt, bir kalem ve bir silgi getirmesini istedi.

Genç: “Niçin?” dedi.

Baba: “Hele sen getir.” dedi.

Genç, kalem ve kâğıdı getirdi…

Silgi bulamamıştı.

Babası: “Koş bir silgi satın alıver”, dedi.

Oğlu epey şaşırmıştı, ama dışarı çıktı, bir silgi satın alıp getirdi,
babasının yanına oturdu.

Babası: “Yaz,” dedi.

Genç: “Ne yazayım?”

Baba: “İstediğini yaz.”

Genç bir cümle yazdı.

Baba: “Şimdi onu sil.”

Oğlu sildi.

Baba: “Bir cümle daha yaz.”

Oğlu: “Allah aşkına baba, ne istiyorsun ki?”

Baba: “Yaz bir daha.”

Oğlu yazdı.

Baba: “Sil,” dedi.

Oğlu sildi.

Baba yine: “Yaz,” dedi.

Oğlu: “Allah aşkına desene baba, ne bu?”

Baba: “Hele sen yaz”

Oğlu yazdı.

Baba: “Sil,” dedi.

Oğlu tekrar sildi…

Baba sordu: “Kâğıt hala beyaz mı?”

Oğlu: “Evet. Ama mesele nedir?”

Baba oğlunun omzuna vurdu ve:

“İşte evlilik de böyledir,
bir silgiye ihtiyacı vardır…

Evlilikte hanımından göreceğin ve hoşuna gitmeyecek bazı durumları silmek için bir silgi taşımalısın yanında…

Hanımın da öyle bir silgi taşımalı beraberinde, senden sadır olacak ve hoşuna gitmeyecek şeyleri silmek için.

Zira evlilik sayfası bir kaç gün içinde kapkara olacak…

Kadının huyu para yokken; erkeğin huyu da para çokken anlaşılırmış.

Eşinden sevgi ve saygı bekliyorsan; Sen de ona göstereceksin.

SİLGİ VE BİLGİ

İkisi de 5 harftir.

Başlarındaki harfleri atarsak geriye ilgi kalır.

İlgi olmadan ne silgiye ne de bilgiye ulaşabilirsin…



---------------



Doktorun biri yeni bir muayene açmış ve kapıya bir yazı asmış:

”Vizite ücreti 100 liradır. İyileştiremediğimiz hastaya beş mislini geri veriyoruz.”

Vizite ucuzmuş ama, doktor da gerçekten doktormuş; her gelen hasta iyileşip gidiyormuş.

Doktorun ünü her geçen gün artıyormuş.

Uyanığın biri doktora gidecek, iyileşmeyecek ve beş misli parayı geri alacak ya, kapıyı çalıp derdini söylemiş:
”Doktor, ağzımın tadı hiç yok, öyle kötüyüm ki; hiçbir şeyin tadını alamıyorum.”
Doktor, adama şöyle bir bakmış ve hemşireye seslenmiş:
”Hemşire hanım, 8 numaralı kutuyu getirin!.. ”
Doktor, Hemşirenin getirdiği kutuyu adama uzatmış:
”Şunun tadına bir bakın.”
Adam, doktorun uzattığı kutudan bir kaşık alıp ağzına götürmüş ve anında tükürmüş:
”Ama bu bok!…” demiş.
Doktor gülümsemiş:
”Evet, iyileştiniz; tat alıyorsunuz artık.” diye cevap vermiş.

Adam, vizite ücretini ödemiş ve sinirleri tepesinde bir şekilde gitmiş.
Aynı adam, bir ay sonra büyük bir hırsla doktorun kapısına gelip, derdini anlatmaya başlamış:
”Doktor Bey, bende hafıza kaybı başladı; her şeyi unutuyorum.”
Doktor, adama şöyle bir bakmış ve yine hemşireye seslenmiş:
”Hemşire hanım… 8 numaralı kutuyu getirir misiniz?”
Adam, hemen itiraz etmiş:
”Ama, o kutuda bok var!.. ”
Doktor gülmüş:
”Doğru, bakın hafızanız da yerine geldi!..” demiş.

Adam, yine para kaybettiği için ağlamaklı bir şekilde vizite ücretini ödeyip dışarıya çıkmış.
İntikam üstüne intikam planları kuran adam birkaç ay sonra yine gelmiş:
”Doktor, bende iktidarsızlık başladı, durumum kötü; hiçbir şey yapamıyorum!.. ”
Doktor adamı gözüyle şöyle bir inceleyip, hemşireye seslenmiş:
”Hemşire hanım, 8 numaralı kutuyu getirir misin? ” diye seslenmiş.
Adam tüm hırsıyla başlamış küfretmeye:
– Hay ben seni de, 8 numaralı kutunu da taaa…. ”
Doktor sevinçle bağırmış:
”Geçmiş olsun beyefendi. Şükür bu sorununuz da giderildi; artık yapabiliyorsunuz!..”






Arabanın lastiği tam akıl hastanesinin önünde patlar.
Adam arabayı kenara zor yanaştırır.
Sonraki işlem malum…
Kriko, stepne, bijon anahtarı ve tekeri söker.
Ama söktüğü 4 adet bijon, yuvarlanıp yağmur mazgalına düşer.
Mazgal açılır gibi değil,
Bijonlar görünmüyor bile.
Adam bir sağına bakar, bir soluna bakar, çaresiz kaldırıma çöker.
Olayı en başından beri akıl hastanesinin demir parmaklıklı penceresinden izleyen bir deli, seslenir;
– Ula salaaak! Sen ne yapıyorsun orda öyle?
– Sorma birader,lastik patladı ve değiştirirken bijonları mazgala düşürdüm.
– Düşündüğün şeye bak! Diğer lastiklerden birer tane bijon çıkar. Hepsi 3 bijonlu olsun.
Seni, bir lastikçiye kadar idare eder.

Adam hemen denileni yapar. Ve akıl hastanesindeki deliye seslenir:
– Senin ne işin var tımarhanede?
Cevap müthiştir….
– Biz burada delilik’ten yatıyoruz kardeşim, salaklık’tan değil…!





Yaşlıca bir adam ve yanında şaheser güzel bir kadınla bir mücevher dükanına girerler.
Yaşlı adam satıcıya güzel bir yüzük satın almak istediğini söyler.
Satıcı vitrinden güzel bir yüzük cıkarıp gösterir..
Satıcı bu yüzüğün 4000 $ ettigini soyler.
Yaşlı adam ve genç kadın yüzüğe bakarlar ve yaşlı adam satıcıya;
-‘Lütfen bana en iyi yüzüğünüzü gösterin’ der
Satıcı içerden kasasından bol pırlantalı şahane bir yüzük getirir ve der ki;
-‘Bu dükkanımdaki en iyi yüzügüm.. ve fiyatı 50 000 $ dir’ der
Genç kadın heyecanla parmağına takar.
Yaşlı adam cebinden çek defterini çıkarır, 50 000 $ yazar, ve izah eder
-‘Bugün cumartesi ve öğleden sonra. Bankaların kapalı olduğunu biliyorum. Emin olmak istediginden eminim. Çeki sana bırakıyorum, pazartesi sabahı bankama telefon edip çekin karşılığını aldıktan sonra, üstünde yazılı olan telefonumdan beni ara, biz de gelip yüzüğü alırız.
Pazartesi sabahı mücevherci yaşlı adamı arar:
-‘Sen benimle alay mi ediyorsun? Hesabında hiç paran yokmuş!!’
Yaşlı adam:
-‘Sen yüzüğü dükkanında sakla ve çeki yırtabilirsin. Sayende şahane bir haftasonu geçirdim..





Şapka satarak geçinen bir adamın yolu bir gün bir ormana düşmüş. Adam biraz yürüdükten sonra  sıcaktan ve yorgunluktan bunalmış ve bir ağacın altına oturmuş. Şapkalarla dolu sepetini de yere koymuş ve uykuya dalmış.

Birkaç saat sonra adam tuhaf sesler duyarak uyanmış..  Bir de bakmış ki yanındaki sepet bomboş…Şapkalar gitmiş. Kafasını kaldırıp ağaca bakmış, ağacın dallarında bir sürü maymun, her birinin  kafasında adamın şapkaları…

Adam başlamış düşünmeye; “Ben şimdi ne yapacağım, şapkaları bu maymunlardan nasıl geri alacağım” diye. Düşünceli bir şekilde kafasını kaşırken bakmış ki, maymunlar da adamın  taklidini yapıyor, kafalarını kaşıyorlar.  Adam ellerini havaya kaldırmış, maymunlar da….Derken adam ne yapacağını bulmuş, kendi kafasındaki şapkayı çıkarıp yere atmış, maymunlar da şapkaları çıkartıp aşağı atmışlar… Adam böylece bütün şapkaları geri almış, sepetine koyup yoluna devam etmiş.

Aradan 50 yıl geçmiş… Artık adamın bir torunu varmış, o da dedesi  gibi şapka satıcısı olmuş. günlerden bir gün onun da yolu aynı ormana düşmüş.  Hava yine çok sıcakmış ve genç adam bir ağacın altına oturmuş, şapkalarla dolu sepetini yanına koymuş ve uykuya dalmış…  

Bir saat sonra uyanmış, birde bakmış ki sepetin içinde şapkalar yok… Derken  tuhaf sesler duymuş, bir de kafasını kaldırmış ki ağacın üstünde bir sürü maymun, hepsinin kafasında birer şapka. Düşünmüş… “Dedem yıllar önce bana bir hikaye anlatmıştı… ne yapacağımı  çok iyi biliyorum…” demiş.  Adam kafasını  kaşımaya başlamış, maymunlar da aynısını yapmışlar… Adam
ellerini havaya kaldırmış, maymunlar da..

Ve adam gülümseyerek kendi başındaki  şapkayı çıkarmış yere atmış… O anda ağaçtaki maymunlardan biri yere inmiş, adamın yere attığı şapkayı  kapmış, adama da bir tokat atmış ve
şöyle demiş:

-Sadece senin mi deden var, şerefsiz…






Papa, ABD yi ziyarete gitmiş, tezahüratlardan sonra bir şoför papayı almış, bir yolda gidiyorlar.


Sessiz ve ağaçlı yolda papa şoföre demiş ki:


‘Evladım, yıllar var ki böyle sessiz bir yolda gitmedim ve de yıllardır araba kullanmadım.
Şu arabayı biraz sürebilir miyim?

‘Şoför, tabii papa hazretleri demiş.


Papa yalnız oldugu duygusunu artırmak için şoföru arkaya bindirmiş.


Ama bir süre sonra asırı hızlı gittiği için polis onu durdurmuş.


Polis tam ehliyet isteyecekken camdan bakıp, bir dakika efendim deyip biraz uzaklaşmış, merkezi aramış.


‘Alo merkez, bir araba 120 mille gittigi için durdurdum ama içinde çok önemli biri var napayım?


‘Kes cezayı’


‘Bakın çok önemli biri diyorum’


‘Ne yani vali falan mı?’


‘Çok daha önemli’


‘Bakan mı’


‘Çok daha önemli’


‘Oğlum kim bu? Başkan falan mı?’


‘Daha da önemli’


‘Sen kafayı mı yedin? Daha önemli kim var be’


‘Valla, adamı tanımıyorum ama şoförü Papa.’ :))





Adamın biri Afrika´da safariye çıkarken, yanına minik köpeğini de almış. Minik köpek bir gün ormanda dolaşıp, kelebekleri kovalar, çiçekleri koklarken kaybolduğunu fark etmiş.

Ne yapacağını düşünürken bir de bakmış ki karşıdan bir leopar geliyor ve belli ki günlük yiyeceğini arıyor.

– Şimdi başım dertte, diye düşünmüş köpekcik…

Etrafına bakmış yerde kemik parçalarını görmüş. Hemen arkasını leoparın geldiği yere dönerek kemikleri kemirmeye başlamış, bu arada da arkadaki hareketi kestirmeye çalışıyormuş.

Leopar tam saldıracakken minik köpek kendi kendine konuşmuş:

– Ne kadar lezzetli bir leoparmış. Acaba etrafta bundan bir tane daha var mı?

Bunu duyan leopar bir anda donmuş kalmış ve en yakındaki ağaca tırmanarak dalların arasına saklanmış:

– Tam zamanında kurtardım yoksa bu köpeğe yem olacaktım, diye düşünmüş leopar…

Bütün bunlar olup biterken bir başka ağacın üstündeki bir maymun olanları izliyormuş, bildiklerini kullanarak bundan sonra kendisini leopardan kurtaracağını düşünmüş.

Leoparın yanına giderek neler olduğunu anlatmış. Leopar, köpeğin yaptıklarına çok sinirlenmiş ve maymuna, “atla sırtıma, gidip şunu yakalayalım” demiş.

Az önceki yerde bekleyen minik köpek, bakmış kızgın leopar sırtında maymunla birlikte süratle kendisine yaklaştığını fark etmiş.

Ne yapacağını düşünürken, kaçmaya da kalkmamış. Bunun yerine arkasını leoparın geldiği yöne dönerek kemikleri kemirmeye devam etmiş.

Tam leopar saldıracakken, yine kendi kendine konuşarak leopara duyurmuş:

“Şu aptal maymun da nerede kaldı? Yarım saat önce bir leopar daha getirsin diye gönderdim, hala haber yok!!!!!”

DİPLOMASİ DENEN ŞEY BU…

Yapabiliyorsan; hızlı düşün, sakin ol, güçlü görün, düşmanını kendi silahı ile yen…




Adamın biri otomobiliyle şehirler arası yolda gidiyormuş yol kenarında bir köylünün otostop yaptığını görmüş, yanında bir inek olan köylü geçen araçlara durmaları için el ediyormuş.

Durumu merak eden adam köylünün yanında durmuş;

– Hayırdır hemşerim, ne tarafa gideceksin?

– İlerdeki kasabaya kadar beyim

– İyi ama bu inek ne olacak?

– O önemli değil beyim arka tampona bağlarız o gelir.

Bu duruma pek aklı yatmayan adam köylünün durumuna acıyarak onu arabaya almış.

İneği ise köylünün dediği gibi arka tampona bağlamışlar.

Araba yavaş yavaş ilerlemiş. Adamın hızlanmaya çekindiğini anlayan köylü;

– Sen yürü beyim o gelir, demiş

Bunun üzerine adam hızlanmaya başlamış. 20,30,40 bakmış inek gerçekten geliyor.

Adam şaşırmış, 50, 60, 70 bakmış hala geliyor ve inekde hiçbir yorgunluk belirtisi yok.

Artık şaşkınlığı iyice artmış ve sinirlenmeye de başlamış.

Öyle ya sonuçta bir inek ne kadar hızlı koşabilir ki.

Derken adam iyice hızlanmış. Kilometre 120’yi gösteriyor.

Dikiz aynasyndan ineğe bir bakmış ve gülümseyerek köylüye dönüp;

– Senin inek yoruldu herhalde baksana dili dışarda.

– Ne tarafa çıkarmış dilini.

Buna dikkat etmeyen adam tekrar bakmış ve “sol tarafa” demiş.

Bunun üzerine köylü kendinden emin bir tavırla;

– O yorgunluktan değil, seni sollayacak da sinyal veriyor…





Ormancının biri, dalları nehrin üzerine sarkan ağacı keserken, baltasını suya düşürür. “Aman Tanrım!!” diye bağırdığında, karşısına bir peri çıkar ve niçin bağırdığını sorar.

Ormancı, baltasını suya düşürdüğünü, ama hayatını kazanabilmek için o baltaya ihtiyacı olduğunu anlatır. Peri suya dalar ve elinde altın bir baltayla tekrar belirir. “Baltan bu muydu?” diye sorar.

Ormancı, “hayır” cevabını verir.

Peri tekrar suya dalar ve bu defa elinde gümüş balta tutmaktadır.

– Baltan bu muydu?

– Hayır…

Peri, üçüncü defa sudan demir baltayla çıkar.

– Peki baltan bu muydu?

– Evet, der ormancı.

Onun dürüstlüğü perinin çok hoşuna gider ve baltaların üçünü de ormancıya verir.

Aradan birkaç ay geçer. Bir gün, ormanda eşiyle birlikte yürürken, karısı suya düşer. Ormancı gene “Aman Tanrım!” diye bağırır ve peri gene eskisi gibi karşısında belirir.

– Ne diye bağırıyorsun?

– Karım suya düştü.

Peri suya dalar ve Jennifer Lopez ile birlikte geri döner. “Senin karın bu mu?” diye sorar. Ormancı hemen “Evet” cevabını verir.

– Yalan söylüyorsun… Gerçek karın Jennifer Lopez değil.

Ormancı özür dileyerek durumu izah eder:

– Özür dilerim sevgili peri. Ortada bir yanlış anlama var. Eğer Jennifer Lopez için hayır deseydim, bu sefer Catherine Zeta-Jones ile geri dönecektin; ona da hayır deseydim karımla dönecek ve her üçünü de bana verecektin. Ben fakir bir adamım, üç kadının sorumluluğunu taşıyacak değilim. Bu yüzden Jennifer Lopez’e hemen evet dedim.

****

Bu hikâyeden alınacak ders: Bir erkek ne zaman yalan söylüyorsa, bunun mutlaka bir sebebi vardır ve bu sebep mutlaka başkalarının yararı içindir!





Ormanlar Kralı Aslanın canı çok sıkılıyormuş, şöyle bir ormanı gezeyim, tebamla eğleneyim biraz demiş…

Ormanda gezerken bir devekuşu görmüş, yakalamış devekuşunu boynundan, öteki pençesiyle de“Şak, şak, şak” diye üç tokat atmış hayvana,

“Söyle lan!” demiş, “kim bu ormanın kralı?”

Devekuşu ürkekçe “Sensin Aslan abiyy” demiş, “Tabi lan benim” demiş aslan ve “Şak, şak, şak” diye üç tokat daha atıp fırlatmış hayvanı.

Derken aslanın karşısına bu kez bir Kurt çıkmış, tutmuş Kurdu boynundan; “Şak, şak, şak” diye atmış tokadı,

“Söyle lan” demiş “kim bu ormanın kralı?“,

Kurt da ürkek ürkek “sensin Aslan abi” demiş, Aslan da “Tabi lan benim” demiş, “Şak, şak, şak” diye üç tokat daha atmış, fırlatmış onuda bir kenara.

Derken bu defa Aslanın karşısına bir Fil çıkmış, tam sıyrılacağı sırada Kurt ve Devekuşu gelip:




“Sen bu ormanın kralı değil misin Aslan abiiii? Şu giden File haddini bildirsene”demişler.

Bu gazı alan Aslan koşmuş tutmuş fili “Şak, şak, şak” diye patlatmış tokadı ve hemen sormuş “Söyle lan Fil efendi, kim bu ormanın kralı?”…

Filin kafası atmış, tutmuş hortumuyla bunu “Pat, pat, pat” diye üç kere yere çarpıp fırlatmış atmış kenara ve devam etmiş gitmiş yoluna…

Aslan yerden zorlukla kalkıp elleriyle üstünü başını silkelerken file dönmüş ve şöyle demiş:

“Bilmiyorsan bilmiyorum de kardeşim!”





Çok zengin bir kadın “recainin yeri” isimli bir petshopa gider.

girişteki papağan ; – hoşgeldin or*spu, der…

kadın kızar ve papağanın sahibine: – bu papağanı terbiye et yarın fiyatının 50 katı para verip satın alacağım der. kadın gidince sahibi papağanı kafesten çıkarıp terbiye etmek için kafasını su dolu kovaya sokar çıkarır, sokar çıkarır..

– o kadın gelince ne söyliceksin? der papağana.

papağan : – hoşgeldin or*spu.

adam papağanın kafasını tekrar suya sokar, bir iki derken papağan en sonun da terbiye olur. ertesi gün kadın gelir .

papağan :- hoşgeldin hanım efendiciğim bu ne güzellik böyle.. der

kadın da : – aferin sana der ve papağana sorar :

– peki ben evime bir adamla gelsem ne dersin peki?

papağan : – hoş geldin hanım efendi ve beyefendi.

kadın: – 2 adamla gelirsem?

papağan: -hoş geldin hanım efendi ve beyefendiler.

kadın bu cevaplardan çok memnun olur ve tekrar sorar :

– 3 adamla gelirsem?

papağan bağırır : – recaiiiiiiiiiii kovayı getirrrrrrr anam avradım olsun bu kadın or*spu…




Padişah bir gün, “Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim!” demiş.

Yalancılar hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana;

– “Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü”

-“Bunun neresi yalan? Kuş kartaldır, arslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii!..”

– “Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!..”

– “Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Taç da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Taç kimin kafasındaysa, kral odur tabii!..”

– “Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!”

“Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir”.

Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş. Ama bir gün bir adam gelmiş;

– “Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim.

– “Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!..”







Adamın teki günlerden bir gün kilise’ye gider.

amacı, “papaz’ı bulup” günah çıkartmak.

“papaz efendi benim bir günahım var, karımı aldattım” der.

“anlat evladım açılırsın, tanrı bağışlayıcıdır” der papaz.

“geçtiğimiz ay hanımla akşam yemeği için baldızın evine gittik, gece hava yağmurluydu, eve geri dönemedik. o gece orada kaldık ve ben baldızla beraber oldum” der günahkar fani.

“üzülme oğlum, sen dua et tanrı affeder” der papaz.

bunun üzerine “papaz efendi benim bir günahım daha var” diye bir mırıltı daha duyulur.

“anlat evladım, tanrı bağışlayıcıdır” der papaz.

“geçen hafta bir akşam kayın valideyi ziyarete gittim. hava yağmurluydu, gece eve geri dönemedik. o gece orada kaldım ve kayınvalide ile beraber oldum.”

papaz, yine “üzülme oğlum sen duanı et” diye öğüt verir.

bunun üzerine günah çıkartan fani bakar ki, ortam uygun, sözüne devam eder:

“dün gece de çalışmak için sekreterimin evine gittim. hava yağmurluydu, bu sebepten eve geri dönemedim. o gece de orada kaldım ve sekreterimle beraber oldum.”

papaz bu laf’ı duyunca, hemen kafasını pencereden dışarı uzatır:





Psikolog’a giden bir adam,

”Geceleri uyuyamıyorum efendim” demiş, ‘‘Sürekli yatağın altında biri var gibi geliyor. Yatağın altına girip orada uyumayı deniyorum. Bu defa da yatağın üstünde biri var gibi geliyor…”

Adamı dikkatle dinleyen psikolog ”Hallederiz bu saplantıyı” demiş. ”Bana haftada iki kere geleceksiniz. 6 aylık bir tedavi sonunda sizi iyileştireceğimi umuyorum.”

”Her viziteye ne kadar ödeyeceğim?”

”Her vizite 100 TL, buna göre 6 ayda 4.800 TL ödeyeceksiniz”

Adam gitmiş, o gidiş…

Psikolog, birkaç ay sonra adama sokakta rastlamış:

”Ne oldu, hastalığınız?”

”2.5 TL”ye hallettim… ”

”Nasıl oldu?”

”Sizden çıktıktan sonra, ilerdeki bara uğradım. Biramı içerken, barmene hastalığımı anlattım. ‘Karyolanın bacaklarını kes’ dedi… Kestim; mesele halloldu! ”
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.