NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

KAFASINA UZAY KAÇAN ADAMIN KISA GÖNÜL HİKAYESİ

Kütüphane yine oldukça kalabalık. Bunca insan ne demeye geliyor anlamıyorum. Ne yani, şimdi, herkes okuduğunu en iyi burada mı anlıyor ve maksimum verimi burada mı alıyor? Yapmayın allah aşkına. Masayı parselleyip üç saat gelmeyen insanın alacağı verime ben inanmıyorum, hatta o insanın verim almasını istemiyorum. Biraz empati yahu. Boş yer bulurum umuduyla tüm kütüphaneyi iki saat boyunca turladığımı biliyorum. Tamam kabul ediyorum, illa ki bir iki yer boşalmıştı, ama oralara da ben oturamazdım. Verim alamayacağımı bildiğim bir yerde neden oturayım? Ben evimde çalışamıyorum, o rahatsız yerde, o kırık sandalyede ve masanın ışık görmeyen kıçında oturup nasıl çalışayım? Az önce demiştim, herkes maksimum verimi burada mı alıyor diye, ben neden geliyorum o halde? Maksimum verimi burada mı alıyorum? Ah, kendime sorular, fakat cevapsız sorular. Düşünmek çok yoruyor beni. Önce düşün, sonra yanıtla, tabi yanıtın seni tatmin etmeli, etmezse yeniden düşün, yeniden yanıtla. Her neyse saçmalıyorum. Ne diyordum?

Ben kütüphaneye neden geliyorum? Aslına bakarsan, buradaki insanların yüzde doksanı finallerine çalışmaya geliyor; kimisi de finali bırakmış, direkt bütünlemeye çalışıyor. Bu kalabalığa, bu yoğunluğa hak vermek lazım. Peki ya ben? Benim finallerime de bütünlemelerime de çok var. Ben yaklaşık iki hafta sonra başlayacak vizelerime çalışmaya geliyorum. Çalışıyor muyum? Okuyucu sen çalışıyor musun?

Ben kütüphaneye neden geliyorum? Bir genç var, aslında kütüphanede çok genç var, ama bu gencin bir derdi var. Diğerlerinden farklı. Geliyor, bir şey arıyor, belki güzel bir masa, belki rahat bir sandalye, belki yakın bir arkadaş, belki tanımadığı bir kişi, belki de bir dişi. Boş masa buluyor, ama oturmuyor, biraz daha dolaşıyor. (Önümden geçtiğinde tam altıncı turunu atmış olacak.) Artık yoruluyor, aslında oturmayacak ama üzerinde birkaç göz hissediyor. “Hala mı oturmadın sen!” diyen bakışları görüyor (ya da bakışlar ona öyle geliyor). Kendisi üzerinde kendinin kurduğu baskıya yenik düşüyor, oturuyor. Çantasını önüne alıp içinden ders notu çıkarıyor, isteksiz ve çok kararsız. Sanki diğer dersin notunu çıkarsaydı daha iyi hissedecekmiş gibi. Arada kalmış, çantasına bakıyor. Kararsızlığı gözlerindeki doluluktan belli. Hayır hayır, göz pınarlarındaki doluluktan bahsetmiyorum. Bir şeyler düşünüyor ya da boş bakıyor. Aslında düşünen bakışla boş bakışı ayırt etmek çok kolaydır ama onun bakışları biraz farklı. Sanki düşünmeye çalışıyor, ama aklından geçen şey yalnızca harfler, kelimeler, rakamlar. Zihni o kadar boş ki, içinde uçuşan şey sadece doluluk. Aynı anda uçuşmaya başlayan binlerce kelimenin doluluğu, binlerce harfin doluluğu (birbirini tekrar eden harfler, mesela peş peşe beş tane “A” harfi ya da peş peşe beş tane “a” harfi. Yalnız Latin alfabesinde yer alan harfler de değil, Fenike alfabesinin harfleri ya da Eski Mısır uygarlığının sayılarını ifade eden hiyeroglifler), uçuşan binlerce cümle olamamış devriklerin doluluğu... Rastgele hareket ediyorlar. Bazen peş peşe beş tane “a”nın ortasından bir kuş geçiyor ve ortadaki a’yı ortadan ikiye ayırıyor (ortadan ikiye ayrılan a’nın kırıkları yere düşüyor ve artık o “peş peşe dört tane ‘a’ harfi” oluyor), bazen aklına bir trafik uğultusu geliyor ve gözleri uçuşan uğultuyu görüyor. Velhasıl oradaki “şey”lerin hiçbiri bir araya gelmiyor, bir anlam bütünlüğüne ulaşmıyor, sadece ağırlık yapıyor. Gözlerine baktığımda gördüm bütün bunları. Uçuşan harfleri, rakamları, kuşları...

Ben kütüphaneye neden geliyorum? Tam yanıtlayacak gibi oluyorum ama bir bakmışım sorudan epey uzaktayız, yine bir şeyler anlatıyorum. Ben kütüphaneye bu genci izlemeye geliyorum. (Ey okuyucu! Şu an “Yazının başında bazı insanların masayı parselleyip üç saat gelmediklerinden, ders çalışmadıklarından, diğer insanların ders çalışma hakkını gasp ettiklerinden yakınıyor, onlara empati yapmadıkları için küfrediyordun. Peki ya senin yaptığın nedir?” diye sorabilirsin. Şayet sormamışsan, kendini bu yazıya verememişsin demektir, kendini vererek okumanı tavsiye ederim. Ama bilmeni isterim ki burada yazanlar sana hiçbir şey katmayacak. Sana bir hiç vaadediyorum. İçinde harfleri, kısmen bir araya gelmiş fakat bir anlama kavuşamamış söz öbeklerini ve tramvayın çıkardığı sesin görüntüsünü aynı anda barındıran o gözün bana vaadettiği gibi. Size hiç kokunun tadını alabilmek ya da bir sesi görebilmek vaadedildi mi?)

Ben kütüphaneye bu genci izlemeye geliyorum. Yalnızca orta sıranın uzun masalarında ders çalışırken değil, koridora çıkıp telefonla konuşurken de izliyorum. Babası arıyor. Hemen açabilmek için beş basamaklı merdivenin ilk dördünü sessiz adımlarla koşarak, tek seferde çıkıyor. Bu hareketinin çok çirkin bir görüntü yarattığının farkında, zira boyu uzun ve kısmen zayıf, atlayışında estetik yok. “Umarım kimse görmemiştir.” Babasıyla konuşuyor: “Tamam babacığım, öğrenci belgemi aldığımda APS ile gönderirim. Evet, kütüphanedeyim işte, ders çalışıyorum. Tamam baba, tamam. Haydi, ben de öpüyorum. Tamam babacığım, hıhı, tamam, öyle yaparım, tamam, görüşürüz, tamam.” Ah, şu telefon kapatmak bilmeyen tam kapatılacağı sırada yeni bir şey ekleyen babalar. “Yine elli kez tamam dedirttin baba” diye düşünüyor, kendi kendine gülüyor. Bu küçük mutluluk elbette kısa sürüyor, aklı ilk dört basamağı atlayarak çıkmanın ona ne kadar zaman kazandırdığında. “Değer miydi?” Tahmini otuz salise. Aslında yarım saniye, ama otuz salise diyerek kendini tatmin etmeye çalışıyor. Masasına geri dönerken “Aman, düşünmeden yaşamak lazım bazen” diyor. Kendi kendine konuşurken kurduğu bu cümlenin basitliğinden rahatsız olmadı değil, ama uzatmıyor. Sandalyesine oturuyor.

Ben kütüphaneye bu genci izlemeye geliyorum. Merkez Kütüphane’ye yeni gelmeye başladı. Dört yıldır bu okulda okuyor, ilk kez bu kadar çok çalışıyor (ya da buradaki diğer herkes gibi çalıştığını sanıyor). Arkadaşlarından öğrendiğine göre çalışmaya renk katmak için insanlar birbiriyle kesişirmiş. “Kesişmek... Kesiş... Kes... Kulağı, gözü rahatsız eden bir kelime değil mi yahu bu?” Dikkat ediyor, dedikleri hakikaten doğru. Hoşuna gidiyor birbirine istekle bakan insanları görmek. Okuyor: “Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda, on iki yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.” Bakıyor: önce okumaktan sıkılmış gibi etrafına, sonra göz göze gelmek istediği kişiye. Bulamıyor. Okuyor: “Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturmanın yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır.” Bakıyor: önce bildirim gelmiş mi diye telefonuna (bildirim gelmemiş, zaten gelmediğini biliyor), sonra göz göze gelmek istediği kişiye. Bulamıyor. Yavaşça arkasını dönüyor. Hemen arkasındaki masanın en başında oturan genç kadında duruyor gözleri, ama yaklaşık yüz yirmi derecelik açıyla sırt sırta oturuyorlar, yalnızca profilden görebiliyor. “Karşımda olsaydı konsantrem bozulabilirdi.” diye düşünüyor. Göz göze gelemeyecekler. Ama o baksın ya da bakmasın, zaten ilgilenmiyor, renk arıyor ve rengini buluyor. Okuyor: “Bu suça ilişkin korunan hukuki değer bireyin cinsel dokunulmazlığı, cinsel özgürlüğüdür.” Bakmıyor, çalıştığı dersin notuna vermiş kendini ya da öyle görünüyor. Okuyor: “Mağdur kim olabilir? On sekiz yaşından büyük herkes olabilir. Çünkü mağdur on sekiz yaşından küçük olursa kanunda düzenlenmiş olan bu tipik hareket ‘cinsel saldırı’ suçunun değil, ‘çocukların cinsel istismarı’ suçunun konusunu oluşturur.” Bakıyor: doğrudan. Artık ne etrafına bakma gereği duyuyor ne de telefonuna. Bir çift göz görüyor, biraz uzak, seçemiyor ama galiba kahverengi. Yine koyu kahve tonlarında, düz, omuz hizasında saçlar ve yanakta küçük bir gamze. Muhtemelen yüz altmış dört santim boy. Durumun farkına geç varıyor, o da bakıyor! Tabii bunların hepsi bir saniyede oluyor. Dönüyor, konsantrasyonunu yitirdi, okuyor: “Of, okuyamıyorum.” Kalkıyor, biraz koridora çıkacak ve dönecek. Üst koridordaki ayağı kırık kırmızı koltukta oturuyor. Gözlerinden yine bir şeyler fışkırıyor: “istismar... gamze... TCK... yüz iki... madde... tamam baba... mağdur... otuz salise... yoksa... elli salise... kahverengi... dört basamak... atlamak...”

Ben kütüphaneye bu genci mi izlemeye geliyorum? Masasına geri dönüyor. Bir saat önce hoplayarak çıktığı merdiveni yavaş yavaş inerken, onun merdivenin tam karşısında oturduğunu fark ediyor. Konsantrasyonunu kaybettiğinden beri kafasında uçuşup duran binlerce “şey” bir anda gözünün altına, göremeyeceğim bir yere düşüyor. Kızarıyor (kendine kızarıyor, fiziksel olarak herhangi bir kızarıklık yok). Kahroluyor (kahroluşu da kendi kendine). “Umarım kimse görmemiştir demiştim ama değiştiriyorum umarım o görmemiştir. Gözü önünde gerçekleşen uzun atlamayı nasıl görmeyecekse!” Notuna dönüyor. Okuyor, bakmıyor, okuyor, bakmıyor, okumuyor, bakmıyor, okuyormuş gibi yapıyor, bakıyor (o da bakıyor), okuyor, okuyor. Konsantre oluyor yeniden. İçsel kızarıklığını atlatıyor, okuyor. Atlayışının ezikliği derinlerde hala devam ediyor, “Ne zaman düşünmeden hareket etsen başına bir bokluk gelir zaten” diyor ama duyulmuyor, çok derinlerde. Bakıyor: ama baktığı yerinde yok. Bir süre yokluğa bakıyor. Yokluğunun varlığına alışıyor. Notuna dönüyor, İbrahim Hoca’nın ses kayıtları. Çok fazla yazım yanlışı var, diye sitem ediyor. O sırada masadan bazı sesler yükseliyor, sandalye çekme sesi, kitap koyma sesi ve küçük fısıltılar. Duymuyor, sadece işitiyor. “... cebir olarak telakki edildikten sonra şiddet olması da gerekmiyor. Rıza olsa bile bu suç oluşuyor.” Cümlesi bitince sesin kaynağına yöneliyor, gözleri açılıyor. Uzun süre tepkisiz bir şekilde bakıyor (o da bakıyor). Sandalye boşalmış, o da buraya, tam karşısına gelmiş. Yanında oturan kişiler, onun arkadaşlarıymış. “O zaman bana değil de arkadaşına mı bakıyordu? Öyle olsa anlardım, değil mi? Ulan en azından atlayışımı görmemiş olsa ya!” gibi sorularla boğuşuyor, şaşkınlığı gerilmesine neden oluyor. “O değil miydi baksa da bakmasa da umursamayan, sadece renk arayan ve aradığı rengi bulan? Şimdi karşısına gelmişti işte daha ne istiyordu? Sürekli arkasını dönmek zorunda kalmayacaktı. Otursun çalışsın, arada baksın, tekrar notunu okusundu“larla kendini rahatlatıp çalışmaya devam ediyor. Okuyor, bakıyor (o da bakıyor), okuyor, bakıyor (o da bakıyor). İlk notu bitirip ara veriyor. Bakıyor, bakmıyor bu kez, izliyor. Yanındaki arkadaşıyla kulaklıkları paylaşmış müzik dinliyorlar. Bakışını yakaladığında heyecanlanıyor, “sanki çalışmamın rengini değil hayatımın kadınını buldum, amma abarttım ha” diyor. Fakat hislere gem vurmak ne mümkün, heyecanını yatıştıramıyor. “Dışarı çıkalım haydi” dediğini duyuyor. Sessiz konuştuğu için tonu alamıyor, alsa belki o sesi hiç unutmayacak. Ancak onun aklına ilk gelen “SİGARA İÇİYOR!” oluyor. Bir saat içinde ikinci kez dışarı çıkmak istemesi, onun bu tezini destekliyor. Küçük bir yıkım daha. Bugün çok sarsıldık be, diyor. Çok geçmiyor, gidenler yirmi dakika sonra geri dönüyor. Önce bir “biz geldik” bakışı süzülüyor karşı taraftan (Belki de ona öyle geliyor, belki boş, ifadesiz bir bakış ya da bir “ne bakıyorsun sürekli sen?” bakışı), kırgın bir “nerede kaldınız” bakışı gidiyor bu taraftan (Giden bakışın ne anlatmak istediği çok net, acaba karşı taraf ne anlıyor?). Bu muğlaklıktan zevk alıyor, sadece bakıyor, konuşmuyor (zaten çok konuşmaz), gözlerle anlaşıyor (ya da anlaşamıyor, zaten en güzel kısmı bu ya!). Omuzları düşüyor, bir şeyden huzursuz olmuş gibi. Gözünde belirgin bir kızarıklık, içine küçük bir kor düşüyor. Düştüğü yeri yakan ama çok acıtmayan bir kor. “Aynı kulaklığı paylaşmaları bir yana, genç adam kulaklığı kulağından çıkardığında genç kadın müziği durduruyor. Genç adam kulağına taktığında müzik devam ediyor. Acaba ne dinliyorlar? ‘Acaba ne dinliyorlar’ sorusundan önce, acaba onlar sevgili mi? Ulan tüh ya, ayıp oldu. Hem ayıp oldu hem yine sarsıldık be.” Üzerine pek fazla düşünmüyor, bugün yeterince çalıştı. Gitmek en iyisi. Aslında bitirmeyi planlayıp bitiremediği büyük puntolarla yazılmış iki yüz sayfalık bir notu daha var. Yine de ertesi güne bırakmakta kararlı. Çalışmaktan vazgeçmeyegörsün, hiçbir şey onu tekrar çalıştıramıyor. Bakıyor, kalkıyorlar. Bakıyor (o da bakıyor). Karşıdan “ben gidiyorum” bakışı geliyor (en azından öyle olduğuna inanmak istiyor). Bakıyor. Bu taraftan herhangi bir bakış gitmiyor. Sadece bakıyor. Birazdan yokluğunun varlığına alışacak nasılsa.

Ben kütüphaneye bu genci mi izlemeye geliyorum? Evet. Ama sadece içeride değil, dışarıda da izliyorum. Evine kadar, kendisi gibi. Evine gidiyoruz, hava soğuk. Kafasına montunun şapkasını geçiriyor. Öyle büyük bir şapka ki, onu geçirdiğinde tüm rüzgar kesiliyor, ama görüş açısı da epey azalıyor. Tramvaya biniyoruz, hava soğuk ve yağmurlu. Aklında bazı sözler uçuşuyor: “Dışarıda çok ses var içeride uzay, kendime çaylar demliyorum.” Sözleri tamamlamak için kulaklığını çıkarıyor.

“En az gerçek kadar yalancıyım, sen hava al burada kalıcıyım.
Büyük laf nedir göğün altında, bak yuvarlak güneş ay yarım.
Dışarıda çok ses var içeride uzay, kendime çaylar demliyorum.
Arkada kaldı gömdüğüm hikayeler, çiçek asfalttan çıkar yüzüm güler.”

Vapura biniyoruz, hava soğuk, yağmurlu ve rüzgarlı. Yeni bir şarkıya geçiyor, ondan diğerine. Aklında bugün. Normalde kütüphaneye aklındaki binlerce şey’le gelir ve aynı şekilde aklındaki binlerce şey’le geri döner. Bugün farklı. Aklındaki binlerce şey’le geldi, bir şey’le geri dönüyor. Yatıyor, yarın olsun istiyor.

***

Hikaye aslında bitmedi, ancak devam etmeyecek. Yazar başladığı hiçbir işi bitirmiyor. Bu da onlardan (gömdüğü hikayelerden) biri.
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.