Carr, Birinci bölümde tarihçi ile olgular arasındaki ilişkiyi anlatmaya çalışmaktadır. Geçmişten günümüze bir çok olgu vardır. Bu olgular ancak bir tarihçi tarafından incelenirse tarihi olgu kabul edilir. Olgu çuvala benzer içine bir şey koymadıkça dik durmaz. Sezar'ın Rubicon'u geçişinin bir tarih olgusu olduğuna, kendisince bir takım nedenlere dayanarak karar veren tarihçidir; oysa ondan önce ya da sonra milyonlarca başka insanın Rubicon'u geçişi kimseyi ilgilendirmez. Tarihçi zorunlu olarak seçmecidir. Tarihi olguların tarihçinin yorumundan bağımsız ve nesnel olarak var olduğuna inanmak saçma, fakat silinmesi güç bir yanılgıdır. Yorum ögesi her tarihi olgunun içinde vardır. Çağdaş tarihçinin iki görevi birden vardır. Az sayıdaki anlamlı olguları bularak onları tarihin olgularına dönüştürmek ve pek çok olguları tarihi değildir diye bir kenara bırakmak. Elbette, olgular ve belgeler tarihçi için zorunludur ama olgular ve belgeler kendi başlarına tarihi oluşturmazlar. 'Tarih nedir?' sorusuna cevap vermezler. 'Tarihçinin üstünde çalıştığı geçmiş, ölü bir geçmiş değildir, belli bir anlamda bugün hala yaşayan bir geçmiştir.' Fakat geçmiş bir eylem, tarihçi onun ardında yatan düşünceyi anlamadıkça ölüdür, yani tarihçi için anlamsızdır. Bu nedenle 'Bütün tarih düşüncenin tarihidir' ve 'tarih, tarihi üstünde çalıştığı düşüncenin, tarihçinin zihninde yeniden olmuşmasıdır.' Bir tarih eserini ele alınca, ilk ilgileneceğimiz, içindeki olgular değil, onu yazan tarihçi olmalıdır. Tarihçi, kişilerin akıllarından neler geçmiş olduğunu zihninde yeniden oluşturmak onların zihinleriyle öyle ya da böyle bağ kurmak zorundadır, okur da kendi payına düşeni yapıp tarihçinin zihninden neler geçtiğini yeniden oluşturmalıdır. Olguları incelemeden önce tarihçiyi inceleyin. Olgular sınırsız bir okyanusta dolaşan balıklara benzerler, tarihçinin ne yakalayacağı kısmen şansa, fakat asıl avlanmak için okyanusun neresine gideceğine ve hangi oltayı kullanmayı seçeceğine bağlıdır. Elbette bu iki etkeni de hangi tür balık yakalamak istediği belirlemiştir. Genellikle tarihçi istediği olguları elde edecektir. Tarihçinin görevi geçmişi sevmek ya da kendisini geçmişten kurtarmak değil, bugünü anlamanın anahtarı olarak onun üstünde çalışmak ve anlamaktır. Tarihçi ve tarihin olguları birbirleri için gereklidir. Tarihçi olguları olmaksızın köksüz ve boş, olgular tarihçileri olmadan ölü ve anlamsızdır. Bundan ötürü, Carr'ın 'Tarih nedir?' sorusuna ilk cevabı şu olacaktır: Tarihçi ile olguları arasında kesintisiz bir karşılıklı etkileşim süreci, bugün ile geçmiş arasında bitmez bir diyalog. İkinci bölüme ise Carr, toplum ve bireyin birbirlerinden ayrılamayacağını, karşıt değil de birbirlerine gerekli ve tamamlayıcı olduğundan bahsederek başlar. Biz doğunca, dünya üstümüze işlemeye başlar ve bizi, yalnız biyolojik birimler olmaktan çıkarıp toplumsal birimlere dönüştürür. Her insan, insanlık tarihi dönemi boyunca bir toplumda doğmuş ve ilk yıllardan başlayarak doğduğu topluma kalıplanmıştır. İlk fikirleri ona toplumundan gelir. Toplumun ve bireyin gelişimi birlikte gider ve birbirini koşullar. Tarihçinin bilgisi başkalarına kapalı bireysel bir mülk değildir. Pek çok kuşak ve değişik ülke insanları onun toplanmasına katılmışlardır. Tarihçi de bir bireydir. Öteki bireyler gibi, o da aynı zamanda toplumsal bir olaydır, ait olduğu toplumun hem ürünü hem de sözcüsüdür; tarihi geçmişin olgularına işte bu sıfatla yaklaşır. Bazen tarihin gidişinden 'yürüyen bir tören alayı' diye söz ederiz. Yeter ki tarihçi kendini ıssız bir kayalıktan çevresine bakan bir kartal ya da tören kürsüsünde önemli bir kişi saymaya kalkışmasın. Tarihçi, alayın başka bir bölümünde yorgun argın yürüyüp giden başka bir kişidir yalnızca. Tören alayı dönüp dolaştığı, bir sağa bir sola saptığı, bazen tam geriye katlandığı, farklı kesimlerinin birbirlerine göre durumları sürekli olara değiştiği için, geçit alayı ve onunla birlikte tarihçi de ilerledikçe, yeni görünümler ve yeni görüş açıları belirir. Tarihçi tarihin bir parçasıdır. Tarihçinin geçit alayı içinde kendini bulduğu nokta onun tarihi görüş açısını belirler. Anlamlı tarih, tarihçinin geçmişe bakışı, bugünün sorunlarını kavrayışınca aydınlatıldığı zaman yazılmış olur. Tarihçinin konuya yaklaşımındaki hareket noktasını kavramadıkça, onun çalışmalarını tam olarak anlayamaz ve değerlendiremeyiz. O hareket noktasını toplumsal ve tarihi bir temelden kaynak alır. Tarihçi, tarih yazmaya başlamadan önce tarihin ürünüdür. Eğitimcinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutmamalıdır. Tarihçi üstünde çalıştığı toplumu sıkı sıkıya yansıtır. Akışın içinde olan yalnızca olaylar değil tarihçi de akışın içinde yer alır. Tarihçiyi incelemeden önce de, onun tarihi ve toplumsal çevresini incelememiz gerekir. Tarihçi bir birey olarak aynı zamanda hem tarihin hem de toplumun bir ürünüdür; tarih öğrencisi işte onu bu ikili ışık altında görmeyi öğrenmelidir. İnsanlar genel olarak, tamamıyla bilincinde oldukları ya da açıkça söylemeyi isteyecekleri dürtülerle hareket etmezler. Tarihçi bilinçsiz ve açıklanmayan dürtülerin varlığını da düşünmekten vazgeçmesi, çalışmasına bilerek tek gözü kapalı başlaması demektir. Bazılarına göre tarihçinin yapması gereken budur. Tarihteki büyük adamın rolü nedir? Büyük adam bir bireydir ve yükselmiş bir birey olarak da, yüksek değerde bir toplumsal olgudur. Bence en önemlisi, dünyanın şeklini ve insanların düşüncelerini değiştiren toplumsal güçlerin aynı zamanda hem temsilcisi hem yaratıcısı olan büyük adamı, tarihi sürecin aynı zamanda hem bir ürünü hem de bir etmeni olan sivrilmiş bir birey diye görmektir. Carr'ın bugünle geçmiş arasındaki diyalog dediği, tarihçiyle olguları arasında karşılıklı etkileşim süreci, soyut ve yalıtılmış bireyler arasında bir diyalog değil, bugünün toplumu ile dünün toplumu arasında bir diyologdur. Burckhardt'ın deyişiyle, tarih'bir dönemin öbüründe kayda değer bulduklarının yazımı'dır.