Notes
Notes - notes.io |
ÖLÜMCÜL MAVİ
Yüksek binaların arasına sıkışarak geçirilen bir hayatın yavanlığı insanı girdap gibi içine çekiyor. Üniversite hayatı boyunca Zeynep’in hiçbir türlü sevemediği büyükşehirler, Anadolu’nun sıcaklığına sahip olmaktan çok uzaktı. Ne zaman hayallere dalsa ilk olarak aklına yaşadığı kasabadaki evinin önünde hızlıca büyüyen yabani otlar gelirdi. Onlar hayata karşı gelmeye, direnmeye devam ediyorlardı. Kestikten sonra bile ilk günkü güçleriyle büyümek için çaba sarf ediyorlardı. Keşke insanlar da böyle olabilseydi…
“Neden yaşıyoruz biz?”, “Herkes mutlu olmayı hak eder mi?” Üç aya kadar bu soruların cevabını “evet, hak eder” diye cevaplardı Zeynep ama şu anda hissettikleri tam tersi bir sözün ağzından çıkmasına neden oluyor. Evleneceği gün ailesini kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu öğretti ona hayat… Acı acı ayakta durmayı, asla dizlerinin kırılmamasını, güçsüz görünmemeyi… Hayatta en sevdiği iki insanı kaybetti, genç yaşlarında gayet sağlıklıyken sarhoş bir sürücünün araba kullanması yüzünden bu dünyadan göçüp gittiler.
Zeynep, gözünde güneş gözlüğü ile hasmane duygular beslediği gökyüzüne bakarken aklından geçenler sadece bunlardı. Birçok insana hayranlık uyandıran masmavi gökyüzü, Zeynep için kapkaranlıktı.
Ailesini kaybettikten sonra Ertuğrul ile düğününü ertelemek zorunda kaldı. En güzel şarkıların çalıp mutlulukla oynayacakları gün matem ile geçti, akabinde ise ailesini soğuk toprak ile buluşturarak ebediyete yolladı. Yeşilova Mezarlığı’nda anne ve babasının kabrinin başında duran Zeynep’in düşünceleri çok karmaşıktı. “Şu anda bir yerlerde iki insan doğdu bile. Anne ve babamın yerine mi acaba?” Zeynep için gerçekler bir anda anılara dönüşmüştü. Artık ailesinden bahsederken -miş’li geçmiş zaman kullanmak zorunda kalacaktı. Beraber gelinliğini denedikleri zaman annesi yanıma gelip “Melek gibi oldun Zeynep” demişti. Son sözleri buydu. Babasını ise arabanın başında el sallarken görmüştü. Dudaklarını okuduğunda “seni seviyorum” cümlesi ortaya çıkmıştı.
Zeynep yaşama isteğini elinden alan arabayı gördüğünde koşup tekmelemeye, yumruklar savurmaya başladı. Üzerindeki gelinlik gözyaşlarından dolayı sanki sırılsıklam olmuştu. Haykırmak, çığlıklar savurmak, küfürler etmek istiyordu.
***
Zeynep’in en sevdiği mevsim her zaman kış olmuştu. Çocukça, sevimli bir şekilde düşünerek soğuk havayı içinin sıcaklığı ile dengelediğini düşünüyordu. Kar yağmaya başladığında kendini dışarı atar, eline değen ilk kar tanesiyle çığlık atıp sevinçle dans etmeye başlardı. Çok mutlu bir çocuktu Zeynep, belki de çok fazla mutlu… Kar tuttuğunda hemen annesine seslenir, ısrarla, hatta zorla onu da dışarı çıkartırdı. Çok önemli bir görevleri vardı çünkü: Beraber kardan adam yapmak! Havuç ve kömürler annesinin elinde, Zeynep’in de yüzünden muhteşem bir gülümseme… Güle oynaya zorlu görevlerine girişirlerdi. En büyük, en güzel, en görkemli kardan adamı 8 yaşındayken ailecek yapmışlardı. Seneye daha da büyüğünü yapmak için babasından ve annesinde söz alan Zeynep, yıllar sonra o sözün gerçekleşememesinin acısını içinde derin bir yerlerde küçük de olsa hissedebiliyordu.
Sekiz yaşına bastığı zaman Zeynep’in ailesi onda bir değişiklik olduğunu fark etti. Birdenbire burnu kanamaya, karnına ağrılar girmeye ve bayılmaya başlamıştı. Dışarı çıktığı zamanlarda hemen bayılıyordu ama akşamları bir şey olmuyordu. Bu yüzden diğer bütün çocuklar evlerindeyken Zeynep, annesinin babasının elini tutarak Yeşilova’dan Salda’ya kadar olan ve “keyif yürüyüşü” adını verdikleri yürüyüşlerini yapıyorlardı. Yeşilova Devlet Hastanesi’ndeki doktora gittiklerinde hiçbir sorun tespit edilememişti. Karşısındaki beyaz sakallı adama göre Zeynep sağlıklı bir çocuktu. Yine de emin olmak için ilaç yazmak istemişti. Cebinden çıkardığı mavi kalemi gördüğünde damla damla burnu kanamaya başladı. Hemen yanına gelerek kontroller yapmaya başlamıştı, Alnına, karnına, yanaklarına baktı. Tam o sırada Zeynep titrek bir sesle “kalem” dedi.
Doktor suratına garip bir şekilde bakarak “Kalem? Bu kalem mi?” diyerek yeniden gözünün önüne getirdiğinde ise kanlar hızlandı. O sırada hızlıca bilgisayarının başına gitti ve aileye “Sanırım sorunun ne olduğunu buldum” dedi. Bulduğu sonuçları aileye anlatmaya başladığında söylediği o cümleleri Zeynep hiç unutmadı.
“Kızınız halk arasında renk hastalığı denen bir rahatsızlığa sahip. Vitiligo hastalığı sınıfına giren bu hastalık, dünyada çok nadir görülen bu hastalığın oluşma olasılığı tıp dünyasında daha çözülemeyen ve esrarını koruyan bir durum. Buna göre, rahatsızlığı olan kişiler herhangi bir renge bakamazlar. Gözleriyle temas halinde bulundukları zaman ise rahatsızlık gün yüzüne çıkar ve yavaş yavaş vücudu etkilemeye başlar. Bu o rengin büyüklüğüne göre bazen burun kanaması, bazen bayılma, bazen de…” Doktor yavaşça yutkunduğu sırada Zeynep’ten dışarı çıkmasını rica etti ve hemşirelerden birine ilgilenmesini söyledi. Zeynep kapıyı yavaş bir şekilde kapatmaya çalıştığı için ne dediğini duymuştu. “Bazen de ölüme yol açabilir!”
İlk kez ölüm kelimesiyle karşı karşıya geldiği andı bu. Küçücük bir çocuğa ölüm kelimesi tam anlamıyla hitap edemez. Önemini anlayamaz, vahameti kavrayamaz. O andan itibaren gözleri sabit bir biçimde yere bakmaya başlamıştı Zeynep’in. Eğer kafasını kaldırıp mavi bir rengi görürse ölebilme ihtimali olduğunu düşünmeye başladı. Gerçekten korkuyordu, savunmasızdı, ailesi ise içerideydi. Dizlerini elleriyle sardı ve sayıları saymaya başladı.
Ailesi yanına gelip eve gittikten sonra hastaneye çok daha sık uğramaya başlandı. İlaçlar verildi, testler yapıldı, merkezdeki hastaneye sevk edildi ama bir çözümü olmadı. Zeynep’in mavi renge karşı bir hastalığı vardı artık.
***
Pencerenin önünde kahvesini yudumladığı zaman güneş gözlükleriyle havaya baktı Zeynep. “Senden nefret ediyorum gökyüzü” diye avazı çıktığı kadar bağırdı. “Düğün günümde bile gözlük kullanmama neden oldun!” Lens kullanamıyordu, bu yüzden en büyük destekçisi birden nişanlısı Ertuğrul ve gözlükleri olmuştu.
Zeynep, Ertuğrul ile ilk tanıştıkları gün durumunun açıklamasını yaptığında önce dalga geçtiğini sanmıştı. Hatta bayağı bir gülmüştü, “Lenslerim çıkacak şimdi yerinden” bile demişti. Gerçek olduğunu anlaması için kot pantolonuna çıplak gözle bakmak yeterli olmuştu. Kanları silmek onun göreviydi ve o günden beri eksiksiz bir şekilde yerine getiriyordu. Zeynep içinden “Benim gibi sorunlu birini sevmişti, aşık olmuştu, hatta evlilik teklifinde bulunmuştu. Şimdi ise beni evde bırakmanın azabını her gün yaşadığı gibi işine gitti” diye düşündü.
8 yaşından itibaren neden Şirinler’i izleyemediğini anlamak Zeynep için çok zor olmuştu. Diğer insanları neşelendiren bu çizgi film, onun ağır rahatsızlanmasına sebep olabilirdi. Televizyonu izlerken güneş gözlüğü kullanıyordu, evlerinde mavi renk hiçbir şekilde bulunmuyordu. Bir keresinde de Ertuğrul Yeşilova pazarından aldığı şeyleri buzdolabına yerleştirirken “İyi ki mavi sebze ve meyve yok. En azından bunun için seviniyorum” demişti.
Zeynep mavi rengin adını bile duymaya dayanamıyordu. Küçüklüğünden beri beslediği kin gece rüyalarına bile konuk olmaya başlamıştı. Mavi canavarı bile vardı. Kabuslarındaki başroldeydi, o ise ilk ve tek ölen kişiydi. Durmadan aynı rüyayı görüyordu. “Ölüm Günün Kutlu Olsun” filmi sanki Zeynep’in rüyalarından yapılmıştı. Denize girememek canını yakıyordu, suyu ne kadar sevdiğini çevresindeki herkes bilirdi. Gözlük kullansa bile en ufak bir hatada o derece büyük bir “maviliğin” sonu olacağının farkındaydı.
Yeşilova’da kır düğünleri ve açık hava etkinlikleri Anadolu’nun diğer güzel yerlerinde de olduğu gibi fazlaydı. Beraber gittikleri nişanlarda, düğünlerde Ertuğrul birinin mavi bir şey giydiğini söylediği anda o insandan anında soğuyordu. “Böyle iğrenç bir renkte ne buluyorlar anlamıyorum” diyordu. Kot giyen bütün gençler sanki ezeli düşmanıymış gibi geliyordu. Nazar boncuğu onu kötü gözlerden koruyamıyordu, zarar veriyordu. Deniz Zeynep için yutmaya hazır büyük bir ağızdan başka bir şey değildi.
Böyle karamsar duyguları yaşadığı günlerde evinin bahçesine çıkmayı ve toprakla uğraşmayı severdi Zeynep. Ertuğrul’u da her daim yanında istiyordu bugünlerde. Gerçekten birinin desteğine ihtiyacı vardı ve yıllardır onu hastalığıyla çeken bu insanı çok seviyordu. Ona uzaktan bakmak bile mutlu ediyordu Zeynep’i. Merdivenlerde ayak seslerini hemen tanıyor ve kapıda karşılıyordu. Vaktinin çoğu evde geçtiği için ve bahçeyle, toprakla uğraşmayı sevdiğinden topladığı sebzelerle harika yemekler yapıyordu. Her daim yeniliklere açık bir insan olmuştu. Hayatta bağlandığı iki şey vardı, biri Salda Gölü, diğeri de Ertuğrul.
Bazen şakalaşıyorlardı, Zeynep onun yeşil lenslerini çıkartıp kendisi gibi gözlük takmasını istiyordu ama Ertuğrul bundan hiçbir şekilde vazgeçmemişti. Sanırım bu zamana kadar kıramadığı tek noktası bu olmuştu. Her şeye “Peki eşim” diyen insan söz konusu lensleri olduğunda gıkını bile çıkarmıyordu. “Acaba benim maviden nefret ettiğim gibi o da gözlüklerden nefret ediyor olabilir miydi?” diye düşünüyordu bazen Zeynep.
Akşam olup kapının çalmasıyla beraber Zeynep ışık hızıyla yerinden kalkarak Ertuğrul’u karşılamaya gitti.
Kapıyı açtığı zaman sevimli bakışıyla “Ben geldim” dedi ve eve girdi. Gülüşüne karşılık veren Zeynep “Hoş geldin. Çantanı ve her gün getirmiş olduğun gibi bugün de unutmadığın şeyleri ver” diyerek ellerindeki dolulukları aldı. Bazen abur cubur, bazen çeşitli yemişler getirirdi. Ayrıca her daim küçük de olsa bir hediye verirdi aşık olduğu insan. Bazen bir toka, bazen bir bileklik, bazen de bir kitap olurdu. Her seferinde açmadan çnce tahmin oyunu oynarlardı. Bunlar kendi aralarındaki sevginin büyümesine yardımcı olan eğlenceli etkinliklerdi. Şımartmayı sevdiği her halinden belli oluyordu.
“İş yerinde vakit geçmek bilmedi Zeynep. Bir an önce seni görmek için günün bitmesini bekledim. Çok mu klişe bir adam oldum sence?” diye sesleniyordu banyoda elini yüzünü yıkarken. “Tam aksine, aşık bir adam oldun” diye politik bir cevap vererek Ertuğrul’u cesaretlendirdi. Ne de olsa birbirlerini seviyorlardı ve bu küçük, şirin Akdeniz ilçesi onlar için hayatın merkeziydi.
Yemek yedikten sonra vakit, konuşarak ve kitap okuyarak geçti. Beş yıl boyunca bir kere bile kavga etmemelerini büyük başarı ve övünç kaynağı olarak görüyorlardı. Çevrelerine göre onlar ideal bir çiftti ve Allah tarafından birbirleri için yaratılmışlardı.
Saat on ikiye geldiğinde uykuyla savaşı daha fazla devam ettiremeyeceklerini anlamışlardı. Salonda ikisi de ayaktayken aynı cümleler ağızlarından çıkmıştı. “Bir çocuğumuz olsun artık!” Ertuğrul ışığı söndürdükten sonra lenslerini çıkarmak için banyoya geçmişti. Zeynep hafifçe gülerek “Zeynep anne, Ertuğrul baba. Düşüncesi bile çok güzel” dedi. Bu cevap Zeynep’in gece huzur dolu uyuyacağının garantisi gibiydi. Bu mutlulukta kabusu onu bulamazdı. Her şey daha da güzel olmuştu. Düştükten sonra yükselme zamanlarının geldiğini düşünerek uykuya daldı Zeynep.
Zeynep yatakta gözlerini açtığında saat 3:12’yi gösteriyordu. Vazonun yanındaki sürahiyi eline alarak bir bardak su doldurdu ve bir dikişte içti. “Yüzümü yıkamam gerekiyordu, derin uykudayken ne oldu da uyandım?” dedi. Kafasını buna yormak yerine yastığa gömmenin daha mantıklı olacağına karar verdi. Yatağa geri döndüğünde içindeki şeytan sanki ona seslendi. Ertuğrul derin uykudaydı ve o sırada top patlasa duymayacak gibiydi. Kenardaki lambayı yaktı ve Ertuğrul’un suratına doğru tuttu. Düşük ışıkta gözleri kamaşmamıştı bile. Sevdiği insanın gerçek gözlerine bakmak istiyordu, lens konusunda atışmaları gerçekten fazla olmaya başlamıştı ve Zeynep Ertuğrul’un gözlerine takıntılı olmuştu sanki. İçindeki şeytana yenik düştü ve uyanırsa ona ne kadar kızacağını bile bile ellerini gözlerine doğru götürdü. Göz kapaklarını tuttuğu gibi yavaşa yukarı kaldırdı.
İçindeki şeytanın neden bunu istediği apaçık belliydi. Göz kapaklarını kaldırdığında gördüğü manzara ile resmen şoke olmuştu. Olduğu yerde donup kaldı, elleri bile hareket etmiyordu. Tam o sırada burnundan ağır bir şekilde sıcak kanlar geceliğine akmaya başladı. Bunca yıldır deli gibi aşık olduğu insanın gözleri hayatta en nefret ettiği şeyle kaplanmıştı: Maviyle!
Ellerini hemen oradan çekti, boğulacak gibiydi. Apar topar, gürültü çıkartarak kendini salona attı ve deli gibi oradan oraya gitmeye başladı. Mavi onun gözlerini hapsetmişti. Hem de hiçbir şekilde çıkmayacak cinsten. Böyle yapay yollarla gözlerini kapatıyordu. “İlk buluşmamızda da lens takıyordu ama sonradan bana söyleyebilirdi. Beş yıl boyunca bir kez bile bahsetmedi, lenslerini yanımda neden çıkarmadığını şimdi anlıyordum”
O mavi, lanetli gözlere bir daha bakamazdı. Lens takılı olsa bile bakamazdı, artık gerçeği biliyordu. Sevdiği insana bile bakamayan acizin teki olmuştu birden. İçindeki şeytana bildiği en ağır küfürleri etti, sürekli kendi kendine sessizce konuşmaya başladı “Ben hiçbir şeyden habersizken çok daha mutluydum. Ertuğrul’a olan sevgim ne olacaktı? Onu eskisi gibi sevebilir miyim, böyle bir “kusuru” görmezden gelebilir miyim?” Burnundaki kanlar kurumuştu, elbise kırmızı ile resmen dans ediyordu ve Zeynep bir yastığa sarılarak hıçkıra hıçkıra sessizce ağlıyordu. Bu “sonun” başlangıcı mıydı?
Gece çoktan çöktüğünde ve çevrede turistler olmadığında Salda Gölü ne kadar da masum gözükür. Aynı Zeynep’in küçüklüğündeki gibi. Ailesiyle beraber gerçekleştirdikleri “keyif yürüyüşünün” son rotası olan Salda Gölü hiç değişmedi ama hızla popülerleşti. Artık herkes tanıyor ve biliyordu. Gölün minnacık dalgalarının çıkardığı ses bile Zeynep’in mutlu olmasına yetiyordu. Turkuaz görüntüsü cazibe merkezi olmasındaki asıl etken olsa da, Zeynep’in durumundaki biri için sesi ön plana çıkıyordu. Mavi olup da sevdiği tek şeyin bu zamana kadar sadece Salda olduğunu düşünmüştü hep. Acaba Ertuğrul’un da mavi gözlerini sevebilecek miydi?
Adımlarını gölün sularına doğru attığında aklında sadece suya girmek ve unutmak vardı. Kafasındaki düşünceler havuzundan sanki bir sesle çıktı Zeynep. Bir an gölün kendisiyle konuştuğunu düşündü. Suların toprakla buluştuğu andaki neşe dolu çığlığı sanki ona sesleniyordu. Adeta kutlama yapıyordu Salda. “Gel” diyordu, “Gel ve kurtul!”
|
Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...
With notes.io;
- * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
- * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
- * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
- * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
- * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.
Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.
Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!
Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )
Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.
You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;
Email: [email protected]
Twitter: http://twitter.com/notesio
Instagram: http://instagram.com/notes.io
Facebook: http://facebook.com/notesio
Regards;
Notes.io Team