NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

1/23
Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü - 1
12 Mayıs 2020 / Dubai
BAŞKASINI VE KENDİN İYİ BİL
Büyük savaşlarda çok sayıda insan ölür, ülke ekonomileri borca batar ve paranın kontrolünü elinde tutanlar
ya çok para kazanır ya da yeni bir dünya düzeni kurarlar. Covid-19 salgını tam da bu savaş senaryosuna
benziyor.
Önümüzdeki yıllar çok şeylere gebe. Dünyadaki bu dönüşüm süreci ülkeleri derinden etkileyecek. Doğru
politikalar izleyenler krizi fırsata çevirirken, yanlış yola sapanlar maalesef ağır bedeller ödeyecek.
Türkiye hep başkalarının aklıyla krizlerden çıkmaya çalıştı. Kapalı kapılar arkasında halkın hiç bilemeyeceği
anlaşmalar yapıldı, sözler verildi. Bugün de öyle şeyler oluyormuş gibi geliyor bana. Ama maalesef bu çabalar
her seferinde hüsranla sonuçlandı. Kaybeden Türkiye oldu.
Ünlü Çinli filozof Sun Tzu’nun askerlik sanatıyla ilgili çok önemli bir sözü var:
“Başkasını ve kendini bilirsen, yüz kere savaşsan tehlikeye düşmezsin; başkasını bilmeyip kendini bilirsen bir
kazanır bir kaybedersin ne kendini ne de başkasını bilmezsen, her savaşta tehlikedesin.”
Yine, “Tarih, ders almayanlar için tekerrürden ibarettir” şeklinde klişe bir söz var.
Maalesef biz bu iki önemli sözün önemini kavrayamamış gibiyiz. Bazen gerçekleri konuşmaktan, tartışmaktan
kaçınıyoruz.
Bu yazı dizisinde biraz cesaretle geçmişimize bakmaya ve günümüzle bağlantılar kurmaya çalışacağız.
Osmanlı’dan başlayarak 1 ve 2. Paylaşım Savaşları ile Soğuk Savaş döneminde yaptığımız hataları, bir ülkenin
nasıl yönlendirildiğini, yönlendirmedeki aktörlerin Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya kadar kimler olduğunu,
mekanizmanın nasıl çalıştığını, “Askeri Vesayet”in ne anlama geldiğini, Trablusgarp Savaşı’ndan Ermeni
Tehciri’ne kadar yaşanan birçok olayın perde arkasını farklı bir bakış açısıyla anlatmaya çalışacağız.
Türkiye artık bir yol ayrımında ya başkasının aklına uyacak, hayali maceralara atılıp küçülecek ya da kendi
aklını kullanacak bölgesel bir güç olacak. İşte bu yüzden korkusuz olmak gerekiyor. Korkmadan tarihle
yüzleşmek, korkmadan gerçekleri yazmak gerekiyor.
Bazılarınız okuduklarınıza inanamayacaksınız….
Müneccimlerle bu uzun yazı dizimize başlayalım. Ne zaman biter ben de bilmiyorum.
MÜNECİMLER BAŞIMIZA NE İŞLER AÇTI?
Bir tespitle başlayalım: Bir devlet maliyesini ve istihbaratını elinden kaçırmışsa aslında yıkılmış demektir. Bu
noktadan sonra hayatına ancak bir sömürge olarak devam edebilir. Osmanlı Devleti, 1881 yılında Düyun-u
Umumiye’yi (borçlar idaresi) kabul ettikten ve 1913 yılında Teşkilat-ı Mahsusa’yı Almanlara kurdurduktan
sonra aslında fiilen bitmişti. İmparatorluğun çöküş süreci çok acı ve kanlı oldu. Bu süreç Türk insanına doğru
anlatılmadığı için hep aynı hataları tekrar ettik ve maalesef bugün de etmeye devam ediyoruz. Analizimize
300 yıl önceye giderek başlayalım.
Osmanlı Padişahı III. Mustafa (1717-1774) astrolojiye çok meraklıydı. Bu dönemde Osmanlı gerileme
dönemine girmişti. Padişah, ülkenin sorunlarına çare bulma adına Prusya (Almanya) Kralı II. Friedrich’den
müneccim talep etti (siz onu danışman anlayın). II. Friedrich, elinde tarih tecrübesi olan, askerlikten anlayan
ve hazine işlerinde uzman 3 müneccim olduğu cevabını verdi. Bu sürecin devamında Osmanlı, Prusya ile 1
2/23
Şubat 1790’da askeri ittifak anlaşması imzalandı.
1 Belki de bu müneccim (danışman) talebi, Osmanlı’nın
yabancıları devletin içine soktuğu ilk icraattı. Yerli ve milli adamımız yoktu, sorunlara çareyi yabancı
müneccimler bulacaktı!
Türkler bu hataya 200 yıl önce düştü. Oysaki her müneccim (danışman) kendi devletinin çıkarları için
çalışıyordu. Bizim için yaptıkları her şey, öncelikle kendi devletlerinin çıkarına hizmet edecekti. Bugün durum
değişti mi dersiniz? Hayır aynen devam ediyor. Türkiye’nin ekonomik durumu herkesin malumu. AKP
Hükümetleri, yıllarca McKinsey Danışmanlık ile çalışmadı mı? Bu yabancı danışmanların aklıyla yapılan işler
her seferinde mi ekonomik krizlerle sonuçlanır? Ne tesadüf! Neyse konumuza geri dönelim.
ALMANLARIN BÜYÜK OYUNU
O dönemde en başta İngiltere olmak üzere Batılı güçler, Osmanlı’yı savaşa sokarak zayıflatma ve kendilerine
mahkûm etme stratejisi izliyordu. Her savaş, yeni borçlanmalar ve yeni tavizler demekti. Osmanlı’yı savaşa
sürdükleri en önemli güç Rusya idi. Günümüzde de bu böyledir. Örneğin 93 Harbi diye bilinen 1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı devam ederken, İngiliz Muhafazakâr Partisi Milletvekili Butler Johnstone İstanbul’daydı.
Türklere Rusları yenecek gelişmiş silahlar satmaya çalışıyordu. İngiliz Büyükelçisi Henry Layard, Dışişleri Bakanı
Lord Derby’e gönderdiği 26 Mayıs 1877 tarihli çok gizli damgalı mesajda; “Milletvekilinin İstanbul’da
olduğunu, Türkleri Ruslarla savaşı sürdürmeye ikna etmeye çalıştığını ve Cihad-ı Mukaddes ilan ederek
Rusya’nın yenilebileceği fikrini aşıladığını” yazıyordu.2 Amaç savaşa dinî bir hüviyet kazandırarak bir Haçlı –
İslam savaşı algısı ile Türkleri tahrik etmekti. İlerleyen dönemde yabancı patentli bu Cihad-ı Mukaddes’in
başımıza neler açacağını göreceğiz!
Almanya, 1871 yılında Prusya Kralı I.Wilhelm liderliğinde siyasi birliğini sağlamıştı. Bu dönemde Otto von
Bismarck şansölyeydi (imparatorluk başbakanı). Birliğini sağlayan Almanya giderek güçlenmeye başladı.
Almanya, Avrupa’daki 2 büyük güç, İngiltere ve Rusya’dan tehdit algılıyordu. Bismarck’ın stratejisi; İngiltere
ve Rusya’nın, Avrupa kıtasından uzakta, birbirleriyle veya başkalarıyla savaş halinde meşgul olmasıydı.
O yıllarda İngiltere ile Rusya arasında “Büyük Oyun” adı verilen bir stratejik mücadele yaşanıyordu. Rusya,
Orta Asya Türkistan bölgesini tamamen ele geçirmiş, Afganistan üzerinden İngiliz sömürgesi Hindistan’ı
zorluyordu. İngilizlerle Rusların Orta Asya’daki bu mücadelesi Almanların işine gelmekteydi. Ayrıca Almanlar,
Rusların bölgedeki hâkim etnik yapı Türklerle de çatışmasını, Rusları zayıflatacağı için kendi çıkarlarına uygun
buluyordu. Almanlar, o tarihlerden itibaren Orta Asya ve Kafkas Türkleriyle ilgilenmeye başlamış, 1880’lerde
Alman-Asya Cemiyetini kurmuşlardı. Daha sonra bu cemiyette Türk paşalar da çalışacaktı.3
Sırası gelince
bahsedeceğiz.
Büyük Oyun’un ikinci ayağı Osmanlı üzerinde cereyan ediyordu. Çarlık Rusyası, dünya ile ticaret için Türk
boğazlarına mahkumdu. Moskova’nın hedefinde İstanbul ve Çanakkale boğazları vardı. Rusların, Türk
boğazlarını ele geçirmesi, Çar İmparatorluğunun inanılmaz ölçüde güçlenmesini sağlayacak, takiben
Akdeniz’e inecek olan Ruslar, Kıbrıs ve Süveyş Kanalı yoluyla İngilizlerin, Hindistan ve Avusturalya gibi uzak
doğu sömürgelerine giden ticaret yolunu tehdit edecekti. Bu stratejiyi bozmak için İngiliz ve Fransızlar
Osmanlı’nın Ruslar karşısında tampon olmasını istiyor, bu maksatla zayıf ve kendilerine mahkûm bir
Osmanlı’nın yaşamasını destekliyorlardı.
Almanya’nın güvenlik stratejisi; İngiliz, Rus ve Fransızları, Osmanlıyı paylaşmaya teşvik etmek böylece kendi
rakiplerini Avrupa’dan uzakta birbirleriyle mücadeleye zorlayarak zayıflatmak üzerine bina edilmişti. Aynı
zamanda Almanlar bu sayede kendilerine alan açıyordu. Bismarck’ın en çok istediği şey; Türk boğazlarını
kontrol konusunda İngilizlerle Rusların sürekli çatışma halinde olmasıydı. Hatta Bismarck, çatışmanın devamı
1 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-299
2 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-93
3 Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-232
3/23
için Rusların İstanbul’u, İngilizlerin de Çanakkale’yi işgal etmesini istiyordu.4 Tabii bu mücadele bir yandan da
Osmanlı’yı, yutulmaya hazır lokma haline getirmekteydi.
İlerleyen yıllarda Almanya’nın güçlenmesiyle bu strateji biraz değişiklik gösterecekti. Kayzer II. Wilhelm, 15
Haziran 1888’de tahta çıktığında Almanya artık iyice palazlanmış, Alman sanayisinin dış pazarlara ve ham
madde kaynaklarına olan ihtiyacı had safhaya çıkmıştı. Bütün sömürgeler, İngiliz ve Fransızlar arasında
paylaşıldığı için Almanların kendilerine yeni alanlar açması gerekiyordu.
Alman stratejist Friedrich Ratzel; “Devlet, bir hücreden meydana gelen bir organizmadır, gelişmeyi ve
yayılmayı arzu eder. Devletin yayılmacı politikası, ilkel ve küçük devletlere dışarıdan istila yoluyla mümkün
olur. Bu küçük gezegende, sadece bir büyük devlet için gerekli yer mevcuttur." diyerek, Almanların meşhur
“Yaşam Alanı (Lebenstraum)” kavramının teorisyeni olmuştu. Almanlar bu hedeflerine 1 ve 2. Paylaşım
savaşlarında askeri güç kullanarak ulaşamadılar. Ancak günümüzde Avrupa Bilgi (AB) projesi ile büyük ölçüde
hedeflerine ulaşmış gözüküyorlar. Bugün tüm Avrupa, Almanya’nın hayat alanıdır.
O tarihte Almanlar, yarı sömürge konumunda olan Osmanlı’yı gözlerine kestirmişti. Osmanlı toprakları
Almanların yeni hayat alanı olacaktı. Bu maksatla Berlin’den yola çıkıp İstanbul üzerinden Bağdat’a sonrasında
Basra körfezine uzanan bir demir yolu projesine başladılar. Demiryolunun geçtiği topraklar, Alman sanayii için
hem pazar olacak hem de hammadde sağlayacaktı. Bu maksatla Kayzer II. Wilhelm, 2 Kasım 1889’da
İstanbul’a geldi ve Padişahı II. Abdülhamid ile bir dizi anlaşma imzaladı.
Osmanlı ekonomik olarak batıktı. 8 yıl önce ülkenin gelir kaynaklarına el koyan Duyun-u Umumiye, durumu
daha da vahim hale getirmişti. II. Abdülhamid, Almanların bu yaklaşımına “denize düşen yılana sarılır” misali
sarıldı. Almanların getireceği sermaye ve demiryolu, ekonomiyi canlandıracaktı. Oysa ki Alman stratejist Dr.
O.R. Tannenberg tarafından 1911’de hazırlanan ve Alman Genelkurmay Başkanlığı tarafından onaylanan
haritada, Osmanlı toprakları ve Tunus, “Deutschland” yani Alman toprağı olarak gösteriliyordu. Almanlar,
1950 yılına kadar bu projeyi tamamlayacaklarını hesap etmişti.
5 Görüyor musunuz elin adamı ne kadar uzun
süreli planlar yapıyor. O dönemde Osmanlı ise günü kurtarmaya çalışıyordu. Bugün de öyle değil miyiz?
Devam edelim.
CİHAD VE İTTİHAT-I İSLAM PROJESİ
Max Freiherr von Oppenheim, 1896 ile 1910 yılları arasında Kahire’deki Alman Konsolosluğu’nda ataşe
görüntüsünde çalışan, Arap ülkelerini çok iyi tanıyan, Arapça bilen ve Kayzer II. Wilhelm’e dahi doğrudan
rapor yazabilecek yetkiye sahip çok üst düzey bir casustu. Bizim bu seviyede casuslarımız yoktu. Biz dışarıdan
müneccim (danışman) alıyorduk. Oppenheim, sürekli Almanya’ya rapor yazıyordu. Şansölyeye, 5 Temmuz
1898’de yazdığı bir raporda; Müslümanlar arasında yardımlaşmanın güçlü olduğunu ve eğer Osmanlı
sultanına “Cihad” ilan ettirilebilirse 260 milyon Müslümanın, Almanya’nın Doğudaki hedeflerine ulaşması için
faydalı olabileceğini belirtiyordu. Bu düşünce Kayzer II. Wilhelm’in, Almanya’yı bir “dünya gücü” yapma
politikası olan “Weltpolitik” stratejisine uygun düşmekteydi. Zira bu tarihten sonra Almanya; İngiltere, Fransa
ve Rusya’nın sömürgelerindeki Müslümanlara destek vererek, onları hâkimiyeti altında bulundukları ülkelere
karşı kışkırtacaktı. Almanya bu yolla, adı geçen büyük devletleri zayıflatmayı planlıyordu. Oppenheim,
Almanya’nın çıkarı için Kuzey Afrika’dan Hindistan’a kadar Müslüman halkların ayaklandırılmasının şart
olduğunu, bunun için de “en büyük silahın İslâm” olduğunu ve Halifeye Cihad ilan ettirilmesi gerektiğini
savunuyordu. Oppenheim’ın amacı; Yakın ve Ortadoğu’yu, İngiliz ve Fransız güdümünden çıkartıp Alman
sömürgesine dönüştürmek, Kafkaslar ve Türkistan bölgesindeki Müslüman Türkleri, Ruslara karşı
ayaklandırarak Rusya’yı zayıflatmak ve mümkünse bu bölgeyi Osmanlı ile birlikte Almanya’ya bağlamaktı. Bu
maksatla Osmanlıcılığı, Türklüğü, İslam’ı ve Hilafeti kullanmak istiyordu. II. Abdülhamid’in halifeliğini öne
4 Stone James, Bismarck and the Great Game: Germany and Anglo-Russian Rivalry in Central Asia 1871-1890, Central European
History Society of the American Historical Association, 2019 (www.jstor.org)
5 Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-219
4/23
çıkartıp İslamcılık oyunuyla dünyadaki tüm Müslümanları Alman askerine dönüştürmek için büyük bir çaba
içindeydi.6 Bugün de İsrail benzer bir stratejiyi takip ediyor. Sonra anlatacağız.
O zamana kadar Osmanlı, tarihinin hiçbir döneminde savaşı, din ile ilişkilendirmemiş, kutsal savaş kavramı
“Cihad”ı kullanmamıştı. Aynı zamanda Türk etnik kimliği de hiçbir zaman ön plana çıkarılmamıştı. Çünkü
Osmanlı, bir imparatorluktu ve nüfusunun önemli kısmı gayri Müslümler ve Türk olmayan kavimlerden
oluşuyordu. Anlayacağınız Cihad’ı bir silah olarak kullanma fikri Osmanlı’ya ait değildi. Bugün de Cihad
kavramını istismar edenler bilin ki hep aynı odaklardır.
Bu tarihten sonra Almanlar, Osmanlıcılık ve Müslümanlığı ön plana çıkarmaya başladılar. Almanların bu
politikası II. Abdülhamid’in çok hoşuna gitmişti.
1890’lardan itibaren Berlin ve İstanbul’da hazırlanan Cihad broşürleri ve Pan-Türkist görüşler Orta Asya’da
Amu Derya ötesine kadar ulaşmaya başladı.
7
İşin gerçeği, Osmanlı’daki Pan-Türkist ve Pan-İslamist akımların
hamisi Almanya’ydı. Bu hamilik, 2. Paylaşım Savaşı öncesi ve sürecinde de devam etti. Acaba bu günkü Panİslamist akımların, Cihad ve Halifelik çağrılarının arkasında kimler var dersiniz?
Kayzer II. Wilhelm, 8 Ekim 1898 günü ikinci kere İstanbul’a geldi, II. Abdülhamid ile Berlin-Bağdat
demiryolunun ikinci aşamasını da kapsayan bir dizi anlaşma imzaladı. II. Wilhelm sonra Osmanlı toprağı
Kudüs’e gitti. 29 Ekim 1898’de Kudüs’te Hristiyanlar için yaptırdığı kiliseyi açarak bütün Hristiyanların
koruyucusu olduğu mesajını verdi. Wilhelm’i, Kudüs’te Yahudiler de çok iyi karşılamıştı. Çünkü Siyonist
Theodor Herzl’le görüştüğü ve II. Abdülhamid’ten Kudüs’te Yahudi Cemaatine özerklik talep ettiği bilgisi tüm
Yahudileri çok sevindirmişti. II. Wilhelm, 8 Kasım 1898’de Sion Dağına çıktı ve sonra Şam’a geçerek, “İslam’a
sarsılmaz dostluk bağlarıyla bağlı olduğunu” ilan etti. Alman Kayzeri, birdenbire İslam’ın dostu,
Müslümanların koruyucusu Hacı Wilhelm olmuştu.8 Gayrimüslim önemli bir kişilik hacı ilan ediliyorsa bilin ki
bir tezgâh vardır. Tarih bu örneklerle doludur. Bu aralar Rothschild ailesinden birisinin hacı olduğunu
duyarsanız sakın şaşırmayın.
Bu tarihten sonra II. Abdülhamid, tamamen Alman güdümüne girdi. Almanların desteğiyle ayakta kalıyor,
onların projeleri sayesinde imparatorluğunu yaşatacağı ve hatta büyüteceğini umuyordu. Fakat bu arada
Osmanlı’nın Almanlara yanaşması ve Almanların güçlenmesiyle birlikte Müslümanları kullanma projeleri,
İngiliz ve Fransızları ciddi ölçüde rahatsız etmişti. Bugün de Türkiye’nin Rusya’ya yanaşması İran ve Çin ile
işbirliği arayışları birilerini rahatsız etmedi mi?
İçeriden adam devşirmeden bir devleti yönlendirilmezsiniz. Almanların bu konuda neler yaptığını bir sonraki
yazıda inceleyeceğiz.
Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü - 2
İÇERİDEN ADAM DEVŞİRMEDEN BİR DEVLETİ YÖNLENDİREMEZSİNİZ
Yazının ilk bölümünde Almanların Osmanlı’yı kendi sömürgeleri yapabilmek için nasıl bir strateji izlediklerini,
Cihad kavramını nasıl kullanmayı planladıklarını anlatmıştık. Yazının bu bölümünde,
Planlarının yürümesi için Almanlar, Osmanlı kanaat önderlerini ellerinde tutmalı, ordu, sivil bürokrasi ve iş
çevrelerinde kendilerine bağımlı bir kadro yaratmalıydı. Bu iş için görevlendirilmiş casusları vardı. Bunlardan
en önemlisi zaman zaman değişik isimler kullanan Baron Rudolf von Sebottendorff’du.
Sebottendorff, Almanların gizli teşkilatı Thule üyesiydi. 1897 yılında İskenderiye’ye gelmiş, burada çok kısa
süre kaldıktan sonra Kahire’ye geçmişti. Burada Hidiv Abbas Hilmi’nin yönetiminde yer alan Türk asıllı Hüseyin
6 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-136
7 Kavrakoğlu Füsün, Özbekisan Gezisi 7 Büyük Oyun 2, 10 Nisan 2015 (https://kavrakoglu.com/ozbekistan-gezisi-7-buyuk-oyun-2/)
8 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-133
5/23
(Fahri) Paşa’nın mahiyetinde iş bulmuştu. Hüseyin Paşa, tıpkı II. Abdülhamid gibi İngiliz düşmanı ve Alman
dostuydu. Paşa aynı zamanda Bektaşi ve Masondu. Hüseyin Paşa, 1900 yılının Temmuz ayında
Sebottendorff’u İstanbul’a getirdi. Sebottendorff, Beykoz Cami imamından Türkçe ve Arapça dersleri almaya
başladı, Bektaşi ve Mason oldu. Sebottendorff’a göre “Dönmeler” (sabetaistler) Türkiye’de Masonluğu
yönetiyordu. Sebottendorff, 1911 yılında Osmanlı vatandaşlığına geçti. 1912’de ünlü bir Alman Okült
dergisinde yayımlanan, “İslami Farmasonluk ve Ezoterizm” başlıklı makalesinde Masonluğun gerçekte
Bektaşi-Dai-İşhariyye’den alındığını öne sürdü. Sebottendorff, 1960’lara kadar Almanya ile Türkiye arasında
mekik dokudu. Osmanlı döneminden başlayarak Türkiye’deki üst düzey kimselerle çok ciddi yakınlıklar kurdu.
Mesela, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil Paşa, 1940’lı yıllarda Sebottendorff’un en yakın arkadaşlarından
biriydi.9 Muhtemelen Enver Paşa ile de tanışıyordu. Ne tesadüf Enver Paşa da Ali Fethi (Okyar), Kazım
(Karabekir) Paşa ve Şeyhülislam Musa Kazım Efendi gibi Mason-Bektaşiler listesindeydi.10 Sebottendorff’un
en büyük özelliği hem Türkleri hem Kafkasları hem de Rusları çok iyi tanıması,11 ayrıca Rus Çarlarına karşı
savaşmış, sonra da Türkiye’ye sığınmış olan Kafkas halklarıyla yakın teması olmasıydı.
12
1897’de Rusya’nın ilk nüfus sayımında Türkistan topraklarında 11.463 Yahudi olduğu tespit edilmişti. Mesela
Özbekler ve Tacikler arasında eriyen “Çala” isimli bir gruptan bahsedilir. Bu grup, Müslüman gibi gözükür
ibadet için camiye gider ama evlerinde gece karanlığında Yahudi geleneklerine göre ibadet edermiş.13 Bu
grubu da bir çeşit sabetaist olarak nitelendirebiliriz. Bu gruptan Osmanlı’ya göç edenler var mıydı? Orta
Asya’dan gelen seyyah dervişler için Üsküdar’da kurulan Nakşibendi Özbekler Tekkesi’nin bu tarikatla bir
bağlantısı var mıdır? Bilmiyoruz. Aman Sebottendorff’un Özbekler Tekkesi’yle de ilişkide olduğu anlaşılıyor.
Özbekler Tekkesi ile de Teşkilat-ı Mahsusa iç içeydi.14 Küçük bir bilgi: Özbekler Tekkesi binası günümüzde
Münir Ertegün Tarih Araştırma Vakfı’nı barındırıyor. Vakfın açılışını 1994 yılında Amerika’nın Yahudi
politikacılarından Dışişleri eski bakanı Henry Kissinger yapmıştı.15
O dönemde Bektaşilik biraz baskı altında olduğu için sabetaistlerin çoğu Nakşibendi ve Melami tarikatlarına
yönelmişti.16 Nakşibendiler, devlet yönetiminde daha hakimdi. Baron Sebottendorff da hangi tarikattan hangi
dinî veya etnik kimlikten olursa olsun devlet yönetimini etkileyebilecek üs düzey kişilerle yakın arkadaşlık
kurmaya çalışıyordu.
Sebottendorff’un İstanbul’daki arkadaşlarından birisi de Pertev Paşa idi (Demirhan). Pertev Paşa ile
Sebottendorff, Alman-Asya Cemiyeti’nde beraber çalışmışlardı.17 Pertev Paşa, Harp Okulunu bitirdikten sonra
eğitim için Almanya’ya gönderilmiş, gençliğinde Alman ıslahat heyeti başkanı Colmar Freiherr von der Goltz
Paşa’nın yaverliğini yapmıştı. Yine Goltz Paşa’ın tavsiyesiyle Osmanlı askeri ataşesi ve murahhası (delege)
sıfatlarıyla, 1904 Japon- Rus Savaşı’nı takip ve rapor etmek üzere Mançurya’ya gönderilmişti. İlerleyen
dönemlerde Genelkurmay Başkanlığına kadar yükseldi.18 Pertev Paşa aynı zamanda sabetayist Kenan Rifai’nin
müridiydi. Kenan Rifai, dergâhını 1908 yılında açmıştı.19
RUS-JAPON SAVAŞI’NIN TARİHMİZDEKİ ÖNEMİ
1904-1905 Rus-Japon Savaşı, Osmanlıda siyasete yeni aktörlerin katılması ve ülke siyasetini etkilemeleri
açısından önemlidir.
9 Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S- 225, 248
10 Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-295
11 Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-238
12 Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-246
13 Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-79
14 Ülkü İrfan, Büyük Oyundaki Türk-Enver Altaylı, İstanbul, 1. Baskı Ocak 2008, İlgi Yayınları, S-369
15 Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-50
16 Ayrıntılı bilgi için Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, kitabına bakınız.
17 Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-232
18Dr. Aladağ Hüseyin Hilmi, Osmanlı Devleti Zaviyesinden 1904-1905 Rus-Japon Harbi, SEFAD, 2016 (36): 579-606
19 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-123
6/23
Bu savaşta Rusların yenilmesi Çarlık İmparatorluğunun geleceğini derinden etkiledi. İmparatorluktaki TürkMüslüman tebaa bu savaşta devletin yanında yer almak istemiyordu. Kaldı ki bizzat Rus halkının kendisi de
bu savaşı benimsememişti. Kimse uzak diyarlarda boşu boşuna ölmek istemiyordu. Bir grup genç Kazan Tatarı,
1904’te "Hürriyet" adında milliyetçi bir yeraltı teşkilatı kurulmuş ve bu teşkilat, Kazan Tatarları arasında Rus
ordusundan firarı teşvik için kışkırtıcılığa girişmişti. Kırım'da askerlik çağına gelmiş birçok Kırım Tatar genci,
bir yolunu bulup İstanbul'a kaçmış, Kırım'a dönmek için savaşın sona ermesini beklemekteydi.20 Rusya’daki
Türk ve Müslüman kökenli halkların kalkışmasında pek tabi ki Almanların da payı vardı. Almanlar, Rusya’nın
Japonya karşısında yenilmesini istiyordu ve daha önce anlattığımız stratejileri gereği Türk ve Müslüman
kökenlilerin ayaklanarak Rus imparatorluğunu parçalamasına çabalıyorlardı. Bu dönemde Kafkas ve Türkistan
aydınlarının İstanbul ile teması yoğunlaştı.
Mesela 1792-1910 yılları arasında dönem dönem Kırım’dan Osmanlı’ya göçler olmuştur. Göç edenlerin
arasında Kırım Tatarca’sı konuşan Kırımçak Yahudileri de vardır.21
Dönemin önemli aktörlerinden bir tanesi Abdürreşid İbrahim’di (1853-1944). Türklerin siyasi birliğinin fikir
babalarından birisi İsmail Gaspıralı idi. Ama işin mutfağında Abdürreşid İbrahim vardı. Abdürreşid İbrahim,
İstanbul’a 1892 yılında geldi. 1896’da Avrupa’ya gitti. Stockholm, Almanya, İstanbul, Japonya kısacası birçok
ülke arasında mekik dokudu. (Stockholm, Almanların Rusya ile ilgili istihbarat merkeziydi.) Rusya Türklüğünün
1905-1908 yılları arasında düzenledikleri 4 kurultayın da organizasyonunu bizzat Abdürreşid İbrahim organize
etmiştir. İbrahim, Rusya’daki bütün Türk ve Müslüman coğrafyayı dolaştı çok zengin tüccarlardan para
yardımı aldı, önemli kimselerle görüştü.22 Bu kimselerden birisi de Yusuf Akçura’ydı.
Pantürkizm’in babası olarak görülen Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset isimli makalesinde Osmanlı Devleti’nin
temel devlet politikası olarak Osmanlıcılık, İslamcılık ve Türkçülük olmak üzere üç siyaseti kıyaslayarak
incelemiştir. Akçura’nın bu makalesi ilk olarak 1904 yılında Kahire’de Türk adlı gazetede yayınlanmıştı. O
yıllarda Mısır’ın İngiliz kontrolünde olduğu ve Alman ajanı Max Freiherr von Oppenheim Kahire’de bulunduğu
düşünülürse Yusuf Akçura’nın Almanlarla doğrudan teması olmasa bile en azından Alman icadı Pan-Türkist,
Pan-İslamist ve Osmanlıcı politikalarından etkilendiği söylenebilir.
Almanlar, sonradan Teşkilat-ı Mahsusa’ya dönüşecek “İslam Birliği” (İttihat-ı İslam) propagandası yapan gizli
bir örgütün temellerini 1907 yılında attı.
23 O tarihlerde örgüt üyelerinin kim olduğu bilinmiyor.
OSMANLI’YI PAYLAŞMA PROJESİ
Almanların Osmanlı’daki bu faaliyetleri, İngiliz ve Rusları endişelendirmişti. Her iki devlet de Pan-Türkist, Panİslamist ve Osmanlıcı politikalar sebebiyle sömürgelerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalardı. 23 Eylül
1907’de İngiltere ve Rusya aralarında Osmanlı üzerinde çekişmelerine son veren anlaşmayı imzaladılar. Daha
sonra 9-10 Eylül 1908’de Reval’de (Talin) yapılan toplantıda İngiliz – Rus ittifakına Fransızlar da katıldı. Bu üç
büyük güç Osmanlı’yı kendi aralarında paylaşmak için anlaşmıştı. Bu planın duyulması, Jöntürkleri harekete
geçirdi.
Genç Türkler veya çoğunlukla Jöntürkler olarak anılan bir aydın grubu, II. Abdülhamid’in baskıcı
politikalarından Avrupa’ya kaçmış, II. Abdülhamid karşıtı, meşrutiyet ve anayasa yanlısı bir politika izliyordu.
Baskıcı politikalar her zaman gizli örgütlenmeyi ve gizli örgütlenmeler de yine her zaman dış güçlerin
manipülasyonuna açık olma zafiyetini beraberinde getirir.
Jöntürkler, bahse konu üç ülkenin, Osmanlıyı kendi arasında paylaşarak parçalama niyetlerinden paniğe
kapılmıştı. Eğer II. Abdülhamid devrilip, Almancı politikalar terk edilerek yeniden İngiliz ve Fransız yanlısı
20 Karaş Ertuğrul, Rus-Japon Savaşı ve Kırım Türkleri, 100. Yıldönümü Münasebetiyle, Vatan KIRIM 31 Ocak 2018
21 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-438
22 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-35
23 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-203
7/23
politikalar benimsenirse, Osmanlı’yı kurtarabileceklerini zannediyorlardı. Reval (Talin) toplantısından 1 ay
sonra Binbaşı Enver Bey ve Kolağası Resneli Ahmet Niyazi Bey dağa çıktı. Saraya telgraflar çekerek Anayasa’nın
yeniden yürürlüğe konulmasını talep edip ayaklanmayı başlattılar. Ayaklanma halkın katılımıyla büyüdü ve
sonunda II. Abdülhamid Jöntürklerin isteklerini kabul ederek anayasayı tekrar yürürlüğe koydu. 23 Temmuz
1908 günü Meclis-i Mebusan yeniden açıldı.24 İstanbul’a “hürriyet kahramanı” olarak gelen Binbaşı Enver Bey
bir süre sonra 12 Ocak 1909’da Berlin’e Askeri Ataşe olarak atandı.25
Abdülhamid, meclisi yeniden açarak tahtını korumayı başarmıştı fakat bu sefer de İngilizler bu yeni durumdan
rahatsız olmuştu. Osmanlı’nın anayasa ve halk tarafından seçilmiş bir meclisle yönetilmesi, İngiliz
sömürgelerine çok kötü örnek olacaktı. Sömürgelerdeki halklar da seçim, siyasi parti ve özgürlük
isteyeceklerdi. İngilizler hemen harekete geçti, Türk halkının dinî duygularıyla oynayarak ve II. Abdülhamid’i
kışkırtarak tarihimizde 31 Mart Vakası olarak bilinen 13 Nisan 1909’daki ayaklanmayı tetiklediler. Sonuçta II.
Abdülhamid tahtan indirildi.26
Binbaşı Enver Bey, 31 Mart Olayı patlak verince Berlin’den hemen hareket etmiş, Selanik’ten İstanbul’a doğru
ayaklanmayı bastırıp, II. Abdülhamid’i devirmek için yola çıkan Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Hareket
Ordusu’na yolda katılmış ve Kolağası Mustafa Kemal Bey’den kurmay başkanlığı görevini devralarak yine
hürriyet kahramanı olarak İstanbul’a girmişti. Acaba Binbaşı Enver Bey’i Almanya’dan İstanbul’a hangi güç
göndermişti?
Jöntürkler, II. Abdülhamid’i tahttan indirdikten sonra yeni hükümetle birlikte hemen yüzlerini İngiltere ve
Fransa’ya çevirdiler. Yeniden onların güdümüne girerek Ruslarla yaptıkları Osmanlı’yı parçalama anlaşmasını
bozmak istiyorlardı. İçinde Masonu, Sabetaisti, Nakşibendisi olan bu aydın kesim, ülkeyi bir dış gücün
kucağından kaldırıp öbürününkine oturtunca kurtaracaklarını zannediyordu! Bu zihniyet Cumhuriyet
dönemindeki tüm darbelere de imzasını atmıştır. Bugün Türkiye’de darbe olsa, perde arkasında yine aynı
zihniyetin olacağından hiç kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü dış güçlerin icazetiyle ülkeyi kurtarabileceğini ve
kendi çıkarlarını muhafaza edebileceğini düşünen onursuz insanların varlığından hala kurtulamadık.
Neyse konumuza tekrar dönelim. Jöntürkler maalesef İngiliz ve Fransızlardan bekledikleri desteği bulamadı.
27
Çünkü Osmanlı’yı paylaşma planları, II. Abdülhamid ile veya Osmanlı’nın kaderiyle ilgili değildi. Almanlar
cidden güçlenmişti. Alman yayılmasını önlemek için artık Osmanlı’nın parçalanması, onlar için stratejik bir
ihtiyaç haline gelmişti. İngiliz ve Fransızlardan yüz bulamayan Jöntürkler bu sefer aynı II. Abdülhamid gibi yine
Almanya’ya mecbur kaldı. Yönetimi tamamen ele geçiren İttihat ve Terakki Partisi, II. Abdülhamid’in bıraktığı
Alman yanlısı politikalara devam edecekti.
CİHAD’IN İLK DENENDİĞİ YER TRABLUSGARP SAVAŞI
29 Eylül 1911’e geldiğimizde İtalyanlar, Osmanlı’ya savaş ilan ederek Trablusgarp’ı (Libya) işgal etti. İşgale
karşı hiçbir direnç gösterilmemişti. Osmanlı’nın oraya yardım gönderecek ne ekonomik gücü ne de asker
taşıyacak donanması vardı. İtalyanlar, tereyağından kıl çeker gibi Trablusgarp’ı almıştı. Bu durum doğal olarak
Osmanlı subaylarında büyük üzüntü yarattı. Üzülenler arasında Almanlar da vardı. Almanya hemen devreye
girip “İslam Birliği” propagandası yapmak için kurduğu gizli teşkilatı harekete geçirdi. Kutsal savaş “Cihad”ın
ilk provası Libya’da yapılacaktı.
Binbaşı Enver Bey’in başkanlığında kurulan bir ekip sahte kimliklerle Trablus’a gidecek ve oradaki aşiretleri
İtalyanlara karşı ayaklandıracaktı. Trablus’a, İtalyan işgalcilere karşı direnişi örgütlemeye gidenler arasında
Kolağısı Mustafa Kemal, Nuri Bey (Conker), Eşref Bey (Kuşcubaşı), Ali Fethi Bey (Okyar), Halil Bey (Enver Bey’in
24 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-143
25 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-10
26 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-151
27 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-154
8/23
amcası), Albay Neşet Bey gibi subaylar bulunuyordu.28 Libya’ya savaşmaya gidenler arasında (Binbaşı) Ömer
Fevzi Mardin de vardı.29 Bu subayların bazıları sonradan kurulacak Teşkilat-ı Mahsusa’nın elemanları olacaktı.
Aslen Buharalı bir Özbek aileden gelen, Stockholm, Almanya, Rusya, İstanbul ve Japonya arasında mekik
dokuyan Özbek kökenli Hoca Abdürreşid İbrahim de Trablusgarp Savaşı patlak verince Mısır üzerinden
Libya’ya gitmişti.30 Ne büyük tesadüf CIA’nın Türk Casusu Ruzi Nazar ve Büyük Oyundaki Türk, Enver Altaylı
da Abdürreşid İbrahim gibi aynı kökenden geliyordu! Bir başka tesadüf; bu kahraman (!) Türk casuslarının
gelecekte temas kuracakları şeyhler de Libya’dan gelme bir tarikata bağlıydı: Arusi tarikatı. Libya’da savaşan
Ömer Fevzi Mardin bu tarikatın kurucusu olacaktı. Anlatacağız.
Türk subayları Trablus’a savaşmaya giderken Osmanlı Genelkurmayı 5 kuruş para vermemişti. Bütün
finansmanı Almanlar sağladı. Para işlerine Ömer Fevzi Bey (Mardin) bakıyor, Almanlarla parasal bağlantıyı o
sağlıyordu31
. Binbaşı Enver Bey de Almanya’daki bir kız arkadaşına mektup yazar gibi Alman istihbaratına
rapor veriyordu.32
Gerçekten de Trablus’ta denenen ilk Cihad provası başarılı olmuştu. Halk, İtalyanlara karşı ayaklanmış,
İtalyanlar çok zor duruma düşmüştü. Cihad provasının neden bu derece başarılı olduğunu biraz daha
incelemek gerekiyor. İşin içinde Arusi Tarikatı vardı. Dini inanç ve tarikatlara bağlılık sayesinde halk İtalyanlara
karşı ayaklandırılabilmişti.
Arusi Tarikatı, Nakşibendi, Kadiri- Melami kökeninde, Libya’dan Türkiye’ye gelme bir tarikattı. 1901 yılında
Abdülhamid karşıtlığı sebebiyle Fizan’a sürülen Filibeli Ahmet Hamdi, sürgünde tasavvufa merak sarmıştı.
Ziyaret ettiği Asitane-i Arusi Selamiye’nin çok etkisinde kaldı; tarikata bağlandı, zamanla hilafetname aldı. O
tarihte tarikat II. Abdülhamid’e karşı isyan bayrağını açmıştı. Filibeli, II. Meşrutiyetten sonra İstanbul’a döndü.
“İttihat-ı İslam” (İslam Birliği) adlı haftalık bir dergi çıkardı. Acaba dergiyi kim finanse ediyordu? Bilinmiyor!
Filibeli Ahmet Hamdi, İslam’ı dünyada Türklerin yücelteceğini düşünüyordu ya da öyle söylüyordu. Arusiliği
Osmanlı’da kurumsallaştıran Ömer Fevzi Mardin oldu. Muhtemelen Libya’ya gitmeden tarikatla İstanbul’da
tanışmıştı. Ömer Fevzi Mardin üst düzey İttihat ve Terakki üyesiydi, nedense sonradan örgütle ayrı düştü.33
İşte bu Nakşibendi, Kadiri, Melami kökeninden gelen Arusi Tarikatı gelecekte Türkiye’nin bütün kritik
süreçlerinden önemli rol oynayacaktı. Ömer Fevzi Mardin şeyhliği Mustafa Aziz Çınar Efendi’ye verdi. Mustafa
Aziz Çınar Efendi, Alparlan Türkeş ile de çok iyi görüşürdü. Mustafa Aziz Çınar Efendi’nin müritlerinden biri de
Mehmet Faik Erbil Efendi’ydi. Mehmet Faik Erbil Efendi, 1980 darbesi öncesi sağ-sol çatışmaları döneminde
Enver Altaylı’yı komünistlerin silahlı baskınından kısa süre önce uyarmış ve Altaylı’nın hayatını kurtarmıştı.34
İlerleyen yıllarda Aaron Kandiyoti isimli bir Yahudi vatandaşımız Arusi tarikatının şeyhi Azir Çınar Efendi’ye
intisap etti.35 İsmini Harun Kan olarak değiştirdi ve Harun Hoca olarak Nakşibendi tarikatının şeyhi oldu36
.
Bütün bunları öğrenince insan kendine acaba bugün bizi Libya’ya hangi tarikat gönderdi, acaba tarikat üyesi
subaylarımız da var mı diye sormadan edemiyor!
Bu günlük burada noktalayalım devamında Balkan Savaşları, Türkiye’de parti nasıl kurulur, istihbarat
örgütünün vesayet sistemindeki yeri ile devam edeceğiz.
28 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-161
29 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-46
30 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-35
31 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-163, 182
32 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-161-164
33 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-37
34 Ülkü İrfan, Büyük Oyundaki Türk-Enver Altaylı, İstanbul, 1. Baskı Ocak 2008, İlgi Yayınları, S-207
35 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-35
36 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-97
9/23
Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü - 3
BALKAN SAVAŞLARI
Önceki 2 bölümde müneccimlerin başımıza ne işler açtığını, Almanların Büyük Oyununu, Cihad ve İttihat-ı
İslam projesini, içeriden adam devşirme yöntemlerini, Rus-Japon Savaşı’nın tarihimizdeki önemini, Osmanlı’yı
paylaşma projesini, ilk Cihad denemesi Trablusgarp Savaşı’nı farklı bir bakış açısıyla anlatmıştık. Kaldığımız
yerden devam ediyoruz.
Tekrar tarihin tozlu sayfalarına geri dönelim. 8 Ekim 1912’de İngiliz, Fransız ve Rusların kışkırtmasıyla Bakan
Savaşları başlayınca Libya’daki Türk subaylarının çoğu İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Libya İtalyanlar teslim
oldu.
Balkan Savaşları tarihimizin en acı yenilgisidir. Bulgarlar, Edirne ve Çatalca önlerine kadar gelmişken içeride
İttihat ve Terakki Fırkası (Partisi) ile muhalifi Hürriyet ve İtilaf Fırkası arasında ölümüne bir çekişme vardı.
Çekişmenin perde arkasında yatan asıl sorun, Musul’da petrol bulunmuş olmasıydı. Almanlar, Halep’ten direk
Bağdat’a gitmesi planlanan Berlin-Bağdat demiryolunun güzergahını Musul’a doğru çevirip, Deutsche Bank
güzergahın 20 km sağ ve solundaki yeraltı-yer üstü tüm doğal kaynakların işletme imtiyazını alınca, İngilizler
Balkan Savaşını tetiklemişti. İstanbul’daki iki parti farkında değildi ama aslında Osmanlı’nın zenginliklerini
Almanlar mı yoksa İngilizler mi sömürsün kavgası yapıyorlardı.
İttihatçılar, Sadrazam (Başbakan) Kâmil Paşa’nın Edirne’yi kurtarmak ve savaşı lehimize çevirmek için
İngilizlerle anlaşacağı endişesine kapılmıştı. Bu sebeple İngilizci olarak düşündükleri Kâmil Paşayı devirmeye
karar verdiler. Almancı Binbaşı Enver Bey ve arkadaşları, 23 Ocak 1913’te Bab-ı Ali’yi (Hükümet Konağı)
basarak Sadrazam Kâmil Paşa’yı istifa ettirdi. Baskına aktif olarak katılanlar arasında Talat Bey, Yakub Cemil,
Mustafa Necip, Sapancalı Hakkı, Mithat Şükrü Bey ve Filibeli Hilmi vardı. Darbeciler, kendilerine yakın
gördükleri Mahmud Şevket Paşa’yı iktidara getirdi.37 17-25 Aralık 2013 ve 15 Temmuz 2016 darbe girişimleri
de benzer bir sebeple yapılmadı mı? Türkiye, Amerika’dan uzaklaşıp Rusya’ya yanaşınca birileri düğmeye
basmadı mı? Neyse konumuza dönelim. Kısa süre sonra 27 Ekim 1913’te Limon von Sanders komutasındaki
Alman heyetiyle 5 senelik hizmet sözleşmesi imzalandı.38 Müneccimler bize akıl vermeye devam edecekti.
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa, Osmanlı topraklarındaki petrolü paylaşma konusunda çekişmekte olan
İngiltere ve Almanya arasında sıkışmış kalmıştı. Almanya, onun Alman çıkarlarını İngiltere baskılarına karşı
korumakta yetersiz olduğu kanısındaydı.39 Mahmut Şevket Paşa, 11 Haziran 1913’te bir suikastla öldürüldü.
Aman ha suikast timlerine bugün de dikkat. Herkes suikastta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin rolü olduğunu
düşünüyordu. Gizli bir örgüt, Sadrazamı öldürmüştü! Arkasından dönemin padişahı gibi bir kukla olacak Said
Halim Paşa, iktidara getirildi.40 Bundan sonra İttihat ve Terakki’nin üç önderi Enver, Cemal ve Talat Beyler tüm
yönetime hâkim oldular.
Artık Galata Köprüsü üzerinde gazeteci öldürülüyor, muhalif aydınlar Sinop'a sürülüyor, Osmanlı
İmparatorluğu tek parti diktatörlüğü altında çöküşüne doğru yol almaya başlıyordu. Yazılı hemen hemen
hiçbir belge olmadan, Teşkilat-ı Mahsusa "TURAN'a gidilecek" aldatmacasıyla var gücüyle propaganda
yapıyordu. 41 Benzer süreçler benzer sonuçları doğurur bunu unutmayın.
TÜRKİYE’DE PARTİ NASIL KURULUR?
37 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-171
38 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-213
39 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-172
40 https://islamansiklopedisi.org.tr/mahmud-sevket-pasa
41 https://m.bianet.org/bianet/siyaset/489-ermeni-tehciri
10/23
İttihat ve Terakki kapalı kapılar arkasında gizlice kurulmuş bir cemiyetti. Amacı “tek adam yönetimi”nden
kurtulmaktı. Ki o zaman iktidar da II. Abdülhamid vardı. İttihatçılar ülkenin anayasal meşrutiyetle
yönetilmesini istiyordu. Dönemin zenginleri, seçilmiş meclis yoluyla iktidara ortak olmak ve anayasayla
kendilerini hukuki güvence altına almak istiyordu. Gerçekten de tek adam yönetiminde (mutlakiyet) yatırım
yapmak ve sermaye birikimi yoluyla ülkeye hizmet etme imkânı yoktu. Padişah, kendisine tehdit oluşturacak
kadar güçlenmiş bir zengini sürgüne gönderip, servetine el koyabiliyordu. Meşrutiyet yönetimi ve anayasa,
zenginlerin mal ve can güvenliğini emniyete almaları için bir zorunluluktu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne inanç ve etnik köken ayırımı yapılmadan sivil-asker bütün Osmanlı uyrukları
kabul ediliyordu. Her üye, girişte 5 maddeden oluşan bir yemin etmek zorundaydı. Yeminin son maddesi,
bütün vatandaşların hayat, mal ve onurunu koruma sorumluluğu getirmekteydi. Hatta söylediklerine göre
parti bir ayaklanma durumunda yabancıların mallarını korumak ve Avrupa’nın müdahalesini engellemek için
bir tür milis kuvveti de organize etmişti.42
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucuları arasında çok sayıda Mason ve Sabetaist vardı. Mesela Sadrazam
yaptıkları Said Halim Paşa, Masondu; Masonluğu babasından almıştı. 43 Binbaşı Enver Bey Bektaşi-Masondu.44
İttihat ve Terakki’nin ünlü Maliye Nazırı (Bakanı) Cavid Bey, Sabetaist Karakaşi grubunun ruhani önderiydi.45
Talat Paşa’nın bir bağlantısı var mı? Bilmiyoruz. Türkiye’deki ilk demiryollarını finanse eden demiryolu kralı
Baron Mautritz Hirsch, 1873’ün Aralık ayında özellikle Osmanlı Yahudilerinin eğitiminde harcanmak üzere
Alyans okullarına 1 milyon frank bağışlamıştı. Talat Paşa, Edirne Alyans okullarında öğretmenlik yapmıştı.
46
Şimdi bir tespit ile devam edelim. Kapalı kapılar arkasında parti kurma geleneği İttihat ve Terakki ile başlar.
Bu durum Atatürk dönemi hariç bugün de böyledir. Önce parti kurma izini alınır veya doğrudan bir parti
kurulur ama sonra mutlaka Amerika’ya gidilir, Nakşibendi-Kadiri-Arusi-Melami Şeyhi vasıtasıyla icazet alınır
ve ancak bu yolla iktidar olunur. Vatandaş da kendisini en milli en yerli hükümetin yönettiğini zanneder!
Mesela bu hükümetler bağıra bağıra İsrail’e küfrederler ama hiçbiri iş icraata gelince en ufak bir hamle bile
yapamazlar. Bu icazetle kurulan partiler ne zaman yoldan çıksa hemen seçim oyunlarıyla iktidardan gönderilir;
olmadı son çare darbeyle devrilir. Bazen de devrilmek istenen hükümet korkudan akıllanır! Tekrar ne
isterseniz yaparım der bu seferde onun iktidarını uzatmak için her türlü entrikayı çevirirler. Önemli olan
iktidarda kimin olduğu değil kontrolün kimde olduğudur.
İSTİHBARAT ÖRGÜTÜ VE VESAYET SİSTEMİ
Yine Binbaşı Enver Bey’in hikayesiyle devam edelim. Mahmut Şevket Paşa suikastından sonra Binbaşı Enver
Bey hızla yükselmeye başladı. Bingazi Savaşı’ndaki başarılarından dolayı 6 Kasım 1913’te 3 sene zam (kıdem)
ile ödüllendirilmişti. Bu arada 17 Kasım 1913 tarihinde Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurdu. Almanların gizli örgütü,
artık resmiyet kazanmıştı. Enver Bey yükselişine devam etti, 15 Aralık 1913’te rütbesi bir derece daha
yükseltilip Miralay (Albay) nasbedildi. 3 Ocak 1914’te Mirliva (tümgeneral) rütbesine terfi etti. 8 Ocak 1914’te
Erkan-ı Umumiye Riyasetine atandı yani Genelkurmay Başkanı oldu. 11 Ocak 1914’te de Harbiye Nazırı İzzet
Paşa’nın istifa etmesi üzerine Tümgeneral rütbesiyle Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) oldu.47 Bu arada 24
Şubat 1914’te Naciye Sultan ile elenerek Saraya da damat oldu. Anlaşılan Saray, bu tehlikeli paşaya kız vererek
kendisini emniyete almak istemişti.
Şimdi bir tespit daha yapalım: İttihat ve Terakki, 2 darbe ve 1 suikast ile iktidarı tamamen ele geçirmişti.
Aslında suikast ve darbeleri gerçekleştiren gizli bir örgüttü. Bu örgüt sonradan resmileşti, Teşkilat-ı Mahsusa
adını aldı. Bir ülkede, istihbaratı ele geçiren, o ülkenin siyasetini de iktidarını da belirler. İstihbarat
42 Koloğlu Orhan, İttihatçılar ve Masonlar, İstanbul, 3. Baskı 2002, Eylül Yayınları, S-83
43 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-223
44 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-295
45 Yalçın Soner, Efendi-2 Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, 2016, Kırmızı Kedi 569, S-43
46 Yalçın Soner, Efendi 2 – Beyaz Müslümanların Büyük Sırrı, İstanbul, Kırmızı Kedi 569, S-121
47 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-10
11/23
örgütünün mutlaka silahlı kuvvetlerle de bağlantısı vardır. Şimdi dışarıdan yönlendirilebilen bir istihbarat
örgütü düşünün. Bu örgütün Nakşibendi, Melami, Mason tarikatları veya FETÖ benzeri cemaatlerle bağlantısı
olsun ve bu ezoterik yapılanmalar sivil toplum örgütü kisvesinde devlet bürokrasisinden, akademik çevrelere,
basın yayın kuruluşlarından iş çevrelerine kadar bir ağ ile birbirlerine bağlanmış oluşun. Devleti örümcek ağı
gibi saran bu gücün büyüklüğünü düşünün. Bu güç, gerektiğinde darbeyle ama çoğu zaman normal yollarla
ülke siyasetini ve iktidarını istediği gibi belirleyebilir. Bu yapılanmaya Türkiye’de insanlar “Askeri Vesayet”
adını veriyor. Ama aslında “Askeri Vesayet”in doğrudan askerle bir ilgisi yoktur. Askeri vesayet diye
adlandırılan bu mekanizmanın merkezinde her zaman başında “M” harfi olmayan İstihbarat Teşkilatı vardır.
“Askeri Vesayet”in içinde asker olarak sadece dışarıdan yerleştirilmiş paşalar vardır. Türkiye’de “Askeri
Vesayet”i tesis eden, istihbarat kurumumuz Teşkilat-ı Mahsusa’yı kurup finanse eden Almanlardır. Askeri
Vesayet’e Atatürk döneminde kısa bir süre ara verilmiştir. 2. Paylaşım Savaşı’ndan sonra o dönem adı MAH
olan (Milli Emniyet Hizmetleri Riyaseti) İstihbarat Teşkilatımızı finanse edip yönlendiren Amerikalılar, “Askeri
Vesayet”i devralmıştır. Bugün eski “Askeri Vesayet”ten kurtulma çabaları devam ederken diğer yandan
yenisinin kurulma çalışmaları da tüm hızıyla sürmektedir. İleride yine bahsederiz şimdi bir ara verelim.
Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü - 4
OSMANLI 1. PAYLAŞIM SAVAŞI’NA GİRİYOR
Almanların Osmanlı Devleti’nin içine nasıl sızdığını ve amaçlarını önceki 3 bölümde uzun uzun anlattık. Şimdi
içimizdeki inandırılmış insanların devletin sonunu nasıl getirdiklerini adım adım inceleyeceğiz.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurulduğu yıllarda Almanya artık savaşın kaçınılmaz olduğuna karar vermiş ve savaşa
hazırlanmaya başlamıştı. Şimdi şu meşhur istihbarat teşkilatımızın kuruluş amacına ne yazmışlar kısaca
hatırlatalım:
“Bu heyet-i ittifakiyeyi vücuda getirmek için Harb-i Umumi’nin bidayetinden (başlangıç) itibaren Fas, Cezayir,
Tunus, Trablusgarp, Bingazi, Afrika Merkezi, Mısır, Habeşistan, Sudan, Zengibar, Somali, Malay Adaları, Açe
Adaları, Belucistan, Afganistan, Çin ve Türkistan-ı Rus, Hive, Rus ve Şimali, Şimal Kafkas ve Azerbaycan, Cenubi Kafkas, Moğolistan, Kırım, Arnavutluk, Trakya ve Makedonya gibi menatıkda (uzak bölgelerde) ruhları
uyandırmak, İslam’ın parçalanan, dağıtılan ruhunu yavaş yavaş canlandırmak, hükümetimizin Avrupa’daki
ehemmiyet-i siyasiyesini artırmak…”48
Almanlar para vermese, Teşkilat-ı Mahsusa’nın personeline ödeyecek parası yoktu. Ama buna rağmen
hedeflerin büyüklüğünü görüyor musunuz? Teşkilat-ı Mahsusa, bütün Türk ve Müslümanların yaşadığı
coğrafyaya hâkim olacak bir dünya imparatorluğu kuracaktı. FETÖ’nün “Altın Nesli”nin kuracağı
imparatorluğun haritası, Cumhurbaşkanı eski başdanışmanı Adnan Tanrıverdi’nin şeriat anayasasına
geçmesini istediği devletlerin haritası ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) haritası hep örtüşmektedir. Ne büyük
tesadüf öyle değil mi?
Teşkilat-ı Mahsusa kurulurken, Kafkaslar, Orta Asya ve Arap topraklarından çok sayıda ajan örgüte dahil
edilmişti. Çünkü yapılacak propaganda faaliyetlerinde o bölgenin dilini ve kültürünü bilen kalemlere ihtiyaç
vardı. Mesela bunlardan birisi, İskenderiye doğumlu Abdülaziz Çaviş’ti. Çaviş, Ezher’de eğitim almış
öğrenimini tamamlamak için İngiltere’ye gönderilmişti. İngiltere dönüşü Mısır Eğitim Bakanlığında görev
yapmış bu esnada İngiliz sömürgeciliğine karşı bayrak açmış olan el-Liva gazetesinin başyazarlığını yapmıştı.
Artık gazetenin finansmanını kim yaptıysa! Abdülaziz Çaviş, İngiliz baskısından kurtulmak için 1912’de
İstanbul’a geldi ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın üyesi oldu. 1. Paylaşım Savaşı çıkınca da Abdürreşid İbrahim,
Mehmet Akif (Ersoy) ve Şeyh Şerif Tunusi gibi Pan-İslamcı hareketin önde gelen isimleriyle birlikte
propaganda yazarlığı yapmak üzere Almanya’ya götürüldü.
48 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-8
12/23
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahtı Franz Ferdinand, 28 Haziran 1914 günü Saraybosna'yı
ziyaretinde bir Sırp Milliyetçisi tarafından öldürüldü. Bu olay 1. Paylaşım Savaşı’nın başlangıcıydı. Suikastta
Alman parmağı vardı. Avusturya-Macaristan, 28 Temmuz 1914'te Sırbistan'a savaş ilan etti. Bunun üzerine
Rusya 31 Temmuz'da genel seferberlik ilan etti. Daha önceden Rus Seferberliğini savaş ilanı kabul edeceğini
açıklamış bulunan Almanya, 1 Ağustos'ta Rusya'ya ve 3 Ağustos'ta da Fransa'ya savaş ilan etti.
2 Ağustos 1914 tarihinde Sait Halim Paşa’nın Yeniköy’deki yalısında Osmanlı adına Sait Halim Paşa, Almanya
adına Büyükelçi Baron Wangenhaim tarafından imzalanan gizli bir anlaşma yapılmıştı. Anlaşmaya göre;
Osmanlı ve Almanya, Avusturya-Sırbistan savaşına tarafsız kalacak; Rusya, Almanya'ya karşı bir saldırı
hareketinde bulunursa Osmanlı da savaşa girecekti. Osmanlı Devleti'ne herhangi bir saldırı olduğunda da
Almanya, Osmanlı'ya yardım edecekti. Almanların 1 Ağustos’ta Ruslara savaş açtığı hatırlanacak olursa,
yapılan gizli anlaşmaya 2 Ağustos’ta imza atan Osmanlı, kâğıt üzerinde peşinen savaşa girmeyi kabul etmiş
oluyordu.
Bu arada Amiral Wilhelm Souchon komutasındaki Akdeniz’deki 2 Alman gemisi Goeben ve Breslau,
Almanya’nın Fransa’ya savaş ilan ettiği 3 Ağustos 1914 günü Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul'a gitme
emri aldı.494 Ağustos 1914 günü de Enver Paşa, Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı sıfatıyla, Bahri Sedif
Boğazlar Komutanlığına söz konusu gemilerin boğazlardan içeri alınması için bizzat emir verdi. Bu olay,
Almanlarla Enver Paşa arasında önceden kararlaştırılmıştı.50 Belki de bu emirden hükümetin diğer üyelerinin
haberi bile yoktu. Neyse gemiler İstanbul’a gelince isimleri Yavuz ve Midilli olarak değiştirildi mürettebata fes
giydirilerek gemilerin komutanı Amiral Souchon Donanma KomutanıMız yapıldı. Eş zamanlı olarak Enver Paşa
Hükümete sormadan seferberlik ilan etti. Seferberlik ilanı o dönem için savaş ilanı anlamına geliyordu.51
Daha Osmanlı savaşa girmeden Ağustos 1914’te Teşkilat-ı Mahsusa, Rusya’nın harpte mağlubiyetini temin
için Kafkasya’da genel bir ihtilal hazırlamak maksadıyla bölgeye elemanlar göndermiş ve Kafkas İhtilal
Cemiyeti’ni kurdurmuştu.52 Yine Enver Paşa tarafından daha Osmanlı savaşa dahil olmadan amacı İran,
Afganistan ve Hindistan’da İngiltere aleyhine ihtilaller çıkartmak olan Rauf Bey Müfrezesi teşkil edilmiş ve
göreve gönderilmişti. Bu müfrezenin hazırlıklarını Ömer Fevzi Bey (Mardin) Alman subaylarıyla birlikte yaptı.
53
Para işleri yine ondan soruluyordu.
Almanya, 1. Paylaşım Savaşı için tasarladığı Schlieffen Harekât Planı çerçevesinde, kuvvetlerinin %80’i ile Batı
cephesinde Fransa’ya saldıracak, bu arada geri kalan kuvvetlerle Rusya’ya karşı oyalama muharebesi
yapacaktı. Alman generaller, Belçika üzerinden kısa sürede Paris’e ulaşılacağını hesap etmişti. Fransa’nın işi
bitirildikten sonra Rusya üzerine yürünecekti. Fakat savaş, planlandığı gibi gitmedi. İngilizlerin yardımıyla
başarılı Fransız savunması, Batı cephesinde savaşı çıkmaza soktu; birlikler siper savaşlarına bağlandı. Bu
başarıda, Doğu cephesinde saldırıya geçen Rusların da önemli bir katkısı vardı. Almanlar Rus saldırılarını
durdurmak için Fransa’yı işgal etmek maksadıyla ihtiyatta tuttukları birlikleri Doğu cephesine kaydırmak
zorunda kalmışlardı. Tannenberg muharebelerinde Ruslar yenilmişti ama Paris’e doğru Belçika üzerinden
yürümeye çalışan Alman General Moltke de Eylül 1914 ayında Marne Muharebelerini kaybetti. Savaş
Almanların istediği gibi gitmiyordu, Alman orduları iki ateş arasında kalmıştı. Fransa’nın işgali için acilen Rusya
cephesindeki tazyikin azaltılması gerekiyordu. Bunun tek yolu Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi ve Rusları
üzerine çekmesiydi. Zaten bu önceden hesaplanmış bir hamleydi.54
Amiral Souchon, Karadeniz’e çıkıp Ruslara saldırarak bir an önce Osmanlı’yı savaşa sokmak istiyordu. Ancak
Osmanlı hükümeti buna yanaşmıyor, bir türlü Souchon’a Karadeniz’e çıkma izni vermiyordu. Ancak bir süre
49 Başıbüyük Osman, Berlin Bağdat Demiryolundan Çanakkale Savaşına, 21 Nisan 2015, www.ulusal.com.tr
50 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-49
51 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-69
52 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-158
53 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-72
54 Başıbüyük Osman, Berlin Bağdat Demiryolundan Çanakkale Savaşına, 21 Nisan 2015, www.ulusal.com.tr
13/23
sonra başka kanallardan devreye girip Almanlar bu izni Enver Paşa’dan almayı başardı. Çünkü Enver Paşa
savaşa girip bir an önce Müslüman Birliğini, Büyük Türkistan’ı kurmak istiyordu.
Bu esnadaki olayları iyi anlamamız gerekiyor. Cihad ve İslam Birliği’ni (ittihat-ı İslam) kurma fikri bir Alman
planıydı ve General von der Goltz tarafından 1914 yılının ilk yarısında Enver Paşa’ya çok ikna edici bir şekilde
önerilmişti. 55 Almanlar, dünyayı ele geçirdiğinde bütün Müslümanların yönetimini Türklere verecekti. Bugün
büyük bir güç dese ki; seni “Halife” yapacağız. Vallahi ben bile çok sevinirim. Bu uğurda canla başla savaşırım.
Etrafıma bu yolda canını malını verecek çok sayıda mürit de toplarım. Bu gazla Libya’dan sonra Yemen’e git
deseler oraya da giderim! Vur deseler vururum, öl deseler ölürüm! Bizim sümüklü Fetullah Gülen’i de böyle
kandırmadılar mı? “Altın Nesil” ve Türkiye Amerikalıların önderliğinde bütün Müslüman alemin hâkimi
olacaktı! Yani Amerikalıların istikamet göstermesi, fırsat yaratması, önlerinden engelleri kaldırması ve bunlara
para kazanma imkanları sunarak kaynak aktarmasıyla “Altın Nesil” hülyalarına ulaşacaktı! Koskoca
orgeneraller, anlı şanlı profesörler bu numarayı yedi. Bugün de bu numarayı yiyen edebiyatçılarımız vardır
herhalde.
Almanlar güzel bir taktik bulmuştu; birine çok büyük çok hoş vaatlerde bulunuyorlardı. Bu vaatlerin
gerçekleşebilir olup olmaması hiç önemli değildi; yeter ki hedef kitle, bu vaatlere inansın. Sonra inanmış lider
ve müritleri, aynen hedefe kilitlenmiş, güdümlü bir mermi gibi oluyordu; at-unut, o silah hedefi bulur ve vurur.
İşte bu mekanizmada Enver Paşa, artık güdümlü bir mermi gibiydi; hedefine kilitlendiği için kime hizmet
ettiğini göremez olmuştu. İttihatçıların çoğu devlet uğruna canı seve seve feda edecek mertlikte insanlardı.
İşte bu kuvvetli inanç, onların içine düştükleri tezgâhı görmelerine engel olmuştu.
Kaldığımız yerden devam edelim. Osmanlı savaşa girmek istemiyordu. Onu savaşa sokacak bir katakulliye
daha ihtiyaç vardı. Düğümü çözmek için güdümlü mermi Enver Paşa, kabineye danışmadan Amiral Souchon’a
gizli bir emir verdi.
Emirde aynen şöyle yazıyordu: Donanma Komutanı Amiral Souchon Paşa’ya; Donanmay-ı Hümayun,
Karadeniz’de hakimiyet-i bahriyeyi kazanacaktır. Bunun için Rus donanmasını nerede bulursanız ilan-ı harp
etmeden ona hücum ediniz.56
Enver Paşa hep bu emri verdiğini sakladı, sorulduğunda inkâr etti. Bu emrin verildiği kaydı ancak Cumhuriyetin
ilerleyen yıllarında bulunabildi.
Amiral Souchon, 29 Ekim 1914 günü Odessa, Sivastopol, Yalta ve Novorossiysk Limanlarını bombalayarak
Osmanlı’yı savaşa sokmayı başardı. Osmanlı savaşa girdiğinde aslında Almanların savaşı kaybetmesi
neredeyse kesinleşmişti.
Bu arada savaş karşıtı olan Osmanlı kabine üyelerini bir şekilde ikna etmek gerekiyordu. Para, zor durumdaki
bir devlet için her zaman ikna edici olmuştur. Hele yanında biraz da rüşvet varsa çok süper olur! Bugün de
mekanizma böyle işliyor. Almanya, Osmanlı’ya askeri hizmetleri karşılığında borç verecekti. 10 Kasım 1914
günü Alman Büyükelçisi Baron Wangenheim ile Talat Paşa arasında %6 faizle 5 milyon altın tutarındaki borç
anlaşması imzalandı.
57 Acaba diyorum bizi bugün Libya’ya gönderenler para verdiyse, Yemen’e gitsek kaç para
verirler?
ALMAN CİHAD’I
Sırada halkı savaşa inandırma işi vardı. Pek tabii ki bu iş, dinî motivasyonla yapılacaktı. Hemen Cihad-ı Ekber
Fetvası kaleme alındı ve 14 Kasım 1914’te Fatih Cami avlusunda Ali Haydar Efendi tarafından okundu. 5 soru
5 cevap şeklinde hazırlanan Fetva, Fetva Emini ve ulemadan 29 kişi tarafından da imzalanmıştı. Fetvayı
55 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-203
56 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-51
57 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-190
14/23
hazırlayanlar arasında Said-i Kürdi (Nursi) de bulunuyordu. Said-i Kürdi aynı zamanda Teşkilat-ı Mahsusa
üyesiydi. Fetvada Rusya, 300 yıllık baş düşman olarak gösteriliyordu58
. Bugün birileri bizim Rusya ile gereksiz
yere ve mutlaka düşman olmamızı istiyorsa bilin ki işin içinde bir bit yeniği vardır. Neyse…
Fetvada özetle;
“1) Padişahın Cihad emrine herkesin katılması farzdır.
2) İslâm Hilâfetini ortadan kaldırmak isteyen Rusya, İngiltere ve Fransa'nın idaresi altında olan bütün
Müslümanların bu devletler aleyhine birleşmesi şart olmuştur.
3) Bu farziyete rağmen Cihad’a katılmayanlar ağır cezaya düçâr olacaklardır.
4) İslâm (Osmanlı) askerini öldüren yukarıdaki devletlerin tebaası Müslüman askerler, büyük günah işlemiş
olurlar.
5) İngiltere, Fransa, Rusya, Sırp, Karadağ hükümetleri idaresinde bulunan Müslümanların, İslâm Devletine
yardımcı olan Almanya ve Avusturya aleyhine harp etmeleri, bu devletin zararına olacağı için büyük günah
sayılır.59” deniyordu.
Bu Fetva, Alman ulaştırma ve haberleşme vasıtalarıyla tüm İslam dünyasına yayıldı. Almanların kurduğu İslam
Birliği (İttihat-ı İslam) propaganda merkezi, devşirdiği yazarlar ile ayrı ayrı lisanlarda Araplara, Hintlilere, Rusya
Müslümanlarına yönelik gazeteler çıkarıyor, bütün propaganda malzemesi gerektiğinde Alman denizaltıları
bile kullanılarak hedef bölgelere ulaştırılıyordu.60
Alman Dış Politika Bürosu, “yeni doğu” (new orient) stratejisi kapsamında, “ayaklanma” (Aufwiegelung) isimli
bir program hazırlamıştı. Bu programın amacı İngiliz ve Rus sömürgelerinde halk ayaklanmaları çıkarmaktı.
Programın başında 2 önemli isim vardı. Hatırlayacaksınız birisi II. Wilhelm’e doğrudan rapor yazabilen
Mısır’daki Alman casusu Max Freiherr von Oppenheim diğeri Rudolf Nadolny idi. Rudolf Nadolny propaganda
programını Almanya’dan idare etti. Oppenheim 1915’te İstanbul’a gönderildi; Türkiye’deki ekibin başına
geçip, çalışmalarına buradan devam etti.61 Teşkilat-ı Mahsusa, savaş boyunca Almanların Osmanlı’daki
istihbarat istasyonu gibi çalışmıştı.62
Burada önemli bir casustan daha bahsetmemiz gerekiyor: Niedermayer. Niedermayer Alman ordusunda
görevli iyi bir şarkiyatçıydı. İslam’ı, dini ilimler okumuş bir Müslümandan daha iyi biliyordu. Farsçaya hakimdi.
1912 yılında özel bir görevle İran ve Hindistan’a gönderilmişti. Buradaki halkların yaşayış tarzlarını, inançlarını
öğrenecek ve İngiltere Araplar arasında Lawrence’i nasıl Osmanlı devletine karşı kullandıysa, Almanya’da
Niedermayer’i İngilizlere karşı Hindistan ve Afganistan’da kullanacaktı. Niedermayer 1914 yılında küçük bir
heyetle yola çıktı Eylül 1915’te Kabil’e ulaştı, Afgan Kralı Emir Habibullah ile İngilizlere karşı yapılacak
çalışmalar hakkında mutabakat sağlayamayınca geri dönmüş 1 Eylül 1916’da Osmanlı toraklarına dönerek
buradaki Alman Askeri Misyonu Başkanı von der Goltz Paşa’nın emrinde çalışmaya devam etmişti.63 Bu araya
küçük bir bilgi girelim, CIA’nın Türk Casusu Ruzi Nazar’ın gelecekti kayınpederi, Bay Roth da Osmanlı
topraklarında Goltz Paşa’nın emrinde çalışıyordu.64
Peki Savaşta Osmanlı ordusunun başında kim vardı dersiniz? Bir Alman Albay. Albay Friedrcih Bronsart von
Schellendorff, rütbesi general yapılarak Osmanlı Genelkurmay Başkanı olmuştu. Genelkurmay BaşkanıMız
58 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-203
59 https://www.yeniasya.com.tr/m-latif-salihoglu/cihad-i-ekber-ilani-sonun-baslangici-2_479066
60 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-44
61 Jenkins Jennifer L., The German Moment in 1918, University of Toronto
62 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-199
63 Altaylı Enver, Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, İstanbul, 1. Baskı Şubat 2013, Doğan Egmont Yayıncılık, S-114
64 Altaylı Enver, Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, İstanbul, 1. Baskı Şubat 2013, Doğan Egmont Yayıncılık, S-201
15/23
Alman Schellendorff, Osmanlı Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi yani Genelkurmay Başkanlığı’nı yeniden
düzenleyerek, Alman Genelkurmayı’nın bir alt karargâhı haline getirdi. Harekât planları, Türk kurmay
subayları dışlanarak yapılıyor, bütün planlar Schellendorff ve 1. Şube Müdürü Yarbay Kress von Kressenstein
tarafından hazırlanıyordu. Genelkurmay BaşkanıMız Schellendorff, bu arada yepyeni bir uygulama
geliştirmişti. Bütün hazırlık çalışmaları, onay belgeleri, Alman Genelkurmayı ile yapılan yazışmalar ayrı
arşivleniyor ve Türk subaylarına gösterilmiyordu. Bu durma itiraz eden, Alman planlarını eleştiren Türk
subayları, birer birer tayin edilerek karargâhtan uzaklaştırılıyordu. FETÖ’cü subaylarda bizleri karargâhlardan
böyle uzaklaştırmış sonra da içeri tıkmıştı. Ne büyük benzerlik!
Sonuç ne mi oldu dersiniz? Hüsran. Mesela ilk açtığımız cephe Kafkas cephesidir. Bu cephenin açılmasını,
Rusların Avrupa cephesinden buraya birlik kaydırarak Almanları rahatlatması için Genelkurmay BaşkanıMız
Schellendorff ısrarla istemişti. Sarıkamış Harekatı’nın kışın en zorlu döneminde, Aralık 1914 - Ocak 1915
aylarında yapılması planlanmıştı. Başarı şansı olmadığı için Türk komutanlar bu plana itiraz ediyor hiçbiri
harekâtı yönetmek istemiyordu. Bunun üzerine Enver Paşa harekâtı bizzat yönetmek zorunda kaldı. Sonuçta
90 bin askerden sadece 12 bini hayatta kalabilmişti. Çoğu kurşun bile atamadan dağlarda donarak şehit oldu.
İstanbul’da halk, ordunun zafer kazandığını zannediyordu fakat durum içler acısıydı. Halk bilmiyordu ama
komutanlar her şeyin farkındaydı. Bu hezimetin utancı Enver Paşa’yı Almanlara daha da mecbur etti. Türk
komutanlar nezdinde karizması çizilmişti. Almanlar olmadan otoritesini devam ettiremezdi.
Burada noktalayalım, bir dahaki bölüme Almanların Kafkasların kontrolü için Ermeni Tehcir’ini nasıl
tezgahladıkları ile devam eder Lenin’in savaşın sonundaki bilinmeyen rolünü anlatırız.
Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü - 5
ERMENİ TEHCİRİ
Önceki 4 bölümde 1. Paylaşım Savaşı’na kadar geçen süreci anlatmıştık. Sarı Kamış Harekatı’nın başarısızlıkla
sonuçlanmasından sonra Almanlar asli hedeflerinden birisi olan Kafkasları ele geçirmek için yeni çözümler
aramaya başlamışlardı.
Kafkas cephesinde Ermeniler kendilerine “Büyük Ermenistan”ı vadeden Ruslarla iş birliği yapıyordu. Ruslar,
Ermenilerden oluşan birlikler oluşturmuş, bu birliklerle Osmanlı ordusunun gerisinde ikmal hatlarına
saldırıyorlardı. Ermeni milisleri, Büyük Ermenistan için gerekli demografik değişikliği yapma adına savunmasız
Müslüman köylerini yakıyor, halkı katlederek göçe zorluyordu. Bugün Kürtlere Suriye’nin kuzeyinde aynı
stratejiyi uygulatıyorlar.
Bütün bunlar olurken bölgede Erzurum Konsolosluğunda görevli Scheubner-Richter isimli bir Alman casusu
vardı. Scheubner-Richter’in çok gizli görevi, Ermeni komitacıları - Kürtlere, her iki etnik grubu da Osmanlı
Türklerine karşı kışkırtmaktı. Erzurum’da kendisini peynir tüccarı olarak tanıtmıştı. Bu casus 1. Paylaşım Savaşı
müddetince bölgede kaldı.
65
Almanların amacı, Ruslara karşı Müslümanları ayaklandırıp Çarlık imparatorluğunu parçalamak olduğu için
Ermenileri kışkırtıp bölgeden sürmek böylece bölgede Rusların kullanabileceği Hristiyan azınlığı oyun dışı
bırakmaktı. Bu maksatla Ermeni Tehcir (sürgün) kararını Almanlar aldı. 27 Mayıs 1915 tarihinde alınan Tehcir
kararının arkasında Alman Genelkurmayı ve onun alt karargâhı olarak çalışan Osmanlı Genelkurmayını
yöneten Alman Genelkurmay BaşkanıMız Friedrcih Bronsart von Schellendorff vardı.
Schellendorff, 24 Temmuz 1921 günü Deutsche Allgemeine Zeitung gazetesinin 342 no’lu Sabah sayısı ekinde
kendi döneminde gerçekleşen 1915 Ermeni Tehciri’ni gerekli bulduğunu ve onayladığını açıklamıştır.66
65 Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-175
66 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-223
16/23
Yukarıda belirttiğimiz gibi savaş boyunca bütün planlar Almanlar tarafından yapılmıştı. Türk subaylarının
bırakın müdahaleyi, planları görme şansı bile yoktu. Osmanlı Genelkurmayı ile Almanya arasında yapılan
bütün yazışmalar ayrı arşivlenmiş ve arşivin tamamı savaş sonrasında Schellendorff tarafından Almanya’ya
götürülmüştür. Ermeni Tehcir kararının perde arkasını bilen üç canlı şahit olabilir. Talat, Cemal ve Enver
Paşalar. Ne yazık ki üçü de öldürülmüştür. Bu üç paşa, savaş sonu İngilizlerin eline geçip yargılansaydı savaşın
perde arkası çok daha net öğrenilebilecekti. Bu üç paşayı da Almanlar İstanbul’dan kaçırdı.
Talat Paşa, 1921'de Berlin'de, Cemal Paşa 1922'de Tiflis'te, Ermeni militanlar tarafından suikastla öldürüldü.
Enver Paşa’da Rus birlikleriyle çatışma esnasında öldü.
Cemal Paşa’nın öldürülmesinde Alman parmağı var mıdır bilinmez! Ancak Berlin’de öldürülen Talat Paşa’nın
tetikçisi Solomon Teilirian yakalanmış ve yargılanmıştı. Talat Paşa, Almanya’da Ali Sai adına düzenlenmiş bir
kimlikle yaşıyordu. Almanya’ya sadece Talat Paşa’yı öldürmek için gelen ve hiç kimseyle irtibatı olmayan bu
tetikçi Talat Paşa’yı nasıl bulmuştu? Mahkemede tetikçi; “Ailem Ermeni tehcirinde öldü, ben de tesadüf eseri
ölümden döndüm. Daha o zaman Talât Paşa’yı öldürmeye ant içmiştim.” diyerek savunma yapmıştı.
Yargılama sonucunda savcı, “Teilirian’ın cinayetten suçlu bulunmasını” talep ediyor ve şöyle diyordu: “Bu
cinayetin kurbanı özel bir şahsiyetti. Tanınmayan, bilinmeyen bir kitlenin içinden bir el uzanmış ve bu adamı
yere sermiştir. Maktulün kendisi de bir halk çocuğuydu. Halkların birbiriyle boğuştuğu bir dönemde vatanın
kaderini etkilemiş, Alman halkının sadık müttefiki olarak tarihin en yüksek kademelerinde dolaşmıştır. Bunun
siyasî cinayet olduğuna dair en ufak kuşku yoktur. Sanık siyasî nefret ve siyasî intikam hırsıyla davranmıştır.
Ermeni halkına yapılanlar gerçekten dehşet vericidir. Sanığın kendisi ve ailesi de dehşetli olaylarla
karşılaşmıştır. Böylece içinde intikam düşüncesi belirmiştir. Kuşkusuz sanık Talât Paşa’yı sorumlu görüyordu.
Burada Ermenilerin ve dostlarının Talât Paşa’yı suçlu gördükleri şüphe götürmeyecek biçimde ortaya
çıkmıştır.”67
3 Haziran 1921 Cuma günü jüri başkanı Otto Reinicke, kararı açıkladı: “Sanık, Solomon Teilirian, 15 Mart 1921
tarihinde, Charlottenburg’da, Talât Paşa’yı kasten öldürmekten suçlu mudur? Hayır”. Jürinin beraat kararı
üzerine mahkeme ayağa kalktı. Dinleyicilerden kararı alkışlayanlar çoğunluktaydı. Hâkim, Teilirian’ın serbest
bırakıldığını ve mahkeme masraflarının devlet tarafından ödeneceğini açıkladı. Sanığın avukatları,
tercümanlar ve Ermeni dinleyiciler, Teilirian’ı kucaklayarak kutladılar.68
Anlaşılacağı üzere, Ermeni Tehcir kararının Almanlar tarafından alındığını bilen tek şahit, yine Almanlar
tarafından tezgahlanan bir suikastla ortadan kaldırılmış ve düzmece bir mahkeme ile Tehcir kararının
sorumluluğu hukuki yoldan tek başına Türklerin üzerine yıkılmıştır.
ALMANLARIN OSMANLI’YI YIPRATMA STRATEJİSİ
Tarihe bu notu düştükten sonra kaldığımız yere 1. Paylaşım Savaşı’ndaki Çanakkale Cephesine geri dönelim.
Çanakkale Cephesi’nde de durum pek farklı değildi. Bu cephede de Almanlar harekât planını kendi çıkarları
doğrultusunda yapmıştı. Liman von Sanders Paşa, Çanakkale’yi savunacak 5. Ordu komutanlığına atandıktan
sonra kıyıya yakın konuşlanan birliklerimizi geri çekti. Böylece düşmanın kıyaya çıkarak tutunmasına müsaade
etti. Çıkartmanın yapılacağı noktalar çok bariz belliydi. Mustafa Kemal’in söylediği gibi birliklerimiz kıyıya
yakın konuşlansaydı, İngiliz ve Fransızların Çanakkale’ye getirdiği 250 bin asker kıyıya çıkamazdı. Zaten Avrupa
cephesinde savaşmak üzere Mısır’da eğitim gören bu birlikler o zaman Avrupa cephesine sevk edilir, burada
Almanlara karşı kullanılırdı. Almanların yaptığı savunma planı, kendilerine tehdit olabilecek 250 bin askeri
Çanakkale’ye bağlama üzerine bina edilmişti. Bu plan bize 57 bini şehit olmak üzere 218 bin zayiata mal oldu.69

67 Babacan Hasan Prof. Dr., Talat Paşa’nın Öldürülmesi ve Katilin Yargılama Süreci,
http://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/talat-pasanin-oldurulmesi-ve-katilin-yargilama-sureci/
68 Babacan Hasan Prof. Dr., Talat Paşa’nın Öldürülmesi ve Katilin Yargılama Süreci,
http://turksandarmenians.marmara.edu.tr/tr/talat-pasanin-oldurulmesi-ve-katilin-yargilama-sureci/
69 Başıbüyük Osman, Çanakkale Şehitlerimiz İçin Bunları Bilin, Kartal-4, https://www.youtube.com/watch?v=LjEETXXFIaI&t=1348s
17/23
Irak Cephesindeki ilginç bir bilgiyle devam edelim. Hoca Abdürreşid İbrahim, hani şu bütün dünyayı dolaşan
esrarengiz adam var ya, 1. Paylaşım Savaşı’nda Almanlar tarafından çeşitli cephelerde esir alınan Müslüman
ve Türk askerlerinin lehe kazandırılmaları çalışmalarına katılıyordu. Aynı zamanda Alman devletinin
Osmanlı’daki istihbarat istasyonu gibi çalışan Teşkilat-ı Mahsusa var ya o da Almanya’da “Cihad” adında bir
dergi çıkartıyordu. Hatırlayın, dergiye yazar olmak için İstanbul’dan gidenler arasında Mehmet Akif (Ersoy) ve
Şeyh Şerif Tunusi de vardı. Dergide ve başka propaganda birimlerinde çalışan, Almanlara esir düşmüş Türk ve
Müslüman kökenli başka yazarlar da vardı. Almanlar, hedef kitleye ancak kendi kültüründen birinin yapacağı
propagandanın etkili olacağını iyi biliyordu. Bugün de Almanlar kendisine sığınan FETÖ’cülere aynı işi
yaptırıyorlar. Neyse, işte bu dergi, tüm Müslümanları Alman komutası altında savaşmaya çağırıyordu.70 Bu
çabalar sonrasında esir askerlerden bazılarınca Asya Taburu isimli bir birlik oluşturulup Irak cephesine savaşa
gönderilmişti.71 Almanlar aynı planı 2. Paylaşım Savaşı’nda da birebir uyguladılar.
1. Paylaşım Savaşı’na kaldığımız yerden devam ediyoruz. Kafkas Cephesi, Çanakkale Cephesi, Irak Cephesi,
Sina (Süveyş Kanalı)-Filistin, Hicaz-Yemen Cephesi, kısacası bütün cephelerde Almanlar, İngiliz sömürgelerini
ele geçirmek amacıyla plan yaptılar. Planlarının bir diğer amacı Osmanlı’yı tam sömürge olmaya hazırlamaktı.
Bu sebepten İngilizler, sömürgelerinden getirdiği askerleri savaşta nasıl kullandıysa Almanlar da Türk askerini
öyle kullandı. Almanların bu stratejisini anlayan 2 kişi vardır; birisi Mustafa Kemal diğeri İsmet İnönü.
Tuğgeneral Mustafa Kemal, Schellendorff’un Genelkurmay BaşkanıMız olduğu dönemde, 7. Ordu komutanı
olarak Suriye-Filistin-Irak cephesinde Alman Mareşal Falkenhayn’ın komutası bulunurken Almanların harekât
planlarından rahatsız olmuş ve Enver Paşa ile Sadrazam Talat Paşa’ya gönderdiği 20 Eylül 1917 tarihli
raporunda şunları yazmıştı:
“… İçende bulunduğumuz bu bataklıktan Almanlarla birlikte kurtulmak zorunlu ise de Almanların bu
zorunluluktan ve savaşın uzamasından yararlanarak bizi sömürge şekline sokma ve ülkemizin bütün
kaynaklarını kendi ellerine alma siyasetinin karşısındayım…
… Falkenhayn, Irak harekâtını, (Almanların) ülkeye yerleşmesi için bir araç olarak gördü. Gerçekte amacı,
bütün Arabistan’ı Alman idaresine almaktı…”
72
Mustafa Kemal’in bu raporundan sonra ortalık biraz karıştı. Schellendorff, Almanya’ya gönderildi, yerine
Genelkurmay BaşkanıMız Tuğgeneral Hans von Seeckt oldu. Ama Alman planlarında hiçbir değişiklik olmadı.
İsmet İnönü de savaştan sonra anlattığı bir anısında şöyle diyordu:
Savaş çıktığında Genelkurmay hizmetlerinde çalışıyordum. Benim başımda bir Alman müdür vardı. Daha
Sarıkamış Muharebesi olmamıştı. Onunla konuşuyordum.
Savaş uzuyor, “ne olacaksınız siz?”, “Nedir yani bu kadar ısrar ediyorsunuz?” dedim.
Alman; “Belçika’yı alacağız” dedi.
“E, canım Belçika değer mi bu kadar yaptığınız şeye? Sarf ettiğiniz gayrete bak…” dedim.
“Türkiye!” dedi….
Faltaşı gibi açıldı gözlerim, “Nasıl Türkiye? ...” dedim. Toparlandı konuyu değiştirdi.73
Almanların hedefinde tüm Osmanlı topraklarını sömürge yapmak vardı. Biz ise İttihat-ı İslam kandırmacasında
bu savaşta tahminen 2,8 ila 3,2 milyon insanla birlikte Musul-Kerkük gibi çok önemli toprakları kaybettik.
70 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-199
71 Balcıoğlu Mustafa, Teşkilat-ı Mahsusa’dan Cumhuriyete, İstanbul, 1. Basım Mayıs 2001, Nobel Yayın, S-39
72 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-220
73 Özakıncı Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı Yeni-Osmanlı Tuzağı, İstanbul, 14. Basım Ekim 2007, Otopsi Yayınları, S-240
18/23
Memlekette iç gücü tükenmiş, okuma-yazma bilen insan neredeyse kalmamıştı. Bu facianın en büyük
sorumlusu, Enver Paşa liderliğindeki istihbarat örgütümüz, Teşkilat-ı Mahsusa’ydı. Teşkilat-ı Mahsusa’nın
içinde kimler vardı unutmayın! Başında gerçekten “M” harfi olan İstihbarat Teşkilatı’Mız ne zaman olacak onu
düşünün!
ALMANLAR STRATEJİ DEĞİŞTİRİYOR
1. Paylaşım Savaşı’nın Ortadoğu Cephesine geri dönelim. İngilizler, Osmanlı’nın savaşa girmesiyle birlikte
hemen karşı Cihad kampanyasını başlatmıştı. Özetle; Halifenin Almanların elinde esir olduğu, Almanların
sözünden bir adım dahi dışarı çıkamadığı, Almanların kuklası olan bir Halifenin sözünün dinlenemeyeceği
yönünde propaganda yapıyorlardı.
Mekke Şerifi Hüseyin de aynı paralelde; “bir Hristiyanla birleşip başka Hristiyanlara savaş açmaya Cihad
denilemez” diyerek, Osmanlı’nın Cihad çağrısına karşı çıkıyor ama diğer yandan bir başka Hristiyan yani
İngilizlerle birleşip Osmanlı’ya karşı Cihad ilan ediyordu. Ne yapsın, İngilizler onu Ekim 1916’da Arabistan Kralı
ilan etmişti!
Ortadoğu’da İngilizlerin Cihad çağırısı daha başarılı olmuş, bütün Araplar Osmanlı’ya karşı dönmüş, Türk
askerini arkadan vurmaya başlamıştı. Bu sefer Almanlar, Araplarla temas kurmaya, “biz tarafsızız” belki
Türklere değil ama bize güvenebilirsiniz diye tarikat ve aşiretlerle doğrudan görüşmeye başlamışlardı.
Osmanlı, Irak Cephesinde 29 Nisan 1916'da Kût'ül-Amâre’de büyük başarı kazanmıştı ama bu başarı kalıcı
olmadı. İngilizler sürekli bölgeye asker getiriyordu. Almanların Cihad çağrısını, İngilizler tersine çevirmeyi
başarıp Arapları Osmanlıya karşı ayaklandırınca bölgede dengeler hızla değişmeye başladı. İngilizler bölgeye
1 milyona yakın asker yığmıştı. Almanlar artık bu toprakları ve bölge petrolünü ellerinde tutamayacaklarını
anlayınca hemen strateji değişikliğine gittiler. Almanların öncelikli hedefi artık Kafkas petrolleri ve Orta Asya
madenleriydi. 1916 sonu 1917 başından itibaren Osmanlı’nın gücünü daha çok Kafkaslar ve Türkistan
bölgesine yönlendirmeye başladılar.
İngilizler Kerkük’e doğru yürüyüşe geçmişlerdi. Tam bu sırada 6. Ordu Komutanı Halil Paşa yeğeni Başkomutan
vekili Enver Paşa tarafından Şark Orduları Komutanlığı’na atandı. Bu arada Enver Paşa, kardeşi Nuri Paşa’nın
rütbelerini yarbaylıktan bir çırpıda paşalığa yükselterek, Nuri Paşa’yı İslam Orduları komutanı yaptı. Hedef
Bakü’yü İngilizlerin elinden almaktı.74
Bakın Enver Altaylı bu durumu şöyle anlatıyor: “Enver Paşa, İstanbul’dan Bakü’ye Aşkabat’tan Fergana,
Taşkent ve Çin sınırıyla Doğu Türkistan’a kadar yeni stratejik projesine güç vermişti. Bu Osmanlı’nın merkez
olacağı evrensel Türk imparatorluğu projesiydi. İttihat ve Terakki’nin sivil görevlileri, subayları, Teşkilat-ı
Mahsusa’nın en becerikli ajanları Bakü, Buhara, Taşkent, Kazan ve Kaşgar’a gönderilmeye başladılar. Onların
bazılarını kabul eden paşa, “Türkistan’a Kafkasya’ya gidiniz. Orada Rus Çarlığına, İngiliz emperyalizminin bu
müttefikine karşı soydaşlarımızı ayaklandırınız. Bu amaç için size her türlü para ve destek verilecektir”
diyordu.
75
Enver Altaylı doğunca, babası Şakir Altaylı ona çocukluk ve gençlik günlerinin kahramanı Enver Paşa’nın adını
vermişti. Enver’den sonra doğan oğluna Talat Paşa’nın, dokuzuncu çocuğuna ise Cemal Paşa’nın isimlerini
koyacaktı.76 Enver Altaylı da Enver Paşa’ya taparcasına hayrandı. Zaten onun yolunda devam etti. Neyse
konumuza geri dönelim.
Şubat 1917'ye geldiğimizde, savaşın yarattığı perişanlıktan Rusya’da halk isyan etmişti, isyana askerler de
destek verince Çar II. Nikolay tahttan kardeşi Mihail lehine feragat etti. Prens Mihail, korkudan tahtı
74 Mumcu Uğur, 40’ların Cadı Kazanı, Tekin Yayınevi, 1. Basım, 1990, S-30
75 Ülkü İrfan, Büyük Oyundaki Türk-Enver Altaylı, İstanbul, 1. Baskı Ocak 2008, İlgi Yayınları, S-43
76 Ülkü İrfan, Büyük Oyundaki Türk-Enver Altaylı, İstanbul, 1. Baskı Ocak 2008, İlgi Yayınları, S-51
19/23
reddedince Romanov hanedanlığı yıkıldı. 7 Temmuz’da kurulan geçici hükûmetin başbakanı Aleksandr
Kerenski olmuştu. Bu durum tam da Almanların istediği bir şeydi. Ama hala Ruslar savaşmaya devam
ediyordu. Rusları savaş dışı bırakacak, başka bir hamleye daha gerek vardı.
Devrim haberini İsviçre'de alan Lenin, partiye izlenecek taktikleri belirten "Uzaktan Mektupları" iletiyor, yeni
hükümete kesinlikle destek verilmemesini ve devrimci mücadelenin sürdürülmesi gerektiğini ifade
ediyordu.
77 Muhtemelen bu haberleşmelerin içeriğinden Alman istihbaratı haberdardı. Çarlık Rusyası, çok
sayıda milletten oluşan bir imparatorluktu ve “milletler” meselesi en büyük sorunuydu. Sovyetler Birliği
döneminde de hep aynı sorunla boğuşacaktı. Lenin, birçok makalesinde bu konuyu ele almıştı. Lenin ve
arkadaşları, 1917 devriminden önce, “Rus Çarlığı’nın dünyanın en büyük halklar hapishanesi” olduğunu
düşünüyor ve Rus olmayan halklara bağımsızlık vaat ediyordu.
78 İşte bu yüzden Almanlar, Lenin’in Çarlık
Rusya’sını hem savaş dışı bırakması hem de özgürlükler yoluyla parçalaması için Moskova’ya gönderdi.
Planlandığı gibi giderse halkların özgürlük ve bağımsızlık hareketi, Rus Çarlığı’nı parçalayacaktı. Lenin belki
farkında değildi ama Almanlar onu kullanmak için Moskova’ya göndermiş ve parasal açıdan desteklemişti.
İşte Rusya’daki bu karışık ortamda “Türkistan Milli Birliği” adlı gizli örgüt ilk büyük tarihi Müslüman Kongresi’ni
topladı. Kongreyi toplayan isimler Müftü Sadrettin Han, Mustafa Çokay, Mahmud Hoca Behbudi ile
Übeydullah Hoca adlı ceditçilerdi (yenilikçi). Zeki Velidi Togan da kongrenin sekreteriydi. Zeki Velidi Togan,
1913 yılında İstanbul’dan Fergana'ya, Ruzi Nazar, Enver Altaylı ve Mustafa Çokay’ın memleketine gönderilmiş,
1914 yılında Buhara'ya araştırmalar yapıp raporlar yazmıştı79. Ne ilginç! Neyse devam edelim. Kongrede,
Ceditçiler, İttihat ve Terakki örgütü ile birleşme kararı aldılar ve örgütlerinin yeni adını İttihat ve Terakkiperver
olarak koydular. Kongreden sonra Müftü Sadrettin Han 3 kişilik bir heyet ile İstanbul’u ziyaret etti ve Enver
ile Talat Paşalar ile görüştü. Örgütün hedefi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayarak, Kuzey ve Güney
Azerbaycan ile Türkistan’ı birleştirecek evrensel bir Türk devleti kurmaktı.80 Arkasından Türkistan bölgesinde
ardı ardına bağımsızlık ilanları başladı. Mesela Başkurdistan’da kurulan muhtar devletin harbiye nazırı Zeki
Velidi Togan olmuştu. Mustafa Çokay ise 10 Aralık 1917’de Hokand’da kurulduğu ilan edilen Türkistan Özerk
Cumhuriyeti’nin başkanı olmuştu.81 Ruzi Nazar’ın çok iyi eğitim görmüş ağabeyi Yoldaş Kari, 1927 yılında aynı
hareketin milisi olarak suçlu bulunmuş ve idam edilmişti. Ruzi Nazar, ağabeyinin odasında bu cumhuriyetin
bayrağını bulmuştu.
82 Büyüyünce Ruzi Nazar da aynı yoldan yürümeye devam edecektir.
Bu küçük hatırlatmadan sonra devam edelim. Aslına bakarsanız Rusya’daki ilk Müslüman Kongresinin aldığı
Kuzey ve Güney Azerbaycan ile Türkistan’ı birleştirecek evrensel bir Türk devleti kurma projesi Almanya’nın
kendisine hayat alanı olarak belirlediği, sömürge yapmak istediği topraklardı. Sovyetler Birliği’nin
dağılmasında asli rolü Almanlar oynamıştır. Bugün Ukrayna’da yaşanan kriz ve Türki Cumhuriyetlerin
birleştirilmesi projesinin de arkasında Almanlar vardır. İleride tekrar bahsederiz.
İlk Müslüman Kongresini toplayanlar arasında iki isim çok önemliydi; Mustafa Çokay ve Zeki Velidi Togan. Bu
iki isim 2. Dünya Savaşı’ndaki Alman projelerinde yine karşımıza çıkacak. Hatta Zeki Velidi Togan Soğuk Savaş
Döneminde de görevine devam edecektir.
Bolşevik devriminden sonra Rusya’da ortalık karışmıştı. Planlandığı gibi Lenin, 3 Mart 1918'de Brest-Litovsk
Antlaşması’nı imzalayarak Rusya’yı 1. Paylaşım Savaşı’ndan çekti. Emperyalist bir devlet, emperyalizmin
kitabını yazan bir adamı kullanmıştı. İnanılmaz! Bu antlaşma sonucunda Rusya, Almanya'ya ve Osmanlı
77 https://tr.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Lenin
78 Altaylı Enver, Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, İstanbul, 1. Baskı Şubat 2013, Doğan Egmont Yayıncılık, S-81
79 https://tr.wikipedia.org/wiki/Zeki_Velidi_Togan
80 Ülkü İrfan, Büyük Oyundaki Türk-Enver Altaylı, İstanbul, 1. Baskı Ocak 2008, İlgi Yayınları, S-29
81 Altaylı Enver, Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, İstanbul, 1. Baskı Şubat 2013, Doğan Egmont Yayıncılık, S-33
82 Altaylı Enver, Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, İstanbul, 1. Baskı Şubat 2013, Doğan Egmont Yayıncılık, S-34, 62
20/23
İmparatorluğu'na önemli toprakları geri vermek zorunda kaldı. Lenin bu anlaşmayı imzalayarak Almanlara
taviz verdiği suçlamasıyla vurulacak ve bir daha eski sağlığına kavuşamayacaktır.83
Durumdan istifade eden Enver Paşa, Azerbaycan'ı kontrol altına almak için kardeşi Nuri Paşa'yı vazifelendirir.
Nuri Paşa bölgedeki bazı küçük ve dağınık birlikleri "Kafkas İslâm Ordusu" adı altında bir araya getirir.
Haftalarca devam eden çarpışmalardan sonra Nuri Paşa, 15 Eylül 1918'de Azerilerin çok büyük sevgi
gösterileri arasında Bakü'ye girer.84 Enver Paşa, kardeşi Nuri Paşa’ya “Şarki Kafkas Hükümeti’ni kurdur” emrini
vermişti. Kurulacak hükümet bir İslam hükümetidir. Kardeşi Nuri ve amcası Halil Paşalar bu görevi
başaramazlar. Çünkü mezhep ayrılıkları Kafkaslarda bir İslam Hükümeti kurmaya engeldir. Enver Paşa sonra
bu konuda, Çerkez asıllı Yusuf İzzet Paşa’yı görevlendirir. İzzet Paşa Kuzey Kafkas hükümetini kurmayı başarır.
Savaşın sonunun geldiğini anlayan Enver Paşa’nın niyeti, İstanbul’dan kaçarak bu hükümetin başına
geçmektir. Yazışmalar sonucu amcası Halil Paşa burada kimseye güvenilmez cevabını verince planlar suya
düşer.85 Bu arada bölgede mücadele eden insanlar arasındaki bağı vurgulamak adına küçük bir bilgi verelim.
İslam Orduları komutanı Nuri Paşa’nın başyaveri Altemur Kılıç’tı. Altemur Kılıç, asıl adı Emanullahzade Asaf
Bey olan Kılıç Ali Bey’in oğluydu. Aynı zamanda Altemur Kılıç anne tarafından Buharalı Özbekti.86
Konumuza
geri dönüyoruz. Bakü’nün kontrol altına alınma sevinci maalesef uzun sürmedi. Osmanlı Devleti, 30 Ekim
1918’te Mondros Ateşkes Antlaşması ile yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. Bakü’ye Osmanlı ordusunun
girişi konusunda Almanlar itirazda bulunmuştu. İşte o zaman bizimkiler de Almanlarla bölge konusunda rakip
olduklarını daha bariz fark etmişti. Ancak Almanlar fazla ısrarcı olmadı. Çünkü onlar da savaşı kaybettiklerini
biliyor ve İngiliz ve Fransızlarla ateşkes müzakereleri yürütüyorlardı. Ateşkes günü olarak bilinen 11 Kasım
1918’te Almanlar ateşkes anlaşmasını kabul etti.
Enver Paşa’dan Enver Altaylı’ya stratejik ortaklığın hazin öyküsü - 6
VATANSIZ KALAN BİNDİĞİ KAYIĞIN KÜREĞİNİ ÇEKMEYE DEVAM EDER
Geçtiğimiz 5 bölünde Almanlarla stratejik ortak olan Osmanlı’nın müttefiki tarafından nasıl istismar edildiğini
anlattık. Bakalım savaş bittikten sonra ne olmuş?
Savaşın yenilgiyle sonuçlanması üzerine, 8 Ekim 1918 günü Talat Paşa Hükümeti istifa etti. İstanbul’da İttihatçı
liderlerin "Galata Köprüsü üzerindeki sokak feneri direklerine asılacakları" söylentileri alıp başını yürümüştü.
Gerçekten de savaş kaybeden komutanlar yargılanır. Bu dünyanın her yerinde üç aşağı beş yukarı böyledir.
Eski dönemlerde Osmanlı’da durum biraz daha sertti. Mesela Viyana Kuşatması’nı (1683) kaybeden
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tüm Avrupa’ya karşı savaşmış ama başarılı olamamıştı. Yenilgide doğrudan
Paşa’nın bir suçu yoktu ama Osmanlı, Paşa’nın kafasını Belgrat’ta kestirdi, gövdesi Belgrat’a gömüldü; başı
Edirne Sarayına getirilip halka teşhir edildi. İngilizlerin 13 Kasım’da İstanbul’u işgal edeceği haberi alınmıştı.
İttihatçılar yargılansaydı tarihimizle ilgili birçok şey açığa çıkacaktı. Almanlar hemencecik genelkurmay arşivini
kaçırdıkları gibi 9 üst düzey İttihatçıyı da 1 Kasım 1918 günü kaçırdılar.
Talat, Enver ve Cemal paşaların kaçırılma sorumluluğunu bizzat üstlenen Deniz Kurmay Yüzbaşı Hermann
Baltzer, bakın anılarında ne diyor:
1 Kasım 1918'de, İstanbul'da Alman Akdeniz Filosu Karargahı'nda Türkiye'nin 1914 yılında bizim yanımızda
savaşa girmesini borçlu olduğumuz, eski bakanlara nasıl bir yardımda bulunabileceğimiz konuşuldu. Bunun
83 https://tr.wikipedia.org/wiki/Vladimir_Lenin
84 https://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/670635-aradan-tam-62-yil-gecti-ama-kendi-11-eylulumuzu-halaaydinlatamadik
85 Mumcu Uğur, 40’ların Cadı Kazanı, Tekin Yayınevi, 1. Basım, 1990, S-30
86 Altaylı Enver, Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu, İstanbul, 1. Baskı Şubat 2013, Doğan Egmont Yayıncılık, S-323
21/23
üzerine karargâhın en genç kurmay subayı olarak ben paşaların kaçırılması planını gerçekleştirmeye aday
oldum."87
Dikkat edin! Almanlar, Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa girmesini borçlu oldukları adamları kaçırmışlar!
Sivastopol’a 3 Kasım'da ulaşan paşalar bir daha İstanbul'u göremedi. Talat ve Cemal Paşalar doğrudan
Almanya’ya gitti, Enver Paşa bir süre bölgede oyalandıktan sonra o da Berlin’e geçti.
Savaş sona ermiş, Almanlar yenilmişti. Fakat Almanlar bizim gibi işgale uğramadılar. Ulusal çıkarları uğruna
savaş bittikten sonra da mücadeleye devam ettiler. Rusya’da Bolşevikler iktidara gelmiş, komünizm güç
toplamaya başlamıştı. Almanya hem komünizmden tehdit algıladığı hem de Orta Asya ve Kafkasların madden
ve enerji kaynaklarında gözü olduğu için bir gün bile Rusya üzerindeki emellerine ara vermedi.
Lenin döneminde Rusya’da halklar için büyük bir özgürlük vardı. Her tarafta kongreler düzenleniyordu. Bizim
İttihatçı paşaların bölgeye gidip kaldıkları yerden Büyük Türkistan projesine devam etmeleri gerekiyordu.
Karayoluyla ulaşım sıkıntılı olduğu için Almanlar, Enver Paşa’yı 5 defa uçakla Moskova’ya göndermeye çalıştı.
5 denemede başarısız oldu. Birinde uçak yolunu şaşırarak Letonya topraklarına inmiş, Enver Paşa, kimliği açığa
çıkınca tutuklanmıştı. Almanlar paşayı hapishaneden uçakla kaçırarak Berlin’e geri getirdi. Bir başka seferde
Enver Paşa, Musevi komünisti “Bay Atman” kimliği ile yolculuk ederken uçak Estonya üzerinde düştü. Paşa
kurtuldu fakat yine hapse atılmıştı. Almanlar diplomatik kanalla Paşa’yı yine kurtarmayı başardılar. Paşa
önemliydi onlara lazımdı. Bütün bu teşebbüslerde Enver Paşa’ya doğrudan yardım eden şahıs kimdi dersiniz?
General Hans von Seeckt, hani şu bizim 1. Paylaşım Savaşı esnasındaki 2’nci Genelkurmay BaşkanıMız. Bakın
Almanlar bizi ne kadar çok seviyor! Almanların sevgisinin sebebi başkaydı. Lenin ve Enver Paşa’nın Almanlar
tarafından Rusya’ya gönderilmesinde bir paralellik vardır. Almanlar her iki lideri de Rusya’daki milletler
meselesini alevlendirmek maksadıyla kullanmak istemiştir.
Almanların Enver Paşa’yı Moskova’ya gönderirken niyetleri çok açıktı: Türk ve Müslümanlar üzerinden
Bolşevikleri parçalamak. Peki, Bolşevikler Paşa’yı niçin kabul etti dersiniz? Bolşevikler de Enver Paşa’yı
kullanmak istiyordu. Paşa’nın 1. Paylaşım Savaşı sırasında Osmanlı Devleti Harbiye Nazırı’yken, Pan-İslam ve
Pan-Turan siyaseti yürüttüğünü ve bu yüzden İslam âlemi üzerinde bir ağırlığı olduğunu biliyorlardı. Eğer
Paşa’yı kazanabilselerdi onun gücünden faydalanarak önce kendi topraklarındaki Müslümanlarının birliğini
sağlayacaklar sonra Paşa ve arkadaşlarının gücünden yararlanarak İngiliz hakimiyetindeki Müslümanlara
istiklâl ve hürriyet vadederek hem Orta Asya’da hem de Hindistan’da İngiliz emperyalizmi ile mücadele edip
komünizmi yayacaklardı. Özetle Ruslar, Enver Paşa’yı sadece kendi politikalarına uygun şekilde İngilizlere karşı
bir koz olarak kullandılar. 88
Diğer yandan Enver Paşa, Azerbaycan, Dağıstan, Başkırgızistan, Kazakistan Türkmenistan ve Türkistan’dan
bölgelerinden toplayacağı askerlerden oluşan süvari ordusunun komutanı olarak Anadolu’ya geçip
Yunanlılara karşı savaşmayı planlıyordu. Bu amaç paralelinde Ruslar, Anadolu’daki Mustafa Kemal direnişi
kırılırsa, Enver Paşa’yı, Anadolu’ya gönderecekler ve İngilizleri, Rus topraklarından uzak tutmak için
Anadolu’daki savaşı devam ettireceklerdi. Mustafa Kemal Sakarya Savaşı’nı kaybetseydi Lenin, Enver Paşa’yı
Anadolu’ya yollayacaktı.89 Bununla birlikte Enver Paşa, Bolşevikler’in elinde Mustafa Kemal’e karşı
kullanılabilecek bir koz ve dolayısıyla baskı aracıydı. Enver Paşa, Anadolu’ya geçip Mustafa Kemal’in başlattığı
direniş hareketinin başına geçmeyi planlıyordu. Ama onun planlarının hiçbir önemi yoktu. Kayığına bindiği
adamların küreğini çekmekten başka bir şey yapamazdı. Enver Paşa’nın halefleri Ruzi Nazar ve Enver Altaylı
da aynı hataları tekrar edecektir. Unutmayın, önemli olan başkasının kayığına binmemektir!
87 https://m.bianet.org/bianet/siyaset/60508-enver-talat-ve-cemal-pasalar-nasil-kacti
88 Aslan Turlybek, Enver Paşa’nın Yurt Dışına Çıkması ve Bolşeviklerle Temasa Geçmesi, http://edu.ehistory.kz/kz/publications/view/461
89 Mumcu Uğur, 40’ların Cadı Kazanı, Tekin Yayınevi, 1. Basım, 1990, S-36
22/23
Enver Paşa Bolşeviklerin teşvikiyle 1 – 8 Eylül 1920 tarihleri arasında Bakü’de düzenlenen Doğu Halkları
Kurultayı’na katıldı. Kurultaya kadar geçen sürede Bolşevikler güçlenmiş, Rusya halklarının çoğunlukla
güvenini ve kontrolünü sağlamıştı. Kurultay’dan Ankara hükûmeti önderliğindeki kurtuluş hareketini
destekleme kararı çıktı.
Diğer yandan Enver Paşa’nın arkasındaki gizli güç, zenginden alınıp yoksula verilmesine, fakir köylüye toprak
dağıtılmasına, üretim araçlarının kamulaştırılmasına, dış ticarette devlet tekeli uygulanmasına, ülkenin iç ve
dış borç antlaşmalarının iptali gibi düşüncelere kökten karşıydı. Buna karşılık Bolşevikler; “Birileri dünyanın
her türlü zevkini tadarken birileri soğukta, sokakta aç karnına ölmemeliler” diyordu.
Sonuçta Enver Paşa’nın arkasındaki gizli güç, onu son görevine, ölüme gönderdi. 1917 yılında Orta Asya’da
Bolşevik yönetimine karşı başlayıp 1931’e kadar aralıklarla süren Basmacı Ayaklanması’nın başına geçmek
üzere Enver Paşa, 1921 yılında Buhara’ya gitti. Libya’da yaptığının bir benzerini yapacak, gerilla savaşıyla halkı
Bolşevik yönetime karşı ayaklandıracaktı. Bu başarılması imkânsız bir görevdi. 4 Ağustos 1922’de Ruslarla
çarpışarak öldü.
CASUS KULLANMA STRATEJİSİ
1907’de yabancıların istihbarat teşkilatımıza sızıp, Enver Paşa’nın ölümüne kadar süren dönemde yaptıkları
yönlendirmeler nedeniyle çok karanlık bir dönem yaşadık. Bu dönem kimse tarafından doğru düzgün
bilinmiyor veya halka hiçbir şey anlatılmıyor. Hala açığa çıkartılması gereken çok şey var.
Söz konusu dönemde, parçalanmak istenilen devleti kurtarmak için Osmanlı seçkinlerinin hangi inançtan,
hangi mezhepten, hangi etnik gruptan olursa olsun hepsinin büyük çaba gösterdiği açıktır. Bununla birlikte
Baron Rudolf von Sebottendorff’un tespit ettiği üzere o dönemde sabetaistler, Masonluğu, bir kısım
Nakşibendi, Bektaşi ve Melami tarikatlarını yönetiyordu. Devlet yönetimini doğrudan etkileyen bu seçkin
kesim, Osmanlı devletinin çıkarını Almanya ile savaşa girmesinden yana görmüştü. Yanlış anlaşılmasın burada
kimsenin inanışına falan laf söylediğimiz yok. İnanç hürriyeti anayasal bir haktır. Burada vurgulamaya
çalıştığımız nokta bu seçkin kitleyi dışarıdan yönlendiren Sebottendorff gibi çok derin bağlantıları olan başka
casuslar daha var mıydı veya böyle bir yönlendirme yapılmış mıdır? Bu noktayı sorgulamaya çalışıyoruz.
Mesela Rothschild ailesi ilk büyük servetini Waterloo savaşından sonra yapmıştı. Savaşta önceleri hem
İngilizleri hem Fransızları desteklemiş sonra İngilizlerin galip gelmesine karar vererek Napolyan’a para akışını
keserek savaşın sonucunu belirleyip büyük vurgun yapmıştı. Benzer şekilde ailenin, 2. Paylaşım Savaşı'nda da
Hitler’e sermaye aktardığı ve savaşı yönlendirdiği bilinmektedir. O dönemde de Baron Rudolf von
Sebottendorff, gizli Thule örgütünün içerisinde etkili bir casus olarak Hitler’in iktidara getirilmesinde aktif bir
rol oynamıştı90
. Ancak Rothschild ailesinin 1. Paylaşım Savaşı’nda oynadığı rol pek bilinmemektedir.
İncelemeye değer.
Teşkilat-ı Mahsusa’nın üyeleri, İslam ve Türk birliği hayaliyle Osmanlı’yı 1. Paylaşım Savaşı’na sürüklemiş,
Osmanlı savaştan paylaşılarak çıkmıştı. Kafkaslardan ve Türkistan’dan gelen örgüt üyelerinin durumunu
anlayabiliyorum. Onlar belki ülkelerinin bağımsızlığı için Almanlarla işbirliği yapmayı, Osmanlı’yı kullanmayı
düşünmüş olabilirler. Ama bizimkiler hangi akılla bu yola çıkmıştı anlamak mümkün değil. Osmanlı, hayatta
kalma mücadelesi verirken, İngiliz, Fransız ve Rusların yaptığı kendisini paylaşma anlaşmasını bozmaya
çalışırken, belki yüz yıldır kendi kontrolünde olmayan Yemen, Mısır, Galiçya gibi topraklara niçin asker
göndermişti? Hangi akılla, ordusunun komutasını tamamen yabancılara teslim etmişti? Akıl erdirmek
imkânsız!
Enver Paşa Türk tarihi için ibretlik bir örnektir. Enver Paşa hiçbir zaman gerçekleşmeyecek çok güzel bir hayale
gönülden inanmış, bu uğurda seve seve canını feda etmeye yemin etmiş bir askerdi. O, çevresindekileri
inandığı büyük hayal peşinde koştururken ülkeyi felakete sürüklediğini fark edemedi. Perde arkasında
90 Altındal Aytunç, Bilinmeyen Hitler, İstanbul, 19. Basım Eylül 2014, ALFA Basım Yayım Dağıtım, S-168
23/23
yönlendirmeyi yapan gizli güç, işte bu mekanizmadan faydalanmaktaydı. Hedefe kilitlenerek güdümlü mermi
haline gelmiş insanlar, hayallerinin peşinde koşarken, farkında olmadan kendi ülkelerinin başkalarının
çıkarları uğruna piyon olarak kullanılmalarına hizmet ediyordu. Aynı görevi ilerleyen yıllarda Ruzi Nazar ve
Enver Altaylı devralacaktı. Kendi idealleri uğrunda mücadele ederken Türkiye’de yaşanan tüm darbelere
bulaşmışlardı. Aslında gizli gücün asıl hedefi, onlar idealleri peşinde koşarken, onların gücü sayesinde Türkiye
siyasetini şekillendirmekti.
Bugün birileri bizi yine Libya’ya gönderdi. Suriye’de 4 yıldır savaşıyoruz. Covid-19 salgını olmasaydı büyük
ihtimalle Yemen’de de birliklerimiz olacaktı. O birileri kimse bugün gencecik jandarma binbaşımıza resmi
üniforma ile Arif Nihat Asya’nın “Dua” isimli şiirini okutarak; “…Minareleri, Sen, ezansız bırakma Allahım! Bize
güç ver...Cihad meydanını, Pehlivansız bırakma Allahım!” dedirterek yemin ettiriyor. Sanki camilerimizde
ezanlarımız eksik! Doğrusunu isterseniz o binbaşıya bu yemini ettirenlerin hangi tarikatın mensuplarını
olduğunu ve şeyhlerinin kökeninin ne olduğunu merak ediyorum. Bizi yeni bir Cihad’a göndermeye
çalışanların kimlikleri hep kafamı kurcalıyor.
Birileri birdenbire çok güçlü bir şekilde vatan-millet-din-iman propagandasına başladıysa bilin ki bu bir
operasyondur ve perde arkasında başkaları vardır. Hatırlayın bir milleti bu duygularla kandır ve yine ancak bu
duygularla ölüme gönderebilirsiniz.
Yabancının parasıyla kazanılan hiçbir savaş yoktur. Bugün Türkiye, saniyede 670 dolar borç faizi ödüyor.
Satmadığımız kıymetli bir malımız kalmadı. Varlık Fonundaki en son değerlerimizi ipoteğe verdik, yakında
onlar da elden çıkar. Biz kendi malımıza sahip çıkamazken nereyi fethedecek, kime yardım edecek, kimin
imdadına koşacağız? Enver Paşa’dan ders almadık mı?
Ruzi Nazar ve Enver Altaylı’nın hikayeleri ile devam edeceğiz.
Osman Başıbüyük
E.Hv.Plt.Kur.Alb.
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.