NotesWhat is notes.io?

Notes brand slogan

Notes - notes.io

Kişioğlu hikayecilikten kurtulamaz, kendi hikayeleri ve başkalarının hikayeleri arasında yaşar. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür. Hayatını sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır… Ama ya yaşamayı ya da anlatmayı seçmek gerek… (s:67) Yaşarken başımızdan hiçbir şey geçmez. Dekorlar değişir, kişiler girer çıkar yalnız. Başlangıçlar da yoktur; günler anlamsız bir biçimde birbirine eklenir durur; sonu gelmez, tekdüze bir ekleniştir bu… Başlangıç olmadığı gibi, son da yoktur. Bir kadın, bir dost, bir kent, bir kere de terk edilemez. Hepsi birbirine benzer zaten. Aradan iki hafta geçince Şanghay, Moskova, Cezayir birbirinin aynısıdır. Kimi zaman (pek sık değil), durumu gözden geçirir, bir kadına bağlandığınızı, kötü bir işe girdiğinizi fark edersiniz. Göz açıp kapayıncaya kadar sürer bu. Sonra geçit yeniden başlar, saatleri ve günleri birbirine eklemeye koyulursunuz. Pazartesi, salı, çarşamba. 1924, 1925, 1926. Yaşamak budur işte. Ama hayatınızı anlatırsanız, her şey değişir. Ne var ki, bu değişikliği kimse fark etmez. Gerçek hikayelerden söz edilmesi bunun kanıtıdır. Sanki, gerçek hikayeler olabilirmiş gibi. Olayları anlatırken, onların çıkış biçimini tam tersine döndürmüyor muyuz sanki? Hikaye anlatırken, önce başlangıcı ileri sürüyor gibi görünürüz… Oysa, aslında sondan başlamış oluyoruz. Son, göze görünmez bir biçimde orada bulunmakta ve şu sözlere başlangıç olmak yüceliğini vermektedir: “Dolaşıyordum, farkına varmadan, kasabanın dışına çıkmıştım.(burada da sayfa 231′ e gönderme vardır.)… Hikaye tersine gelişmekte, an’lar, birbiri üzerine yığılacak yerde, sonun anaforuna kapılıp kendilerinden bir önce gelen anı da çekip birlikte götürmektedirler. “Gece bastırmıştı. Sokak ıssızdı. Bu sözler sanki rastgele söylenmiş gibidir. Ama kanmayız biz, onu bir köşeye koyup saklarız. Çünkü o, değerini daha sonra anlayacağımız bir bilgidir.” (s:68)

Antoine Roquentin otuz yaşında, 14.400 frank yıllık geliri olan, hiçbir şey yapmak istemeyen, alışkınlıklarının güven verici dünyasından vazgeçmek istemeyen, varlıklara farklı bir gözle bakmaya başladıktan sonra bulantı hissi yaşayan, yalnız yaşayan, güneşten hazzetmeyen ve karanlığı seven, Marquis de Rellebon’la ilgili tarih araştırmalarını yapmak üzere Bouville’de kaldığı -üç yıl- dönemin ardından bundan vazgeçen, Paris’e gitmeyi seçerek hayatına yeni bir yön veren bir karakter. Oysa, Marquis de Rellebon hayatını tarihi bir eser olarak hazırlayan Antoine Roquentin’in günlükleriyle hayatının aktarımında (İki hayat hikayesinin farklı türlerle anlatımı) Marquis de Rellebon’un hayatının Antoine Roquentin’in hayatına etkisi(s:149) barizken, Roquentin’in her ikisinin de varlıkları için birbirine ihtiyaç duymalarının farkında olmasına rağmen bundan vazgeçmesi ile yeni bir başlangıçtan çok, edilgenliği ve kaçış’ı tercih etmiş olur.

Unamuno, Sis’te varlığa ait ‘kuşku’ ile öne çıkarken, Sartre’da ‘hiçlik’in verilişi, eşyanın İlahi tarafa bakan yönünün reddedilerek eşyayı tek boyuta indirgenmesi ile öne çıkar. Sadece görünüm’ün varlığa ait olgu olmasıyla: Görünür olan, ‘akıl’ penceresinden bakış, görünür olmayanı reddediş, Tanrı’yı bu denklemden çıkarış, a posteriori bilginin temel kabul edilişi… ile. Camus’nun hiçlik olgusunun karşısına koyduğu umut, insanlık gibi olgulara/hümanizm yaslanmadan, hatta onları eleştirerek ‘çıplak hiçlik’i sorgular Bulantı, hatta hümanizm’e eleştirel gözle bakarak onun eksiklik ve hatalarını dile getirir ama yeni bir hümanizm tanımı yapmaz.

” ‘Ben’ deyince bir boşluk duygusuna kapılıyorum. Öyle unutulmuşum ki, kendimi iyice hissetmek elimden gelmiyor. Benden kalan bütün gerçeklik, var olduğunu hisseden varoluş sadece. Yavaş yavaş esniyorum. Kimse, hiç kimse için! Antoine Roquentin ne ki? Soyut bir şey o… Pırıl pırıl, hareketsiz, bomboş bir bilinç, duvarların arasına konulmuş, kendi kendine sürüp gidiyor. Kimse yok bu bilincin içinde artık. Biraz önce birisi ben, benim bilincim diyordu. Kim? …Kimsenin olmayan duvarlar ve kimsenin olmayan bir bilinç kaldı geriye. Hepsi şu: duvarlar ve bu duvarlar arasında bir kişiliğe bağlı olmayan canlı, ufacık bir saydamlık.”(s:249)

Bulantı’da Antoine Roquentin’in yaşadığı ilk tecrübe yabancılaşmadır(s.20), bunu belirsizlik, umutsuzluk(s.21), varlık ve varlığının sorgulaması(s.23), hayal kırıklığı ve isteklerinin gerçekleşmemesi(s:39) ardından korku, eylemsizlik ve kaçış takip eder.

Romanda kendine yabancılaşma Antoine Roquentin’in kendisinden üçüncü tekil kişi olarak bahsetmesiyle görünür hale gelir: “Üşüyorum, bir adım atıyorum, üşüyorum, bir adım, sola dönüyorum, sola dönüyor, sola döndüğünü düşünüyor, deli, deli miyim? Delirmekten korktuğunu söylüyor, varoluş, varoluşta küçük mü görüyorsun, duruyor, vücut duruyor, durduğunu düşünüyor, nereden geliyor o? Ne yapıyor? Gidiyor, korkuyor, çok korkuyor, ahlaksız, istek bir sis gibi, istek, tiksinti, var olmaktan tiksindiğini söyledi. Tiksiniyor mu? Var olmaktan tiksinmekten yorgun…” (s:154) Burada sadece yabancılaşma değil, varlığın yadsınması, varlığa karşı bir tiksinme de vardır.

Fazlalık hissi bulantıya neden olur. Bulantı, kendi varlığını ve dünyanın var olduğunu bilmesidir. Ve tüm bunlar onun için önemli değildir. Başkaları gibi olamamak ve dünyanın kendisi için önemli olmaması hissi kendisinde korkuya neden olur. Öyleyse birini öldürmesine engel olacak şey nedir, her şey önemsizse? Bunu da, gereksiz bir olayın ortaya çıkmasına neden olma olarak ifade eder. Değmez. Bulantı, aslında onun kendi öz varlığı’dır. (s:188)

Romandaki en etkili ve belki de en kapalı bölüm Antoine Roquentin’in parkta yaşadığı haldir(s:188-201). Metafizik bir deneyim/kavrayış denilebilecek bu hal, onun varoluşu hissettiği/kavradığı ve bunu kelimelere döktüğü bölümdür. Bu bölümde Antoine Roquentin varoluş’un ne olduğunu keşfeder. Varoluş, “özlerini değişime uğratmadan, nesnelere dıştan eklenen boş bir biçim” (s: 189), bir bükülme(s:190)’dir. Varolmak için hiçbir neden yokken -fazlalık hissi- var olmuştur her şey. Bu fazlalık hissi, saçma’ya kayar hemen. Saçma, bir olayın başka bir ya da başka bir gerçeğe göre saçma olması(s.192)dır. Bu kısımda saçma fikrini açıklamakta zorlanır Antoine Roquentin. Açıklamaların ve nedenlerin dünyası, varoluşun dünyası değildir(s.192) çünkü. Gösterge dahi gösterdiği şeyin ne olduğunu anlamaya yardımcı değildir. İşlevi hakkında fikir verebilir ama o varlığın ne olduğunu anlamayı sağlamaz. Fazlalık, saçma fikri sonunda hiçlik fikrine ulaşır. Varoluş temelsiz ve nedensizdir. Bu noktada bulantı hissi varlığından, varlığının hiçliğine kayar.

Tam bu anda çok farklı bir hal yaşar. “At kestanesinin köküydüm ben. Ya da daha çok, onun bilinciydim tepeden tırnağa. Yine de ondan ayrıydım(çünkü bunun bilincindeydim), ama onda kaybolmuş, onunla tek bir gövde olmuştum.” (s:196) Zamanın durduğu bu an, kendi dışındaki varlıkla bir olma hali yaşar ve bu halin bilincindedir. Anlık bir haldir bu. Burada hareket denilen olgunun da olmadığını fark eder. Hareket “geçişlerden, iki varoluş arasındaki aracılardan, güçsüz anlardan başka bir şey değil”dir.

Bu kısımda sorulması gereken soruları sormaya başlar Antoine Roquentin: Niçin bu kadar var olan var? Bunca var olan niye? Burada bu varlıkların, kendisi de dâhil, var olmak istemediklerini ama bundan da kaçınamadıklarını algılar. Bunun sebebini, nedensizlikle açıklar. Tam da kim ve neden sorusunda algısının nasıl bir açıklama yapacağını beklerken, o, nedensizlik ve saçma fikirlerine geri döner. Bu varlığın nereden ve nasıl çıktığını şöyle açıklar:

“Bütün bunların nereden ve nasıl çıktığını, nasıl olup da hiçlik yerine bir dünyanın bulunduğunu soramıyordu insan. Bunun anlamı yoktu, dünya her yanda bulunuyordu, önde, arkada. Ondan önce hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey. Onun var olmadığı an yoktu.” (s:200) Tam burada Tanrı’nın varlığını reddeder Antoine Roquentin. Hiçlik fikrinin açıklamasını ise düşünüyorum öyleyse varım’ın/Descartes’ın yöntemiyle ispatlar. Birinin varlığı ispatladığı yerde diğeri hiçlik’i ispatlar. Çünkü hiçlik de bir tasarıdır/düşüncedir ve o da ötekiler gibi bir varoluştur. Hiçlik duygusunu yaşadığı anda bu hal sona erer ve bu noktada varoluşun gerçek sırrını çözdüğünü düşünerek parktan ayrılır.

Tam burada Varoluşçuluk adlı eseriyle aynı görüşleri söyler Sartre:

“Gelgelelim, benim bağlandığım tanrıtanımaz varoluşçuluk daha tutarlıdır. Ona göre, eğer tanrı yoksa, hiç olmazsa, ‘varoluşçu özden önce gelen’ bir varlık vardır. Bu varlık, bir kavrama göre tanımlanmazdan, belirlenmezden önce de vardır. Bu varlık insandır. Heidegger’in deyişiyle, ‘insan gerçeği’dir. Varoluş özden önce gelir. İyi, ama ne demektir bu? Şu demektir: İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır.” (V/s:39)

Roquentin’de varoluşa yönelik algının hiçlikle noktalanması onu eylemsizliğe ve son üç yılda yaptığı işten bile vazgeçirmeye götürerek onu toplumdan soyutlarken, Sartre, Varoluşçuluk adlı eserde Bunaltı Hareketsizliğe Götürmez Bizi bölümü başlığı altında tam tersini söyler:

“Elbette, insanı eylemsizliğe, durgunluğa götüren bir bunaltı söz konusu değil burada. Yalınç(basit) bir bunaltı söz konusu. Sorumlulukları olan herkes bilir bu bunaltıyı. Nitekim, bir saldırının sorumluluğunu yüklenen bir komutan, nice insanı ölüme atmanın sorumluluğunu da üstlenmiş olur. Üstelik, bu sorumluluğu kendisi seçer…” (V/s:45) şeklinde örneğini devam ettirerek özetle, bunaltı hissinin sorumluluk almak ve karar vermek olduğunu ifade eder. Kendi roman karakterlerinin zayıflığı için de şu açıklamayı yapar:

“Romanlarımızda insanları zayıf, gevşek, korkak, hatta kötü olarak gösterdiğimiz için çullanıyorlarsa bize, o insanların yalnızca zayıf, gevşek, korkak, hatta kötü olmasından gelmiyor bu… varoluşçu, bir korkağı anlatırken, ‘Bu adam korkaklığından sorumludur!’ der. Bilir ki ciğeri, yüreği, beyni korkak olduğu için korkak değildir o; beden yapısından ileri gelmez onun korkaklığı, kendini o duruma düşürmesinden gelir. Edimleriyle kendini bir korkak olarak kurmasından gelir. Korkak yaradılış yoktur çünkü… insanı korkak yapan bu yaradılışlar değildir; bir şeyden vazgeçme ya da bir şeyi oluruna bırakma eylemidir. Yaradılış edim demek değildir…” (V/s:58) Buradan sonra “korkak kendini korkak yapar, kahraman ise kendi kendini kahraman yapar” diyerek cümlelerini genel bir yargıya bağlar. Roquentin’in seçimlerinin aslında varlığıyla değil, özüyle ilgili olduğunun ve bu özü kendisinin tercih ettiğinin açıklamasıdır bir nevi bu kısım. Ama neden tam da bu karakterin zıddında bir karakter yoktur ve romanlarının çoğunda karakterleri böyledir, bunun cevabı yoktur burada.

İnsan, bir yandan varlığın bütün yükünü omuzlarında hissederken diğer yandan ise varlığın saçmalığını fark edince bulantıyı yaşar (Gürsoy,
1987: 30). Sartre’a göre, insan yaşıyorsa, onun üzerinde varoluş yükü vardır.
Kişi, varlığın ağırlığı altında ezilmekte ve bu ezilişte, bulantıyı beraberinde
getirmektedir. Bulantı, bireyin varoluşunun farkına varması ile başlar ve
sona ermez. Çünkü insan hayatı boyunca sorumluluktan kurtulamayacağına göre, bulantıdan da kurtulamaz. Birey, kendini yaratma çabasına girerek eylemlerde bulunarak bulantıdan kaçmaya çalışacaktır. Ancak bireyin
bu kendini yaratma çabası, arttıkça bulantı da artacaktır.

Sartre’ın Bulantı adlı romanında, Roquentin, kahramanına bulantıyı
“Bulantı bırakmadı beni, kolay kolay bırakacağını da sanmıyorum. Ama
bir dert gözüyle bakmıyorum ona artık. Benim için bir hastalık, bir hırçınlık nöbeti olmaktan çıktı: bulantı benim çünkü” şeklinde açıklar (Sartre,
1999: 172)

Tanrı yoksa hiç olmazsa varoluşu özden önce gelen bir varlık
vardır. Bu varlık, bir kavrama göre tanımlanmazdan, belirlenmezden önce
de vardır. Varoluş özden önce gelir. İyi ama ne demektir bu? Şu demektir: İlkin insan vardır; yani insan önce dünyaya gelir, var olur, ondan sonra
tanımlanıp belirlenir, özünü ortaya çıkarır ”
     
 
what is notes.io
 

Notes.io is a web-based application for taking notes. You can take your notes and share with others people. If you like taking long notes, notes.io is designed for you. To date, over 8,000,000,000 notes created and continuing...

With notes.io;

  • * You can take a note from anywhere and any device with internet connection.
  • * You can share the notes in social platforms (YouTube, Facebook, Twitter, instagram etc.).
  • * You can quickly share your contents without website, blog and e-mail.
  • * You don't need to create any Account to share a note. As you wish you can use quick, easy and best shortened notes with sms, websites, e-mail, or messaging services (WhatsApp, iMessage, Telegram, Signal).
  • * Notes.io has fabulous infrastructure design for a short link and allows you to share the note as an easy and understandable link.

Fast: Notes.io is built for speed and performance. You can take a notes quickly and browse your archive.

Easy: Notes.io doesn’t require installation. Just write and share note!

Short: Notes.io’s url just 8 character. You’ll get shorten link of your note when you want to share. (Ex: notes.io/q )

Free: Notes.io works for 12 years and has been free since the day it was started.


You immediately create your first note and start sharing with the ones you wish. If you want to contact us, you can use the following communication channels;


Email: [email protected]

Twitter: http://twitter.com/notesio

Instagram: http://instagram.com/notes.io

Facebook: http://facebook.com/notesio



Regards;
Notes.io Team

     
 
Shortened Note Link
 
 
Looding Image
 
     
 
Long File
 
 

For written notes was greater than 18KB Unable to shorten.

To be smaller than 18KB, please organize your notes, or sign in.